16 Şubat 2007 Cuma

Küresel Isınma

Son günlerin en önemli olaylarından biri kendini iyice hissettiren iklim değişikliği, küresel ısınmanın sonucu olarak karşımızda... Mevsimlerimize ne oluyor? Şubat ayına girdik ama hala kışı yaşayamadık, peki neden? Bunun en büyük nedeni küresel ısınmadır.

Küresel Isınma Nedir?

İnsan tarafından atmosfere verilen gazların sera etkisi yaratması sonucunda dünya yüzeyinde sıcaklığın artmasına küresel ısınma deniyor.

Küresel ısınma Dünyanın gündeminde önemli bir çevre etkisidir. İnsan etkileri sonucunda atmosfere salınan ve doğal sera etkisini kuvvetlendirerek hava ve deniz suyu sıcaklıklarının artmasına neden olan CO2 ve diğer sera gazları sorunun odak noktasını oluşturmaktadır. Sera etkisinin artması, atmosferin üst bölümünün yani stratosferin soğumasına, alttaki troposferin ise ısınmasına yol açıyor.

Sera Etkisi

Yerküre ısı kaynağımız olan Güneş’ten gelen ışınlar sayesinde ısınırken, aldığı bu enerjinin büyük bir bölümünü atmosfere geri yollar. Atmosferdeyse az miktarda olmakla birlikte su buharı, metan, karbondioksit, azot oksit, ozon ve kloroflorokarbonlar gibi kimi bileşikler bulunur. Bu bileşikler sayesinde, yerküre canlı yaşamını olası kılan bir sıcaklığa sahiptir. Güneşten gelen ışınlar atmosfere geri yollandığında bu gazlarca soğutuluyor ve ısı olarak yeniden atmosfere yayılıyor. Bu sayede yerkürenin ortalama sıcaklığı 15oC olmaktadır. Atmosferdeki bu mekanizma doğal bir seradakine benzetildiği için bu etkiye “Sera Etkisi”, bu gazlara da “Sera Gazları” adı verilmektedir. Aslında sera etkisi doğal bir süreçtir. Sera etkisi, dünyada yaşam olması için gereken sıcaklığı sağlar.

Su buharı, karbondioksit ve metan gazı, dünyanın üzerinde doğal bir örtü oluşturuyor. Ancak fosil yakıtların kullanılması ve ormanların yok edilmesi, bu örtüyü oluşturan gazların, atmosferde normalin çok üzerine çıkmasına neden olmuştur.

Dünyaya ulaşan güneş enerjisinin yaklaşık yüzde 70’i tekrar uzaya gönderiliyor. Ancak bazı infrared ışınlar, sera gazları tarafından tutuluyor. Bu da atmosferin, ısınmasına neden oluyor. İnsan tarafından fazla miktarda sera gazının atmosfere verilmesi bu karmaşık dengeyi zedelemekte ve küresel ısınmaya neden olmaktadır.

Sera Gazları

Gerçekte, iklim sisteminin dengesi doğal nedenlerle ya da insan etkinliklerinin yol açtığı birtakım etkiler nedeniyle bozulabiliyor. Güneş ışınımı miktarındaki değişimler, atmosferdeki rüzgârları, okyanus akıntılarını ve volkanik patlamaları etkileyen kıta hareketleri, iklimi etkileyen doğal etmenlerdir. Ancak özellikle sanayi devriminden sonra iklim sistemi üzerinde insan etkilerinin rolünün çok arttığı bilim insanlarının çoğunun üzerinde birleştiği bir saptamadır. Kent nüfuslarının ve fosil yakıt tüketiminin artmasıyla atmosfere salınan sera gazlarında arttığına dikkat çekiliyor. Karbondioksit, su buharı, ozon, metan, azot oksit ve kloroflorokarbon gazlarının atmosferdeki artışı, dünyaya gelen güneş ışınlarının atmosferde daha fazla tutularak ortalama sıcaklığın artmasına yol açıyor..

Sera Gazlarının Küresel Isınmaya Katkıları Ve Emisyon Kaynakları

SERA GAZLARI KATKI ORANI(%) EMİSYON KAYNAKLARI
CO2 %50

-Kömür, petrol, doğal gaz gibi fosil yakıtları yakılması

- Tropik ormanların yok edilmesi

CFC %22

-Sprey kutularındaki aeresoller

-Buzdolaplarındaki soğutucu maddeler

-Özellikle elektronik sanayisinde kullanılan temizleme maddeleri

-“Aircondition” sistemleri

-Sert ve yumuşak köpük üretimi

CH4 %14

-Pirinç tarlaları

-İneklerin mideleri

-Biyokütlenin yakılması

-Çöp toplama alanları

-Doğal gaz boru hatlarındaki kaçaklar

-Kömür madenleri

Ozon(*) %7

-Trafik

-Termik santrallerdeki yanma olayları

-Tropikal ormanların yok olması

N2O %4

-Tarımda suni gübre kullanımı

Su Buharı %3  

1990 - 2003 Yıllarında Sera Gazları Salımlarının Değişimi

1- Su Buharı

Dünyadaki sera etkisinin büyük bir bölümünü su buharından kaynaklandığı düşünülüyor. Bu durum, ilginç ve tehlikeli olabilecek bir kısır döngü oluşturuyor. Çünkü dünya ısındıkça okyanuslardan, deniz, göl ve ırmaklardan daha büyük miktarlarda su, buharlaşıp atmosfere karışır. Atmosferdeki daha çok su buharı da sera etkisinin artması yani dünyanın biraz daha ısınması demektir. Ne var ki insanların su çevrimi üzerinde yapabilecekleri doğrudan bir etki yoktur. Atmosferde doğal olarak değişen miktarlarda bulunur. Ama sera etkisini arttıran öteki gazların büyük bir bölümünü insanlar üretmektedir.

2- Karbondioksit

On yedinci yüzyılın başlarında keşfedilen karbon dioksit, renksiz bir gaz. Atmosferde % 0,03 (on binde üç) oranında bulunuyor ve temel olarak, karbon içeren maddelerin (kömür, petrol, doğalgaz vb) yakılmasıyla, fermantasyonla, hayvan ve bitkilerin solumalarıyla üretiliyor.

Sera etkisinin ortaya çıkma nedenlerinin yaklaşık yüzde 55’i CO2 konsantrasyonunda ki artıştan kaynaklanmaktadır. CO2 konsantrasyonunun atmosferde çok hızlı arttığı eski ve yeni konsantrasyon değerlerinin karşılaştırılmasından açıkça görülmektedir. 100 yıl önce 290 ppm olan CO2 konsantrasyonu bugün 350 ppm’in üzerine çıkmıştır. Artışa neden olan emisyonun yüzde 77’si fosil yakıt kökenli, yüzde 23’ü ise büyük ormanlık sahaların yok edilmesinden kaynaklanmaktadır.

Günümüzde bilim adamları, 1860'tan bu yana görülen yaklaşık 0,7°C'lik küresel ısınmanın % 60'lık bölümünden, karbon dioksitin sorumlu olduğu kanısındalar. Çünkü atmosferdeki karbon dioksit miktarı son 200 000 yılın en üst düzeyinde. Bu kadar fazla karbon dioksitin atmosfere karışmasından da kuşkusuz, otomobillerde, fabrikalarda, elektrik santrallerinde vb. fosil yakıtları yakan insanlar sorumlu.

Şu anda atmosferde 750 milyar ton dolayında karbon dioksit bulunuyor. Bitkilerin, hayvanların ve toprağın soluması, fosil yakıtların kullanılması, ormansızlaştırma ve okyanus-atmosfer etkileşimi yüzünden her yıl yaklaşık 207 milyar ton karbon dioksit atmosfere salınıyor. Bu miktar her yıl artıyor. Öte yandan, kara bitkilerinin fotosentezi ve yine okyanus-atmosfer etkileşimi nedeniyle de yaklaşık 204 milyar ton karbon dioksit her yıl atmosferden çekiliyor. Bu durumda yılda 3 milyar ton dolayında karbon dioksit atmosfere ekleniyor. Bu da aslında insanların fosil yakıt kullanımı sonucunda atmosfere salınan karbon dioksit miktarına eşittir Ne var ki dünyadaki fosil yakıt rezervleri, atmosferdeki karbon dioksit düzeyini 5-10 katına çıkaracak denli fazla. Bilim adamlarının tahminlerine göre insanlar, yeraltındaki bu karbon stoklarını yavaş yavaş atmosfere aktaracak. 2050 yılında atmosferdeki karbon dioksit oranının 1850'deki düzeyin iki katına, 2100'de de üç katına çıkması beklenmektedir.

CO2 gazının atmosferdeki derişimi 1750 yılından günümüze kadar % 31 oranında artmıştır. Günümüzde atmosferdeki CO2 miktarı son 420.000 yılda ve hatta son 20 milyon yılda hiç bu kadar yüksek bir düzeye erişmemiştir. Son 20 yıldır, atmosfere salınan insan kaynaklı CO2 gazının yaklaşık dörtte üçü fosil yakıtların yanmasından, geri kalanı da arazi kullanımı değişikliği ve özellikle ormanların yok edilmesinden kaynaklanmıştır. Son yirmi yılda, atmosferdeki CO2 gazının yıllık artışı % 0,4 olmuş, 1990’dan sonra ise yıllık artış % 0,2 ila 0,8 arasında değişmiştir.

3- Metan

Su buharı ve karbon dioksitle birlikte, dünyanın ısınmasına yol açan bir başka gaz da metandır. Havadan hafif olan metan, renksiz ve kokusuz bir gaz ve atmosferde, karbon dioksit miktarının iki yüzde birinden daha az bulunmaktadır. Ama metan moleküllerinin ısı tutma yeteneği, karbon dioksit moleküllerinin 20 katıdır. Atmosferde kalış süresi de 10 yıl kadardır. Bilim adamları yaşadığımız küresel ısınmanın % 10-15'lik bölümünden atmosferdeki metanın sorumlu olduğunu düşünmektedirler. Atmosferdeki metan miktarı tıpkı karbon dioksit miktarı gibi biyolojik süreçlerden etkileniyor. Ölen bitki ve hayvanların anaerobik çözünmesi sırasında topraktaki bakterilerce ortaya çıkartılıyor. Bu nedenle de nemli topraklarda, pirinç tarlalarında, bataklık bölgelerde ve çöplüklerde bolca bulunmaktadır. Ayrıca doğal gazın % 50-90'ı metandır. Petrol, doğal gaz ve maden çıkarma çalışmaları sırasında da atmosfere metan karışmaktadır. Günümüzde atmosferdeki metan oranı 18. yüzyıldakinin 2,5 katıdır. Yapılan araştırmalar metan miktarının her yıl % l oranında arttığını göstermektedir. Küresel ısınma organik madde çözünümünü hızlandırdığı için bilim adamları metan miktarındaki bu artışın daha da hızlanacağını tahmin etmektedirler.

Metanın atmosferdeki miktarı 1750 yılından beri % 151 oranında artmıştır ve hâlâ artmaya devam etmektedir. 1990’lı yıllarda metan gazı derişiminin yıllık artışında belirli bir yavaşlama gözlenmektedir. Metan gazı salımının yaklaşık yarısı, fosil yakıtların kullanımı, büyük baş hayvan yetiştiriciliği, pirinç tarımı, atıkların gömülmesi gibi insan faaliyetlerinden kaynaklanmaktadır. Son zamanlarda, metan gazı artışına bağlı olarak karbon monoksit gazı salımı da tespit edilmiştir.

Metan; doğal olarak doğada birçok yerde ve şekilde oluşmaktadır. Metan dünyadaki sera etkisinin oluşmasında en az karbondioksit ve su buharı kadar tehlikelidir. Bu nedenle de metan oluşumu kontrol altına alınmalı ve oluştuğu kaynakta zararsızlaştırılmalı ve mümkünse de değerlendirilmelidir. Tabiatta metan gazının oluştuğu yer ve oluşum kaynakları şunlardır:

Atmosferde bulunan metan gazının yıllara göre değişimi

4- Nitrözoksit

Nitrözoksit azotlu gübrelerin bozunması ve fosil yakıtların yanması esnasında havanın içinde bulunan azot ve oksijenin birlikte tepkimeye girmesi sonucu oluşur.

Atmosferdeki derişimi 1750 yılından beri % 17 oranında artmıştır ve artmaya devam etmektedir. Şu anki azot oksit derişimine son bin yıldır hiç rastlanmamıştır. Azot oksit salınımının yaklaşık üçte biri, tarıma açık topraklar, büyük baş hayvan yemleri ve kimya sanayi gibi insan faaliyetlerinden ileri gelmektedir.

Yakıt tüketiminden kaynaklanan diazotmonoksit (N2O) salınımları, 1970 yılında 1,45, 1990’da 2,79 ve 1998’de 3,24 Gg olarak gerçekleşirken, bu değerin 2000’de 3,69 ve 2010’da ise 6,07 Gg’a ulaşması beklenmektedir. N2O salım tutarları değerlendirilirken, N2O’nun da küresel ısınma potansiyeli göz önünde bulundurulmalıdır. 100 yıllık dönem için 1ton N2O salımının CO2 eşdeğeri karşılığı 310 tondur.

5. Klorofluorokarbonlar( CFC)

CFCs= [Chlrofluorocarbons ] Aerosol püskürtücülerde (Püskürtücü: Basınç altındaki sıvıyı püskürtmek için kullanılan aracı kimyasaldır. Genellikle kloroflorokarbonlardan oluşan bu gazlar aerosol püskürtme kutularında püskürtücü olarak ta yaygın biçimde kullanılır) soğutmada, plastik köpükte ve endüstriyel çözücülerde kullanılan, ozon tabakasının tükenmesine yol açan ana faktör olduğu ve sera etkisine katkıda bulunduğu düşünülen son derece kararlı ( kalıcı ) bileşiklerdir.

2020 yılında CFC’nin, sera etkisi yaratan gazlar içinde % 25 e ulaştığı tahmin edilmektedir. CFC ler, soğutucu olarak buzdolaplarında ve havalandırma sistemlerinde, sprey tüplerinde ve polistiren yapımında kullanılan ve aynı zamanda ozon tabakasının incelmesine neden olduğu belirlenen karbon, klor ve flordan oluşmuş kimyasal bileşiklerdir.

6.HFCs ve PFCs

Kloraflorakarbonlarda, Hidroflorakarbonlar ve Perflorakarbonlar endüstriyel işlemler sonucu üretilirlerler, bunlar tabi halde oluşan sera gazları değildir.

Sera gazlarını oluşturan gazların her biri atmosferde ayrı ısı toplama kabiliyetine sahiptir. Hidroflorakarbonlar(HFCs) ve Perflorakarbonlar(PFCs) en fazla ısı toplayanlardır. Karbondioksit’in Metan 21 katında fazla, nitrozoksit ise 270 katında daha fazla atmosferde ısı tutma özelliğine sahiptir.

7- Ozon

Ozon patlayıcı ve zehirli bir gaz olup, atmosferin troposfer ve stratosfer tabakalarında farklı ekolojik işlevlerle yer alır. Stratosfer ozon güneşten gelen zararlı ultraviyole ışınları soğurarak canlı küre açısından önemli bir fonksiyon üstlenir. Troposferdeki ozon ise insan faaliyetleriyle ortaya çıkan bir çevre kirleticisidir.

Ozon, atmosferin bütün seviyelerinde çeşitli miktarlarda bulunmakla birlikte troposferde küçük bir miktarda bulunur. Ozon normal şartlarda direkt olarak havaya çıkmıyor, troposfer tabakasında yüksek ısı ve güneş ışığında, azot oksit ve organik parçacıkların kimyasal reaksiyonu ile kendiliğinden oluşuyor. Ozona yol açan olaylar, otomotivlerden çıkan egzoz gazı, fabrika atıkları, kimyasallar olarak sıralanıyor.

Küresel Isınmanın Etkileri

Günümüzde, iklimbilimcilerin kullandığı birkaç küresel iklim modeli bulunuyor. Bunlar kimi zaman ayrıntılarda farklı sonuçlara ulaşsalar da genel öngörüleri aynı oluyor. Örneğin bu modellerin tümü, karbon dioksit oranındaki bir artışın dünyada yavaş yavaş bir ısınmaya yol açacağım söylüyor. Bu ısınmanın gidişi de küresel enerji kullanma hızına bağlı olacak. Yapılan hesaplar, 1990'da 10 terawatt olan dünya güç tüketiminin, 2020'de 20 terawatt'a ve 2050'de de 30 terawatt'a çıkacağını gösteriyor. Bununla birlikte atmosferdeki karbon dioksit oranının da 2050'li yıllarda ikiye katlanacağı tahmin ediliyor. Bu artışın ne kadarlık bir ısınmaya yol açacağı konusundaysa, değişik iklim modelleri farklı sonuçlar veriyor. Bazı modeller, sıcaklık artışının 1°C ile sınırlı kalacağım söylerken bazıları da artışın 5°C'ye kadar çıkabileceğini söylüyor. Bir başka deyişle küresel bir ısınmanın olacağından neredeyse herkes emin. Ama bu ısınmanın ne kadar olacağı, ne kadar süreceği ve en önemlisi dünyada ne gibi değişikliklere yol açacağı konusunda kimse net bir şeyler söyleyemiyor. Bir derecelik bir artışın bugünkü toplumsal yapıları ve düzeni pek etkilemeyeceği düşünülüyor. Ancak eğer dünyanın sıcaklığı 5°C artarsa, bu durum yalnızca insanlık için değil tüm canlılar için çok büyük etkileri olacak.

Sıcaklığın artış oranı orta enlemlerde ve ekvatorda, kutuplardakinden daha farklı olacak. Örneğin ekvatorda bu artışın, dünya ortalamasının çok altında olacağı tahmin ediliyor. Bunun yanında sıcaklık artışı kışları, yazlara göre birkaç derece daha fazla olacak. Benzer bir durum, geceyle gündüz arasında da görülecek. Gece sıcaklarındaki artışın gündüzkülerden yaklaşık %10 daha fazla olacağı tahmin ediliyor. Bu durumda karalar, geceleri eskisi kadar soğumaya fırsat bulamayacak. Yazla kış, geceyle gündüz arasındaki sıcaklık farkının azalması, bütün dünyadaki rüzgâr desenlerini etkileyecek; belki de fırtınaların sıklığı, şiddeti ve rotaları değişecek.

Sanayi devriminden günümüze atmosferdeki karbondioksit miktarının %31, metan miktarının %151 kadar arttığı hesaplanmıştır. Bilim insanları artışın bu hızla sürmesi durumunda atmosferdeki sera gazlarının miktarında artışın dünyanın ortalama sıcaklığının 1,4-5,,8 artacağını söylüyorlar. Peki, sıcaklık artışı ne gibi sonuçlara yol açabilir? Bu sorunun yanıtı 20. YY da ki sıcaklık artışının yol açtığı sonuçlarda aranabilir. Yalnızca 0,6 derecelik bir sıcaklık artışıyla deniz seviyelerinde 25 cm lik bir yükselme olurken, önemli buzulların bir kısmı erimiş, bir kısmı da geri çekilmiştir. Buzulların erimesi konusunda bilim insanları çok kaygılıdırlar. Çünkü buzul tabakaları bugünkü iklim sistemimizin en etkili aktörlerinden sayılıyorlar. Güneşten gelen ışınların % 85’ini atmosfere yansıtarak geri gönderen buzulların neredeyse tamamına yakınının bulunduğu yer olan Antarktika, iklimde soğutucu role sahiptir. Işınları geri göndermek dışında buzullar, okyanus akıntı sistemine sağladıkları soğuk sular sayesinde de iklim sisteminde dengenin sağlanmasında etkilidirler. Bu nedenle buzullardaki erime, küresel ısınma tehdidini daha olası kılmaktadır. Geçtiğimiz yüzyılda buzullar ve deniz suyu seviyeleri dışında, atmosferdeki 0oC noktası sürekli yukarı kayarken, dünyanın çeşitli bölgelerinde yağış miktarları değişmiştir. Fırtına ve sellerde artış olmuş, göl sularının sıcaklığında artış gözlenmiştir. Bilim insanları eğer 0,6 derecelik bir artış bunlara yol açıyorsa, öngörülen 1,4-5,8 derecelik artışın sonuçlarının gezegenimiz için çok ciddi bir tehlike oluşturabileceği düşüncesindeler.

Sera etkisi yaratan gazların artışı sürdüğü takdirde, bazı iklimsel değişimlerin gerçekleşmesi kaçınılmazdır. Bunlar dünya yüzeyindeki sıcaklık ve yağış miktarında artışlar, kutuplardaki buz kütlelerinde erimesi, yaz süresince kıtalardaki kuraklığın artması, denizlerin yükselmesi, bölgesel bitki türlerinin değişmesi ve tropik fırtınaların artması olarak sıralanabilir. Bu değişimlerin önümüzdeki iki veya üç yüzyılda gerçekleşmesiyle gezegenimiz ve üzerinde yaşayan insan toplulukları üzerinde ciddi etkiler yaratacağı muhakkaktır.

Küresel Isınmanın Kara Ekosistemlerine Etkisi

İklim değişiklikleri, büyük olasılıkla kara ekosistemlerini etkileyecektir. Karbondioksitin atmosferdeki artışı, bitkilerin karbon depolama yani fotosentez kapasitelerini zorlayacaklardır. Bitkilerin topraktan kökleriyle çektikleri suyun büyük bir bölümü, yaprakların yüzeyinden terlemeyle buharlaşarak havaya karışır. Buharlaşan su, yoğunlaşarak bulutları oluşturur. Artan sıcaklık nedeniyle bitkilerin su döngüsündeki değişiklikler, küresel bulutlanma özelliklerini de değiştirecektir. Küresel ısınma, bitkilerin bu değişikliğe hazırlıksızlığı sebebiyle orman ekosistemlerini etkileyeceklerdir. Hızlı iklim değişikliğiyle, kuzey yarım kürede ormanların yerini tundraların alabileceği ve büyük miktarlarda bitki örtüsünün yok olacağı tahmin edilmektedir. Tropik orman alanlarında bir artış görülürken, ılıman iklim koşullarında yetişen bitki türleri ( örneğin; kayın ağacı, Akçaağaç gibi…) nesli tükenebilecektir.

Biyolojik çeşitlilik hızlı iklim değişimi tarafından tehdit edilmektedir. Gelecek 100 yıl içinde 1-3.5 C ısınma orta enlemlerin ~150-550 km polar enlemlere doğru hareket etmesine neden olacaktır. Bu durumda ekosistemlerin coğrafik dağılımı ve kompozisyonunun yeni şartlara cevabı değişecektir. Türlerin pek çoğu yeni şartlara yeterince hızlı uyum sağlayamayıp yok olacaktır.

Ormanlar değişen şartlara yavaş uyum sağlar. Gözlemler, deneyler ve modeller küresel ortalama sıcaklıkta 1 C yükselmenin ormanların kompozisyonunu ve fonksiyonunu etkileyebileceğini göstermektedir. 21. yy için bir iklim değişimi senaryosu en önemli etkinin dünyadaki ormanların 1/3 nün tür kompozisyonunda olacağını göstermektedir. Türlerin yeni kompozisyonları ve yeni ekosistemlerden dolayı yeni orman tipleri oluşabilecektir. Ayrıca hastalık, yangın gibi sıcaklığın yükselmesine bağlı etkilerde görülecektir. Çünkü kuzey ormanları artan sıcaklıklardan tropikal ormanlardan daha fazla etkilenecektir.

Dağlık bölgeler; insan aktivitelerinin oluşturduğu bozulmanın etkisi altındadır. Bu değişim, dağlardaki buzullar ve kar örtüsünün azalmasından dolayı hidrolojik sistemler ve toprak stabilitesinin çok etkileneceğini göstermektedir. Ekosistemler ve türler tepelere doğru yer değiştirmeye zorlanır. Tarım, turizm, kerestecilik ve diğer ekonomik aktiviteler bu durumdan olumsuz etkilenecek, gelişmekte olan birçok ülkede yerli halkın beslenme ve yakıt kaynakları yok olacaktır.

Küresel Isınmanın Besin Kaynaklarına Etkisi

Küresel ısınma toplumları farklı açıdan etkileyecektir. Tahmin edilen sıcaklık artışları, iki önemli üretim bölgesinin yer aldığı orta enlemlerde daha etkin olacaktır. Kuzey Amerika ve Orta Asya’da ki tarım alanlarında daha yüksek sıcaklık artışından ve daha fazla buharlaşma ile birlikte toprağın neminde düşüş görülecektir. Küresel değişimle, orta enlemlerdeki bu sıcaklık artışından dünyanın bazı bölgelerinin kazançlı olabileceğine dair bulgular vardır. Artan sıcaklar, Kanada, Rusya, Afrika ve Ukrayna da yeni tarım alanlarının ortaya çıkmasını mümkün kılacaktır.

Küresel Isınma ve Denizler

Okyanuslar gezegenimizin yüzeyinin yaklaşık %70 ini kaplar. Bu uçsuz bucaksız su kütlesiyle biyosfer arasında yaşamsal bir ilişki mevcuttur ve okyanuslar iklim değişimlerinde önemli bir rol oynamaktadırlar. Okyanusların, sera etkisi yaratan gazlardan özellikle karbondioksiti soğurması sebebiyle atmosfer sıcaklığındaki değişimleri dengelediği düşünülebilir. Önemli miktardaki karbondioksiti absorplayan okyanuslar, atmosferde karbon artışını önler ve yavaşlatır. Ancak, gazların sıvılar içindeki çözünürlüğünün sıcaklıkla azalmasından dolayı küresel ısınmanın okyanusların karbondioksit absorplama kapasitesini azalabileceği bilinmektedir.

Yukarıda açıklandığı şekilde okyanuslar biyosferde iklimi etkileyen değişkenleri etkilediği gibi, iklim değişimleri de, balıkçılık, tatlı su kaynakları, kıyı bölgelerindeki yerleşim alanları gibi okyanus sitemleri üzerinde etkilidir. Küresel sıcaklığın artışıyla okyanus sularının yükselmesi, bir dizi problemi de beraberinde getirecektir. Bunlar mercan kayalıklarının yok olması, kıyı ekosistemlerinin, adaların, ekolojik olarak önemli toprak parçalarının su altında kalması olarak sıralanabilir. Fakat problemler yukarda sıralanandan daha karmaşıktır. Yetkililer, geçen yüzyılda küresel olarak deniz seviyesinin 15 cm civarında yükseldiğinin açıklamaktadırlar. Aynı zamanda deniz seviyesindeki bu değişikliklerin, toprak hareketlerini, yerel deniz coğrafyasını ve iklim değişimlerini önemli derecede etkileyeceğini belirlemektedirler. Deniz seviyesinde yaklaşık bir metrelik bir yükseliş Şanghay, Kahire, Bangkok ve Venedik gibi önemli şehirlerin alçak seviyedeki alanlarının sular altında kalmasına sebep olacaktır. Pirinç üretiminin yapıldığı Bangladeş, Hindistan, Mısır, Çin gibi alçak alanlar ve büyük deltalarda etkilenebilecektir. Tahminlere göre Mısır, Nil deltası boyunca ekilebilir alanlarının % 15’ini kaybedebilecek ve ülke nüfusunun %7 si yer değiştirmek zorunda kalabilecektir.

Isınma, dünya yüzeyinde her bölgede aynı ölçüde olmayacak. Sıcaklık artışının, yüksek enlemlerde ve özellikle de kutup bölgelerinde daha şiddetli hissedilmesi bekleniyor. Bu bölgelerdeki sıcaklık artışının dünya ortalamasının iki katı kadar olacağını tahmin ediliyor. Yani dünyanın ortalama sıcaklığı 3,5°C artarsa, kutup bölgelerinde ortalama sıcaklık 7°C kadar artacak. Doğal olarak bu durum Arktik Denizi'yle Antarktika'daki buzların ve dağlardaki buzulların erimesini de beraberinde getirecek. Uzun erimde bu bölgeler belki yine bitki ve ormanlarla kaplanacak. Buzların erimesinin de çok önemli bir etkisi olacak; deniz düzeylerinin yükselmesi. Ancak bu yükselmenin ne kadar olacağı, sıcaklık artışına ve buzların erime miktarına bağlı.

Yapılan hesaplara göre 3-4°C'lik bir sıcaklık artışı, 2050 yılında denizlerin düzeyini en fazla 35 cm kadar yükseltecek. Bu yükselmede, buzların erimesinin yanı sıra sıcaklık artışı yüzünden okyanuslardaki suların ısıl genleşmesinin de payı olacak. Deniz düzeyinin yükselmesi kıyı şeritlerinin değişmesine ve kıyı ülkelerinin toprak kaybetmesine yol açacak. Örneğin 2100 yılına doğru, deniz düzeyi 60 cm yükseldiğinde, ABD'nin toprak kaybının 25.000 kilometrekareye ulaşacağı hesaplanıyor. Büyük bir bölümü alçak deltalardan oluşan Bangladeş'se topraklarının %10'unu yitirebilir. Bu durum daha şimdiden başta Bangladeş, Maldiv Adaları, Mozambik, Pakistan ve Endonezya olmak üzere birçok ada halkını ve kıyı ülkeleri endişelendiriyor.

Deniz düzeyinin yükselmesi, kıyılardaki toprak kaybının yanında bir başka önemli sorun daha yaratacak: Kıyılara yakın temiz su kaynaklarının denizle birleşmesi. Temiz su sorunu, 21. yüzyılda, sıcak dünyanın belki de en önemli sorunu olacak. Çünkü artan buharlaşma yüzünden de göl ve ırmak sularında % 20'ye varan bir su kaybı olması bekleniyor.

  • Geçtiğimiz 100 yılda deniz seviyesi ortalama 10-25 cm yükselmiştir

  • Bu olayın 1860 yılından beri aşağı atmosfer ortalama sıcaklığının 0.3-0.6 C yükselmesi ile çok yakın ilişkisi vardır.

  • Modeller deniz seviyesinin 2100 yılına kadar 15-95 cm yükseleceğini göstermektedir.

  • Beklenen bu yükselme geçmiş 100 yılda meydana gelenden 2-5 kat daha kısa zamanda oluşabilecektir. Ayrıca deniz seviyesindeki değişimin büyüklüğü ve oranı bölgeden bölgeye değişim gösterecektir.

  • Kıyı bölgeleri ve küçük adalar tehlike altındadır.

  • Gelişmekte olan ülkeler ile güçsüz ekonomileri büyük bir riskle yüz yüzedir. Fakat gelişmiş ülkelerdeki kıyı bölgeleri de ciddi şekilde etkilenecektir. Şimdiki koruma şartlarında deniz seviyesinin 1 m. yükselmesi ile Uruguay’ın %0.05 i, Mısır’ın %1 i, Hollanda’nın %6 sı ve Bangladeş’in %17.5 inin sular altında kalacağı tahmin edilmektedir.

  • Beslenme ve kıyı erozyonu kötüleşecek

  • Tatlı su kaynaklarının kalitesinde tuzlu su karışımı nedeniyle azalma olacaktır. Yüksek deniz seviyesi; yüksek gel-git, kuvvetli dalga ve sismik dalgalar (tsunami) gibi ekstrem olaylara sebep olacaktır. Kuvvetli dalgalardan oluşan seller çoğu gelişmekte olan ülkelerde olmak üzere ortalama yılda 46 milyon insani etkilemektedir. Çalışmalar deniz seviyesinin 50 cm yükselmesinde bu rakamın 92 milyona ulaşacağını göstermektedir.

  • Deniz seviyesinin yükselmesi ekonomik sektörlere zarar verecektir.

  • Beslenme ile ilgili olarak kıyı bölgelerindeki balıkçılık ve tarım üretimi özellikle risk altındadır. Diğer riskli sektörler ise turizm, yerleşim ve sigortadır. Beklenen deniz seviyesindeki yükselme sonucu düz alanlar seller altında kalarak kıyı üretim alanları zarar görecektir. Bunun sonucu milyonlarca insan kıyı alanları ve küçük adalardan göç edecektir.

  • İnsan sağlığını tehdit.

  • Sel altında kalan topluluklardaki göçlerde bulaşıcı hastalık, psikolojik rahatsızlık ve diğer hastalıkların riski artacaktır. Böcekler ve diğer hastalık taşıyıcılar yeni alanlara yayılabilecektir.

Küresel Isınmanın İnsan Sağlığı ve yerleşimlerine Etkisi

İklim değişimi doğrudan insan sağlığını etkileyecektir. Küresel ısınmanın kalp, solunum yolu ve diğer bazı hastalıklara sebep olacağı düşünüldüğü gibi sürekli sıcak hava, seller, fırtınalar ve diğer ekstrem hava olaylarından psikolojik rahatsızlıklar, hastalıklar ve ölümler meydana getirebileceği kabul edilmektedir. Soğuk iklimlerdeki sıcak hava dalgaları soğukla ilgili ölümleri azaltabilir, bu tip pozitif etkiler, görülen negatif etkileri dengeleyemez.

  • Uzun vadede görülecek dolaylı etkileri çok önemlidir.
  • İklim değişiminin ekolojik sistemleri ve doğal kaynakları değiştireceği, insan sağlığını etkileyeceği ve sosyal ve ekonomik değişikliklere neden olacağı tahmin edilmektedir. Bu değişimler böcekler, su ve diğer etkenler tarafından bulaştırılan hastalıkların çoğalacağını göstermektedir.

  • Sıcak hava böcekler ve diğer hastalık taşıyıcıların yayılmasına imkan tanımaktadır.

  • Bu durumda organizmaların yüksek enlem ve boylamlara yayılması mümkün olabilecektir. Örneğin her yıl dünyada iki milyon ölümle sonuçlanan 300 milyon malarya salgını meydana gelmektedir. Dünya nüfusunun yaklaşık %45’ i malarya geçiren sineklerin bulunduğu iklim bölgelerinde yaşamaktadır. Modeller bu oranın önümüzdeki yüzyılın yarısına kadar % 60’ a çıkacağını tahmin etmektedir.

  • Besin ve su ile bulaşan hastalıklar artabilecektir.

  • Sıcak havalar, su kaynaklarında azalma kolera tipi hastalıkların yayılmasına neden olur. Üretimdeki bölgesel azalmalar sonucu ise açlık ve kötü beslenmede artışlar görülmektedir. Bütün bu şartlar uzun vadede özellikle çocuklar için sağlık problemleri doğuracaktır. Astım, alerjik hastalıklar ve kalp-solunum yolu hastalıklarının görülme sıklığı ile iklim değişimi arasında kuvvetli bir ilişki görülmektedir.

  • İnsan yerleşimleri birçok dolaylı sebepten etkilenecektir.

Örneğin kırsal alanlarda doğal kaynakların verimliliğindeki gerileme kırsal alandan kente göçü hızlandırır. Göçte etkili olan ürün kayıpları, seller veya kuraklığa karşılık barınma, su, beslenme ve sağlık hizmetlerinde eksiklikler insanları etkilemektedir.

Küresel ısınma, insan sağlığı açısından yeni durumlar oluşturacak. Temmuz 1995'te ABD'nin Chicago kentinde aşırı sıcaklar yüzünden 465 kişi yaşamını yitirmişti. Sıcaklık artışı nedeniyle bu tür olaylar yüzünden her yıl binlerce kişinin yaşamım yitirmesi bekleniyor. Ayrıca böcek yumurtalarının ölmesini sağlayan gece ve kış soğuklarının hafiflemesi, önemli bir sorun olacak. Bunun basit ve somut örneği, sıtma taşıyan sivrisinekler. Bu sivrisinekler, 17°C'nin altında en fazla 1-2 gün yaşayabilir. Bu durum, onları dünya nüfusunun % 58'nin yaşadığı bölgelerden şimdilik uzak tutuyor. Ama 5°C'lik bir küresel ısınma, onların doğal yaşam alanını genişleterek, dünya nüfusunun % 60'ını o alanın içinde bırakacak. Bu düzeydeki bir küresel ısınmanın, her yıl fazladan bir milyon kişinin sıtmadan ölmesine yol açacağı sanılıyor. Bunun yanında kimi bölgelerde şiddetli kuraklık dönemlerinin ardından gelecek aşırı yağışların virüs mutasyonlarını hızlandırabileceği tahmin ediliyor. Bu nedenle yalnızca sıtmaya değil, bugün kuzey enlemlerinde seyrek rastlanan kimi hastalıklara da daha sık rastlanacak. Ayrıca sıcaklıkla birlikte salgın hastalıklarında artması bekleniyor.

Küresel Isınmanın Su Kaynaklarına Etkisi

  • Bazı bölgelerde yağış artarken bazı bölgelerde azalacaktır.

  • Yağışta meydana gelecek herhangi bir değişim yüzey nemliliği, yüzey yansıtma katsayısı ve bitki örtüsünü etkileyecektir. Bu da evapotranspirasyonu ve bulut örtüsünü etkileyerek yağışı etkilemektedir. Kısaca hidrolojik sistem insan aktivitelerine; şehirleşme etkisi, buz erimesi gibi şekillerde cevap vermektedir.

  • Yağış paternlerindeki değişim ne kadar suyun tutulabileceğini etkileyecektir.

    Birçok model sağanakların şiddetini arttıracağını öngörmektedir. Bu da suyun toprakta süzülmesinin azalarak sellerin artacağını göstermektedir. Mevsimlik paternlerdeki değişim yerüstü ve yeraltı su kaynaklarının bölgesel dağılımını etkileyebilecektir.

  • Büyük yağışlardan dolayı yüksek enlem bölgelerinde büyük akışlar görülebilir.

  • Kaynaklar ve havzalar etkilenecektir.

  • Evaporasyon ve akıştaki yeni oluşumlar doğal ekosistemleri etkileyecektir.

  • Suyun sıcaklığında ve termal yapısındaki değişimler organizmaların hayatta kalması ve büyümesi ekosistemlerin türü ve çoğalmasını etkiler. Akıştaki değişim, yeraltı suları ve yağış göller ve akarsular üzerinde direkt olarak besinler ve organik oksijenin çözünmesine etki eder. Bu da suyun kalitesi berraklığı üzerinde etkilidir.

  • Denizlerin yükselmesi kıyı alanlarda tatlı su kaynaklarına zarar verir.

  • Kıyı su alanları tuzlu suyun yeraltı sularına karışmasından dolayı tehlike altındadır.

  • Su kaynaklarındaki azalma tarım ve çevre üzerindeki etkisinden dolayı da insanlar üzerinde ek etki yapacaktır.

    Gelişmekte olan ülkelerde bölgesel su kaynakları 21.yy. da büyük tehlike altında kalacaktır. İklim değişimi; kirlilik, artan nüfus ve ekonomiden dolayı meydana gelen etkileri arttıracaktır. En büyük tehlike altındaki bölgeler kurak ve yarı kurak alanlar, bazı kıyı alanları, deltalar ve küçük adalardır.

  • Su kaynaklarını geliştirme çabaları yoksulluğun azalmasına yardım edecektir.

  • Bu amaçla yeni kaynaklar geliştirilmeli ve var olan kaynaklar verimli kullanılmalıdır. Uzun vadeli çalışma stratejileri olarak; su kullanımı direk kontrolü için teknolojiler, alışkanlık etkileri için vergiler ve teşvikler, yeni havzaların oluşturulması, su kirliliğinin azaltılması, nehir kanallarının yenilenmesi, kıyı bitki örtüsünün korunması çalışmaları geliştirilmelidir.

Küresel Isınmanın Diğer Etkileri

Küresel ısınmanın oluşturacağı çok daha önemli bir başka etkinin de taşıyıcı bant üzerinde olmasından korkuluyor. Küresel ısınma yalnızca hava sıcaklıklarım değil, deniz suyu sıcaklıklarını da arttıracak kuşkusuz. Eğer bu ısınma, taşıyıcı bandın alttan ve üstten giden akıntıları arasındaki sıcaklık farkını azaltırsa ve bu sırada okyanusların daha fazla yağış almasına yol açarak tuzluluk oranını düşürürse, bu dev akıntı sistemi durabilir. Okyanus tortulları üzerinde yapılan araştırmalar, geçmiş dönemlerde taşıyıcı bandın birkaç kez durmuş olduğunu ortaya koyuyor. Eğer böyle bir durum olursa Belfast'ın iklimi, yüzlerce kilometre kuzeydeki Spitsbergen'inki gibi olur. Bir başka deyişle küresel sıcaklık artışının, Kuzey Avrupa'daki sonuçlarından biri, şiddetli bir soğuma olabilir!

Bu ilginç örnekten de anlaşılacağı gibi küresel ısınmanın etkisi, hava sıcaklıklarının dünyanın her yerinde artması biçimde olmayacak. Gerçekte bu ısınma, çok karmaşık bir yapısı olan dünya iklim sisteminde köklü değişimlere yol açacak; kimi bölgeler (kuzey yarı küredeki kıtaların iç bölgeleri gibi) çok ısınıp kuraklık çekerken kimi bölgeler ılıman bir iklimin, kimileri de aşırı yağışların ve taşkınların etkisinde kalacak. Yağış dönemleri, miktarları ve türleri değişecek. Artan sıcaklık, daha çok buharlaşmaya ve buna bağlı olarak da daha çok bulut oluşmasına yol açacak. Yani 21. yüzyılın ortalarında dünyamız daha sıcak, daha nemli ve bol yağışlı olacak.

Böyle bir dünyada tarım üretiminin nasıl olacağı çok karmaşık ama çok da önemli bir konu. Bilim adamları arasında yaygın kanı; sıcaklık ve yeni yağış düzeni nedeniyle, ekilebilecek alanların kuzeye doğru bir miktar genişleyeceği. Yeni iklim desenleri, çiftçilerin bir bölümünü, ektikleri tarım bitkilerini değiştirmeye zorlayacak. Ama atmosferdeki karbon dioksit miktarındaki artışın, genel olarak dünya tarımın olumlu etkilemesi bekleniyor. Japonya'da yapılan bir araştırmada, karbon dioksitin iki katına çıkması durumunda pirinç üretiminin % 25 artacağı ortaya çıktı. Karbon dioksit bitkiler için besin demek. Atmosferdeki karbon dioksit oranının iki katma çıkması -öteki koşulların aynı kalması durumunda-dünyada alınan tarım ürününü % 10 ile % 50 arasında artıracakmış gibi görünüyor. Öte yandan tarım bitkilerinde görülen hastalıklarda da sıcaklıkla birlikte bir artış bekleniyor. Bu yüzden kurak bölgelerdeki çiftçiler hem daha çok sulama yapacaklar hem de daha fazla tarım ilacı kullanacaklar. Bir başka deyişle bu bölgelerde tarımsal etkinliklerin maliyeti artacak.

Küresel ısınmanın bir başka önemli etkisi de iklim kuşaklarının kayması olabilir. Örneğin bilim adamları yağmur kuşağının kuzeye doğru genişlemesini bekliyorlar. Ancak bu genişleme çerçevesinde yağışlar her bölgede de artmayacak; belli bölgelerde yoğunlaşacak. Birçok iklim modeli Güney Avrupa'daki yaz yağmurlarının azalacağını öngörüyor. Amerika, Avrupa ve Asya'nın 55° Kuzey enleminin yukarısında (yılın büyük bir bölümünde sıcaklığın sıfır derecenin altında olduğu bölgeler) kar yağışının artması bekleniyor. Daha güney bölgelerde kar yağışında bir azalmanın ve yağmurlarda da bir artışın olacağı, karın toprakta kalma süresinin azalacağı tahmin ediliyor. Şiddetli yağmurların daha sık yağması ve daha çok su bırakması bekleniyor.

Son çalışmalar, ısınan bir dünyada iklimsel aşırılıkların da yaygınlaşacağını, yani kuraklık, orman ve çayır yangını, taşkın ve sıcaklık dalgası gibi olaylarda bir patlama yaşanacağını gösteriyor. Doğal olarak tüm bunlar, hayvan ve bitkilerin doğal yaşam alanlarında değişikliklere yol açacak. Birçok hayvan türünün beslenme düzeni sarsılacak, yaşam alanları daralacak ve büyük göçler yaşanabilecek. Yeni koşullara uyum sağlayamayan çok sayıda bitki, böcek ve kuş türü ortadan kalkacak.

Küresel Isınmanın Yavaşlatılması

Hayatın başlangıcından beri küresel iklim değişikleri süre gelmektedir. Yeryüzündeki canlı ve cansız varlıklar, milyonlarca yıldan beri iklim değişiklerine sebep olmuştur. Küresel ısınmadaki hızlanmanın en önemli nedeni, sera etkisi yaratan gazların artışına sebep olan insan faaliyetleridir. Fosil yakıt tüketimi % 49, endüstriyel faaliyetler %24, ormanların yok edilmesinden dolayı CO2 tüketen fotosentez miktarındaki düşüş ve orman yangınları %14, tarım ve hayvancılık %13 oranında sera etkisine katkıda bulunmaktadırlar. Dolayısıyla küresel ısınmanın yavaşlatılması için bu faaliyetlerin durdurulamıyorsa bile yavaşlatılması gerekmektedir.

Karbondioksit Emisyonlarının Azaltılması

CO2 en önemli kaynağı fosil yakıtlardır. Fosil yakıt kullanımından CO2 emisyonunu azaltmak için iki farklı yol izlenebilir. Birincisi enerji kullanımından verimi yükseltmektir. Dünyanın kullandığı elektrik enerjisinin yaklaşık üçte ikisini fosil yakıtlardan üretilmektedir. Yapılan çalışmalar, elektrikle çalışan işletme ve aletlerin yeniden tasarlanarak elektrik tüketiminin azaltılabileceğini göstermektedir. Aynı zamanda ulaşımda kullanılan yöntemler değiştirilebilir. Yeryüzünde 400 milyon motorlu araçtan yılda yaklaşık 550 milyon ton karbon atmosfere salınmaktadır. Bu emisyonların azaltılması, yakıtı verimli kullanan araç motorlarının tasarımıyla gerçekleştirilebilinir. İkinci yol ise karbon emisyonuna sebep olmayan alternatif enerji kaynaklarının kullanılmasıdır. Güneş, rüzgâr, hidrolik v.b enerji kaynakları kullanılabilir.

Metan Emisyonlarının Azaltılması

Atmosferdeki metan miktarının artışında ormanların yok edilmesi ve hayvancılığın büyük etkisi vardır. Metan üretiminin azaltılmasında izlenebilecek en iyi yol, ormanların yok edilişini azaltmak veya tamamıyla durdurmak ve küresel olarak hayvansal beslenmeyi azaltarak yer yüzeyindeki kesimlik hayvan sayısını düşürmektir.

Azotoksit Emisyonunun Azaltılması

Azot oksit emisyonlarını düşürme yöntemlerinden biri, yapay gübreleri daha az kullanmaktır. Bir diğeri ise termik santrallerden ve araba egzozlarından çıkan azotoksit miktarının azaltılmasıdır.

CFC Emisyonunun Azaltılması

Uluslar arası sözleşmelerle, tüm Dünya da CFC lerin kullanımı aşamalı olarak yasaklanmaktadır. Bu sözleşmelere göre 1989-2000 yılları arasında atmosfere atılan CFC emisyonu %35 azalmış olacaktı. Ozon tabakasının tahribi ile ilgili olarak 1992 de yapılan Kopenhagen zirvesi, CFC üretiminin gelişmiş ülkelerde 1996 ya kadar, gelişmemiş ülkelerde 2010 a kadar durdurulması zorunluluğu getirilmiştir.

Ağaçlandırma

Küresel ısınmayı yavaşlatmanın bir diğer yolu ağaçlandırma projelerini desteklemektir. Bitkiler ve çevresindeki toprak sürekli olarak karbonu depolamaktadır. Yapılan araştırmalar, 130 milyon hektarlık bir ormanın yılda 660 milyon ton karbonu bünyesine alabildiğini göstermiştir.

TÜRKİYE’DE KÜRESEL ISINMA

Türkiye’nin Durumu

Hükümetler Arası İklim Değişim Paneli 3. Değerlendirme Panelinde kullanılan çeşitli modellere göre 2050 yılına kadar yalnızca sera gazları artışı ele alındığında Türkiye’deki sıcaklık artışının 1-3 oC, sera gazları ve sülfat parçacıklarındaki değişimler temel alındığındaysa 1-2 oC lik olacağı öngörülüyor. Atmosferdeki CO2 birikimlerinin temel alındığı bir başka modellemeye göreyse, karbondioksit miktarını azaltmak için hiçbir önlem alınmadığında 2080’e kadar Türkiye de yıllık ortalama sıcaklıklarda 3-4 oC artış, yağışlarda 0-1 mm/gün azalma, akarsuların yıllık akımlarında %20-50 azalma ve tarımsal üretimde %0-2,5lik bir azalma öngörülüyor. Bu modelde, CO2 birikiminin 750 ppm de durdurulduğunun kabul edildiği senaryoya göre ise, 2-3 oC sıcaklık artışı gözleneceği 550 ppm de durdurulduğunun kabul edildiği senaryoya göre 1-2 oC lik sıcaklık artışı gerçekleşecek. Yıllık ortalama yağışlarsa, senaryolara göre 0-0,5 mm/gün azalacak, ilk senaryoya göre akarsu akıntılarında %5-25 lik, ikinci senaryoya göre %0-15 lik azalma gözlenecek. Her iki senaryoya göre de, tarımsal üretimde 2080 lere kadar %0-2,5 lik bir azalma söz konusudur. Bu sayısal verilerin yol açacağı ikincil sonuçlarsa, fırtınalar, şiddetli yağışlar, sel ve taşkınlar, suyla bulaşan hastalıklar ve vektör üremesine uygun ortam oluşturduğu için bulaşıcı hastalıklarda ve sıcaklık dalgalarındaki artış olarak gösteriliyor. Ayrıca IPCC ye göre 1990da ülkemizde kişi başına düşen su miktarı 3070 m3. Nüfus artışı ve iklim değişimi etkilerinin bir araya gelmesiyle 2050 Türkiye de 700–1910 m3 olacağı öngörülüyor. Bunlara ek olarak toprak nemliliğinde değişimler olacağı, sıcaklığın 2 oC artacağı ve yağış miktarının değişmediği durumlarda bile, yüzey akışlarda % 4-37 arasında; 4 derece arttığı senaryoda ise % 8-91 arasında bir azalma olacağı ve yüzey akışlarındaki en büyük düşüşün Cizre-Urfa-Harran havzasında görüleceği gibi olumsuzluklar ortaya çıkacak. Ayrıca, buharlaşmanın ve yaz aylarında kuraklığın artacağı, iç sularda yaşayan balık türlerinde azalma olacağı, arazi kullanımından meydana gelecek değişikler nedeniyle erozyonun artacağı söyleniyor.

Küresel Isınmanın Türkiye Üzerindeki Etkileri

Atmosferdeki sera gazı birikiminin artışına bağlı olarak önümüzdeki on yıllarda gerçekleşebilecek bir iklim değişikliğinin Türkiye de neden olabileceği çevresel ve sosyo-ekonomik etkiler aşağıda özetlenebilir.

  • Sıcak ve kurak devrenin uzunluğundaki ve şiddetindeki artışa bağlı olarak orman yangınlarının sıklığı, etki alanı ve süresi artabilir.

  • Tarımsal üretim potansiyeli değişebilir( bu değişiklik, bölgesel ve mevsimsel farklılıklarla birlikte, türlere göre bir artış ya da azalış şeklinde olabilir.

  • İklim kuşakları, yerin jeolojik geçmişinde olduğu gibi, ekvatordan kutuplara doğru yüzlerce km kayabilecek ve bunun sonucunda da Türkiye, bugün Orta Doğu da ve Kuzey Afrika da egemen olan daha sıcak ve kurak bir iklim kuşağının etkisinde kalabilecektir. İklim kuşaklarındaki bu kaymaya uyum göstermeyen fauna ve flora yok olacaktır.

  • Doğal karasal ekosistemler ve tarımsal üretim sistemleri, zararlılardaki ve hastalıklardaki artışlardan zarar görebilecektir.

  • Hassa dağ ve vadi- kanyon ekosistemleri üzerindeki insan baskısı artacaktır.

  • Türkiye’nin kurak ve yarı kurak alanlardaki özellikle kentlerdeki su kaynakları sorunlarına yenileri eklenecektir.

  • İklimin kendi doğal değişkenliği açısında, Türkiye de su kaynakları üzerindeki en büyük baskıyı, yaz kuraklığı ile öteki mevsimlerde hava anomalilerinin yağışlarda neden olduğu rasgele değişkenlik ve kurak devreler oluşturmaktadır. Bu yüzden kuraklık riskindeki olumsuz bir değişkenlik, iklim değişikliğinin tarım üzerindeki etkisini şiddetlendirebilir.

  • Kurak ve yarı kurak alanlarının genişlemesine ek olarak, yaz kuraklığının süresinde ve şiddetindeki artışlar, çölleşme süreçlerini, tuzlanma ve erozyonu destekleyecektir.
  • Kentsel ısı adası etkisinin de katkısıyla, özellikle büyük kentlerde, sıcak devredeki gece sıcaklıkları belirgin bir biçimde artacak; buda havalandırma ve soğutma amaçlı enerji tüketiminin neden olabilecektir.
  • Su varlığındaki değişkenlikten ve ısı stresinden kaynaklanan enfeksiyonlar, özellikle büyük kentlerdeki sağlık sorunlarını arttırabilir.

  • Rüzgar ve güneş gibi yenilenebilir enerji kaynakları üzerindeki etkiler bölgelere göre farklılık gösterecek olmakla birlikte, rüzgar esme sayısı ve kuvveti ile güneşlenme süresi ve şiddeti değişebilir.

  • Deniz akıntılarında, denizel ekosistemlerinde ve balıkçılık alanlarında, sonuçları açısından aynı zamanda önemli sosyo- ekonomik sorunlar doğurabilecek bazı değişiklikler olabilir.

  • Deniz seviyesinin yükselmesine bağlı olarak; Türkiye nin yoğun yerleşme, turizm ve tarım alanları durumundaki alçak taşkın – delta ve kıyı ovaları ile haliç ve ria tipi kıyıları sular altında kalabilir.

  • Mevsimlik kar ve kalıcı kar –buz örtüsünün kapladığı alan ve ve karlı örtülü devrenin uzunluğu azalabilir; ani kar erimeleri ve kar çığları artabilir.

  • Kar erimesinde kaynaklanan akışın zamanlamasında ve hacmindeki değişiklik su kaynaklarını, tarımı, ulaştırmayı etkileyebilir.

Türkiye de Alınabilecek Önlemler

Türkiye’nin 1990 verilerine göre CO2 salınımında 23., kişi başına düşen CO2 salınımında 75. ve CO2 salınımının gayri safi yurt içi hasılaya oranında 60. sırada yer alır. Türkiye gibi enerji talebinin her geçen yıl katlanarak arttığı bir ülkede, kömür kullanımından kaynaklanan sera gazı salınımlarının, yakın dönemde sıfırlanması pek mümkün görünmüyor. Bu nedenle, öncelikle kömür kaynaklı elektrik üretimi yapan santrallerin iyileştirilmesi gerekmektedir. Elektrik enerjisi üretiminden verimliliğin %1 arttırılması bile CO2 salınımında %2-2,5 lik bir azalmaya yol açabiliyor. Enerji tasarrufu konusunda yapılan bir takım çalışmalarsa, Türkiye de tüm sektörlerde ortalama % 25 in üzerinde enerji potansiyeli bulunduğunu gösteriyor. Ayrıca Türkiye de bulunan yenilenebilir enerji kaynakları açısından da oldukça zengin bir ülke. Jeotermal potansiyel açısından dünyada 7. sırada bulunan, rüzgar enerjisi açısından elverişli bölgelere sahip, güneşli gün sayısı yüksek olduğu için güneş enerjisi ve akarsuları sayesinde de hidroelektrik potansiyeli yüksek, biokütle açısından da zengin kaynakları olan bir ülkede yaşamaktayız. Bütün bu kaynakları gereğince değerlendirmek Türkiye için halkın yaşam standartlarını düşürmeden sera gazı salınımlarının azaltılmasında bir fırsat olacaktır.

Kaynaklar

  1. Mançuhan,E.,Savar,A.,Ünal,S., Çevre Bilinci, Bilgisi Ve Eğitimi, Marmara üni.,2001

  2. Boşgelmez,İ.,Paslı,N.,Savaşçı,.,Kaynaş,S.,2000,Ekoloji 1,Ankara.

  3. Saydam,R.,german Technical CooperationThe Global Enviromental Problems

  4. Bilim ve Teknik Dergisi, Aralık 2006, Sayfa 22,23.

  5. http://www.rec.org.tr/files/iklim/iklim-projeler_2_2728nisan2006.aspx

  6. http://www3.itu.edu.tr/~kkocak/iklimpdf.pdf

  7. http://www.iklim.cevreorman.gov.tr/raporlar/Enerji.pdf

  8. http://www.yildiz.edu.tr/~kvarinca/Dosyalar/Yayinlar/dyayin003.pdf

  9. http://www.metu.edu.tr/~wwwcevre/Yazilar/son_kuresel%20isinma.doc

  10. www.ekutup.dpt.gov.tr/cevre/oik548

  11. http://www.ercancelik.net/dunyanin-isinmasi.aspxl

  12. http://www.uludag.edu.tr/dergi2/seraetk.pdf

  13. www.bilgilik.com/makale/bilim/evren_ve_dünya/kuresel_isinma_odev.aspxl

  14. www.genbilim.com/content/view/35/39/-33k-

  15. http://www.koeri.boun.edu.tr/meteoroloji/nedir2.aspx

  16. http://www.haberbilgi.com/bilim/cevre/kuresel.isinma03.aspxl

Devamını Oku...

1 Şubat 2007 Perşembe

Çevre Yönetim Sistemleri

Dünyanın ve Türkiye’nin önemli sorunlarından biri Çevre Kirliliğidir. Çevre kirliğinin insanlar ve canlılar için büyük olumsuzluklar barındırmaktadır. Peki, evre kirliliğini önlemek için ne yapıyoruz? Kirliliğin önlenmesi için alınacak önlemler ne olmalıdır? Kirliliğin önlenmesinde atılacak adımlardan biri Çevre Yönetim Sistemini geliştirmek ve onu uygulamaktır.

Çevre yönetim sistemini tanımlamadan önce Çevre nedir? Sorusunu cevaplamamız bize çevre yönetim sisteminin etkili olacağı sınırlarını verecektir. Çevre, doğada canlı ve cansız varlıkların bulunduğu ve karşılıklı ilişkilerin gerçekleştiği ortamdır. Bu tanımı kuruluşu düşünerek yaptığımızda; çevre bir kuruluşun faaliyetlerini içinde yürüttüğü hava, su, toprak, tabii kaynaklar, belli bir ortamdaki bitki, hayvan topluluğu, insan ve bunların birbiriyle olan ilişkilerini içine alan ortamdır. Bir çalışan açısından çevre makinelerden, fabrika etrafından ve onu çevreleyen havadan oluşur. Bu çevreler birbirini etkiler. Örneğin, atıklar üretildiği o çevreyi ürünler ise diğer çevreyi etkiler. Bu etkileşmenin önemli bir sonucu çevre kirliliğidir, bunun sonucu oluşan hastalıklar özellikle kanser vakaları insan hayatını tehdit etmektedir.

Çevre yönetimi bu aşamada önem kazanıyor. Çevre yönetimi; doğal ve fiziksel çevrenin gelişimine yönelik yapılan uygulamaların bütünüdür.

Çevrenin gelişimi;

  • Kaynakların en iyi şekilde kullanılması

  • Zararların en aza indirilmesi

  • İnsan ihtiyaçları ile doğal kaynaklar arasındaki denge oluşturularak sağlanır.

Çevre yönetiminin amacı sonradan çareler aramak yerine önceden koruma/önleme politikaları oluşturmak üretim sonunda problemi çözmek yerine üretim sırasında çözümler bulmaktır.

Sanayi; toplumların refah düzeyinin yükseltilmesinde, istihdam yaratılmasında Ülkelerin sosyal ve ekonomik yönden gelişmelerinde çok önemli role sahiptir. Sanayi sektörü üretim faaliyetleri içersinde yeni teknolojiler geliştirerek ve uygulayarak, kaynakların daha akılcı kullanılmasında, çevre ile uyumlu gelişmenin sağlanmasında önemli işleve sahiptir. Unutulmamalıdır ki, her sanayi az yada çok atık ve emisyon çıkartır.

Çevre dostu ürünler üretmek, bunları üretirken çevreye zarar vermeyen teknolojiler kullanmak, kullanıldıktan sonra geri dönüşüm sağlamak amacıyla Çevre Yönetim Sistemleri geliştirilmiştir. Çevre yönetim sistemi; çevre yönetiminin bir sistem halinde uygulanmasıdır. Bu sistemin uygulanmasında uygulayıcılardan her biri bir zincirin halkasını oluşturur. Bu zincirin sağlamlığı halkalara bağlıdır. Nasıl ki zincirlerin devamı için bir halkanın bile büyük önemi varsa Çevre Yönetim Sisteminde de uygulayıcılardan her birinin önemi çok büyüktür.

Bu tanımlar göz önüne alındığında çevre yönetim sistemleri; işletmelerin çevreye verdikleri veya verebilecekleri zararların azaltılması veya mümkünse ortadan kaldırılabilmesi için geliştirilen yönetim sistemleridir. Bu yönetim sistemi, ürünlerin hammaddeden başlayıp nihai ürün haline getirilerek müşterilere sunulmasına kadar geçen sürecin her aşamasında çevresel etkilerin belirlenmesi, gerekli önlemlerle kontrol altına alınması ve çevreye verilebilecek zararın en aza indirilmesini sağlayacak bir sistem oluşturulmasını ifade eder.

Alınacak önlemlerin iyileştirilmesini ve sürekliliğini sağlamak için standartlar oluşturulmuştur. Uluslar arası kabul görmüş bu standartlar Uluslar Arası Standartlar Kurumu tarafından yayınlanmıştır. Uluslar Arası Standartlar Kurumu ISO 14000 serisini yayınlayarak çevreye verilecek etkinin en aza indirilmesinin amaçlamıştır.

Çevre yönetim standartları; İşletmelerin faaliyetlerini kontrol altına alabilecekleri yapıyı sağlar. Bu standartlar kanun ve mevzuata uyulmasını şart koşar. Bir ürün standardı olmayan Çevre Yönetim Sistemi Standartları ne üretildiğinden çok nasıl üretildiğiyle ilgilenir.

ISO 14000 Standart Serisi

ISO 14000 standartları Serisi işletmelerin karşılaştıkları çevre konularını belirlemelerinde yardımcı olacak yönetim sisteminin temel belgeler setini içermektedir. Çevre yönetim sistemi standartları 60 dolayına ulaşmıştır. Bunları özet olarak şu şekilde gruplandırırız.

14001–14004: Çevre Yönetim Standartları

Bu standartlar işletmelerin daha çok sorumlu olduğu standartlardır. Kuruluşların Politika amaçlarının belirlenmesinde, çevre yönetim prensip ve sistemlerinin geliştirilmesi ve uygulanmasında, bunların diğer yönetim sistemleriyle koordinasyonunun sağlanmasında kılavuzluk yapar.

ıso 14010 – 14012: Denetleme

Kuruluşlara, denetçilere ve onların müşterilerine çevre ile ilgili denetim uygulamasında geçerli olan genel prensipler konusunda rehberlik eder. Hem kuruluş içi hem kuruş dışı çevre denetçilerinin ve baş denetçilerin sahip olması gereken nitelikleri kapsar.

14013: Performans Değerlendirmesi

Kurulan sistemin etkinliğinin denetlenmesi ve değerlendirilmesi ile ilgili standarttır.

14020 -14024: Etiketleme

Piyasaya sunulan mal ve hizmetlere bağlı olarak çevre ile ilgili iddiaların nasıl olması gerektiğini ve bu iddialarda yer alan terimlerin nasıl kullanılacağına dair kuralları ve tarifelerini içerir.

14041- 14044: Ürüne İlişkin Konular Ve Yaşam Boyu Değerlendirme

Sürdürülebilir kalkınma kavramında Ürünlerin çevreciliğinin devamını sağlamak için oluşturulmuş standarttır. Kuruluşun çevre politikalarına uygun olarak çevre faaliyetlerini geliştirmek için kuruluş çevre yönetim sistemini sürekli iyileştirilmelidir.

14060: Ürün Standartları

Bu standart, ürünün çevre üzerindeki olumsuz etkileri en düşük seviyeye indirmede göz önüne alınması gereken noktaları belirler.

ISO 14001 ÖZELLİKLERİ

ISO 14001 Kuruluşların çevre politika ve amaçlarının belirlenmesini sağlar. ISO 14001’in uygulanmasındaki amaç;

  • Çevre kalitesinin geliştirilmesine çalışmak

  • İnsan sağlığını korumak

  • Ekonomik meselelerin dengelenmesine yardımcı olmaktır.

ISO 14001 çevresel oluşum etkileri oluşmadan önce engellemeyi amaçlar. Çevresel zararların en aza indirilmesi için alınacak önlemleri teşvik eder. Bu standart çevre yönetim sistemlerinin yerleştirilmesi, kurulması uygulanması ile ilgili rehberlik görevini üstlenir. ISO 14001 çevre performans standardı değildir. İşletmelerin kendi performans amaçlarını ve hedeflerini oluşturma imkânını sağlamaktadır. Doğal kaynak kullanımının azaltılması, toprağa, havaya, suya verilen zararların en aza indirilmesini amaçlayan risk analizleri tabanında kurulan bir yönetim modelidir.

AVRUPA BİRLİĞİNDE ÇEVRE YÖNETİM STANDARDI

Avrupa birliğinin çevre denetim planı olan EMAS, önemli noktalarda ISO 14001’den farklılık gösterir. EMAS Avrupa birliğine üye ülkelerde geçerlidir. Avrupa Birliği Bölgesinde uygulanır. Endüstriyel faaliyetlerin bir bölümünde uygulanır. EMAS piyasa sektörlerinin özel türleri için oluşturulmuştur. Taş ocağı işletmeciliği, madencilik, enerji, atık ve yeniden kullanım gibi alanlarda bazı bölümlere yönelmiştir. Denetim sıklığı üç yıl ile sınırlıdır.

ISO 14001 ise uluslar arası geçerliliği olan bir standarttır. İşletmelerin tümünde uygulanabilir. ISO 14001 özel veya kamu sektörü, üretim veya hizmet sektörü, büyük ya da küçük her türlü kuruluşa uygulanabilir. ISO 14001 de Denetim sıklıklarla yapılır.

ISO 14001 ile EMAS arasındaki bu farklılıkların yanında her iki sistemin oluşturulma düşüncesi “Gönüllü Çevreciliği teşvik emek”tir.

ÇEVRE YÖNETİM SİSTEMİNİ ÖZENDİREN FAKTÖRLER

ISO standartlarına uyum gönüllülük esasına bağlı ise de yaygın olarak kabul görmüş olması ve ticari öncelikler bu uygulamayı zorunlu hale getirmiştir.

Çevresel risk ve fırsatlar bu zorunluluğun nedenlerindendir. Kirletici özelliği bulunan ürünlerin çalışanların, halkın hastalanması ve ya iş göremez hale gelmesine neden olması durumda ürünler oluşturduğu kirlilik sebebiyle dış pazarda kabul görmez. Uluslar arası pazarda saygınlığını kaybedebilir ve ya böyle bir saygınlık oluşturamaz. Bu durumda çevre riski ortaya çıkar. Öte yandan kirliliğin azaltılması, atıkların geri dönüşümünü sağlayarak enerji ve kaynak kullanımından tasarruf edilmesi ürünün çevreye duyarlı pazarda benimsenmesini dolayısıyla çevre fırsatını doğuracaktır. Çevre yönetim sistemleri çevre fırsatı oluşturur.

Çevre yönetim sistemini özendiren faktörleri iç ve dış faktörler olarak iki başlık altında toplayabiliriz.

İç Faktörler

  • İşletmelerin oluşturmak istedikleri çevresel imaj

  • Kuruluşların hissedarlarının çevresel sorumluluk alınması konusundaki talepleri

  • Finansal performans artışı

İşletmelerin kâr elde etme, Pazar payını arttırma istekleri çevre yönetimi sistemlerini kurmalarında etkisi büyük olan iç baskıyı oluşturmaktadır.

Dış Faktörler

  • Çevrede yaşayan halkın şikâyetleri

  • İşletme ruhsatıyla ilgili ihtiyaçlar.

  • Müşterilerden gelen çevresel performans değerlendirilmesi konusundaki baskılar.

  • Daha makul değerlere sigortalanma imkânı

Çevre yönetim sistemi kuran bir işletme kirlilik olayının dışında kalacağından çevreye verebilecekleri olumsuz etki potansiyeli azalacaktır, daha düşük fiyatlara sigortalanabilirler. Buda önemli bir maliyet düşüklüğü sağlayacaktır.

İşletmeler yasalardan ilişkide oldukları kurumlardan ve kamuoyundan etkilenirler. Çevre konusunda artan bilinç halkın şikâyetleri dış baskı oluşturur. Bu ve buna benzer baskılar arttıkça kuruluşların çevresel taahhütlerini ve bu konudaki güvenirliliklerini müşterilere halka, yönetime, çalışanlarına, hissedarlarına göstermek ihtiyacı artmıştır.

Yasal sınırlamaların giderek daha zorlayıcı olması, oluşan atıkları bertarafında yaşanan güçlükler ve yüksek maliyetler, Resmi makamlardan alınacak izinler çevre yönetim sistemlerinin kurulmasını özendiren faktörlerdir.

ÇEVRE YÖNETİM SİSTEMİNİN YAPISI

Bu yapı çevrenin iyileştirilmesinde bir güvence oluşturacaktır. Bu süreç şu şekilde gerçekleşir.

  • Planlama süreci

    • Çevre boyutları tespit edilir. Önemli olanlar değerlendirilir.

    • Amaç ve hedefler oluşturulur.

    • Uygulamalar planlanır.

  • Uygulama Süreci

    • Plan uygulanır.

    • Kuruluşun hedefleri doğrultusunda önlemler alınır.

  • Kontrol Et

    • Planlanan faaliyetler etkinlik ve yeterlilik bakımından kontrol edilir.

    • Sonuçlar planlananlar ile karşılaştırılır.

    • Zayıf noktaların çıkması için veri oluşturulur.

  • İyileştir

    • Uyumsuzlukların oluşmaması için düzeltici önleyici faaliyetlerle planlar yeniden yapılandırılır.

ÇEVRE YÖNETİM SİSTEMLERİNİN YARARLARI

İşletmeler; ISO 14001 sertifikasına ve çevre yönetim sistemine sahip olduktan sonra insanlara meselelerini kolayca açıklayabilirler. Bu ikna kabiliyetinin sebebi tam anlamıyla çevre yönetim sistemini oturtmuş kuruluşun sistemde oluşturduğu çevresel hedeflerle çevre kalitesinin en üst seviyede koruyacağına dair verdiği güvencedir.

Mevcut çevre yasalarına uyumda problem yaşamayacaklardır. Çevre kanunlarına uyumsuzluk söz konusu olduğunda kuruluşların kapatılma ihtimalleri vardır. İyi bir çevre yönetim sistemine sahip olmak kanunlara uyumu kolaylaştıracak ve kapatılma riskini azaltacak veya ortadan kaldıracaktır. Tabi ki bu sistemin sürekliliği de bu değerlendirmede önemlidir.

ISO 14001’e sahip olan bir kuruluş ihalelerde rekabet gücü arttıracaktır. Çevreye zarar vermeyen bir işletmede çalışmak çalışanları motive edecek, çevre korunmalarına verdikleri katkılardan dolayı teşvik ve ödüllerden yararlanabilecektir.

Pazar paylarında artış olacağı gibi Yeşil Ürünler Pazarın dan da pay alabileceklerdir.

Uluslar arası pazarda mal satabilmek için çevre yönetim sistemleri ciddi olarak aranır olmuştur. Bir ürünü üreten çeşitli işletmeler olabilir. Bu ürünlerin fiyat ve kalitelerinin aynı olduğu durumda çevreci ürün müşterilerin ilgisini çekecek ve diğer ürünlere üstünlük sağlayacaktır. Bu önemli oranda Pazar payını arttıracak ve farklı pazarlara girilmesi yolunu açacaktır. Bunun yanında müşterilerin çevre ile ilgili beklentilere cevap verilmiş olacaktır.

ISO 14001; kuruluşlara ulusal ve uluslar arası alanda tanınmışlık sağlayarak prestijlik kazandırır. Şirket personeline verilen eğitimlerden dolayı çevre bilinci artacaktır.

Çevreye zarar vermeyen bir işletmede çalışmak çalışanları motive eder. Motivasyon çalışanların performansını artmasında en önemli adımı oluşturur. Çalışanları şirkete olan bağlılıkları da arttıracaktır.

Çevre maliyetlerinde azalma olacağından toplam maliyetlerde önemli bir düşüş görülür. Maliyetler işletmeler için sağlanacak kâr kadar önemlidir. İşletmeler çevre yönetim sisteminin uygulayarak çeşitli formlarda maliyette tasarruf sağlarlar. Çevre yönetim sistemiyle sağlanabilecek iyileşme ve gelişme şöyle özetlenebilir.

Çevre yönetim sisteminin uygulanmasında önemli bir yeri olan eğitim ile çalışanlarda gözlenen uygunsuz davranışların azalması fark edilir düzeyde olacaktır. Çalışanlarda dikkatsizlikler azalacak ve çalışanlar bilinçlendiklerinden iş kazalarında azalma görülecektir. İş kazalarında azalma ödenecek tazminatlarda azalmayı sağlarken iş gücü kaybını önleyecek ve kayıp zamanda azalma olacaktır. Bu çalışanların sağlıklı ve güvenli bir ortamda çalışmaları anlamına geldiğinden motivasyon artışı sağlanarak düşük maliyet sağlayacaktır.

Çevre Koruma faaliyetlerinde yapılacak olan geri dönüşüm ile malzeme kullanımında azalma, düzeltme maliyetlerinde azalma, çevre açısından önemli problem oluşturan atıklarda azalma ve sonuç olarak işletmeler için önemli olan düşük maliyet elde edilecektir.

Yönetim elde ettiği kazançlar sayesinde yeni yatırımlar yapacak veya kendini geliştirerek istihdam sürekliliğini sağlayacaktır. Verimli kaynak kullanımı sayesinde kaynaklar tasarruflu kullanılmış olacak, ek bir maliyet getirmeyecek ve üretkenlik artışı sağlanacaktır. Buda düşük maliyetin önemli sebeplerinden birisidir.

Enerji kullanımı açısından düşündüğümüzde etkin ekipman bakımı sağlayarak, etkin enerji kullanım sistemleri ile enerji ve diğer kaynakların tüketiminde azalma sağlanacak ekonomik kazanç oluşacaktır. Böylece maliyetler sistemli bir şekilde kontrol edilmiş olur.

Çevre yönetim sistemlerinin sağlayacağı bu yararlar düşünüldüğünde uygulanmasının yaygın olması beklenir. Fakat ülkemizde ISO 14001 sertifikasına sahip olma oranı oldukça düşüktür. ISO 14001 sertifikasına sahip kuruluşlar Türkiye de 1997 yılında 80 civarlarında iken 2004 yılsonu itibarıyla Türkiye’de ki işletmelerin % 15 i bu Sertifikasına sahiptir. Sistemin sağlayacağı yararlar ve bu oranlar düşünüldüğünde akla şu soru geliyor. Mademki bu sistem bu kadar çok fayda sağlayabiliyor neden işletmeler bu sisteme yönelmiyor? Çünkü bu sistemin ilk kurulma aşamasında personele verilebilecek eğitim, olası danışmanlık hizmetleri, ve çalışanların bu sisteme adapte olmaları için yapılan ücret zamları belli maliyetler getireceklerdir. Kâr amacıyla kurulan işletmeler, çevre yönetim sisteminin ilerde getireceği faydaları, ki bunların başında düşük maliyetler geliyor, göz önüne almadan zarar edeceklerini düşünmeleridir.

ÇEVRE YÖNETİM SİSTEMİ KAPSAMINDA ÜRÜN TASARIMI

Üretim yönetimi fonksiyonları ile çevre konularının birlikte değerlendirmesi işletmelerin çevreye olumsuz etkilerinin azaltılmasında önemli fırsatlar sağlar.

İşletmelerin üretim sistemleri atık yaratmayacak ve çevreye etkilerinin en az olacak biçimde tasarlanmalı ve uygulanmalıdır. Ürün tasarımı; kullanılan hammadde ve enerjiyi, üretici yönetimini, ambalajlamayı, nakliyeyi, atık oluşumunu, bertaraf tekniklerini, geri kazanım özelliklerini içine alan geniş bir yelpazedir.

Ürün kullanımından sonra ürün bileşenlerinin geri dönüşümü ve tekrar kullanım olanakları araştırılmalıdır. Kullanılamaz duruma gelen bileşenlerin çevreye etkilerinin en az olacak şekilde bertaraf yöntemleri değerlendirilmelidir. Kirliliği önleme teknolojilerin uygulanmasında mevcut üretim süreçlerinde ve ürün tasarımlarında değişmelerin yapılması gerekir.

ÇEVRE YÖNETİM SİSTEMİ KURMA AŞAMALARI

Çevre yönetim sistemini kurma aşmalarını ISO 14001’in maddeleri oluşturur.

1-Çevre Politikası

Yürürlükte ki yasalarla uyumlu olmalıdır. Sürekli gelişmeyi desteklemelidir. Politika dökümante edilmeli ve çalışanlara öğretilmelidir.

2- PLANLAMA

Kuruluş faaliyetlerinin çevreye etkisi yani çevre boyutu belirlenmeli, çevre yasa ve yönetmelikleriyle uyumlu amaç ve hedefler saptanmalı, çevre yönetim programı oluşturulmalıdır.

3.Uygulama Ve İşlem

Bu aşamada eğitim önemlidir. Kuruluş içi ve dışı iletişim sağlanmalıdır. Sistemin kurulması için kaynak, teknoloji insan gücü sağlanmalı, uygulama ve işlemi sürekli kontrol altında tutabilmek için bir temsilci ( çevre koordinatörü) atanmalı, acil durum planları yapılmalı ve olası bir kaza anında görev ve sorumluluklar belirlenmelidir. Sistem içinde düzeltici önleyici faaliyetler yapılmalı kuruluş kendi içinde sistemi denetimden geçirmeli ve sonuçları üst yönetime sunmalıdır.

4. Yönetimce Yürütülen Gözden Geçirme

Üst yönetim, çevre yönetim sisteminin uygunluğunu yeterliliğini ve etkinliğini sürdürebilmek için kendisinin belirlediği çevre yönetim sistemini gözden geçirmelidir. Çevre politikası amaç ve hedefleri gerekiyorsa değiştirilmeli, çevre ile ilgili yasa ve yönetmeliklerdeki değişiklikler uygulanmalıdır.

ISO 14001 SERTİFİKA ALMA SÜRECİ

Ülkemizde ISO 14001 sertifikası verme yetkisi olan TSE, BVQI, SGS gibi uluslar arası firmalara başvurulur. Bu sertifikayı almak için denetimden geçmek gerekir. Denetim ön ve belgelendirme denetimi olmak üzere iki şekilde yapılır. Ön denetimin amacı çevre yönetim sisteminin daha iyi anlaşılması ve belgelendirme denetiminin planlanmasına yardımcı olmaktır. Belgelendirme denetiminin amacı kuruluşunun kendi politika ve yöntemlerine uygunluğunun tespit edilmesidir.

Denetim denetçi sertifikasına sahip kişilerce yapılır. Denetimin kapsamı rapor hazırlama yöntemi, kuruluşun yeri, faaliyet ve özellikleri dikkate alınarak denetime başlanır. Denetimler sonunda sertifika verilir veya hazırlıkların tamamlanması için süre verilir. Sertifika genelde üç yıl için verilir. Sertifika koşullarının yerine getirilmesi için yılda en az iki kere denetim yapılır.

Devamını Oku...

Neden Trabzon ?!



Değerli okuyucular, hepimizin yakından takip ettiği gibi Trabzon ilimize en son yaşanan Dink cinayetiyle beraber yoğun bir baskı söz konusudur. Her yaşanan olayın bir geçmişi olmasından hareketle bu hafta sizlere “neden Trabzon?” sorusunu yanıtlamaya çalışacağım.


Trabzon’un ülke tarihinde çok büyük önemi mevcuttur. İstiklal Savaşı’nın başlamasına zemin hazırlayan Atatürk’ün Samsun’a gidişi, Karadeniz bölgesinde özellikle Trabzon’da, Rum ve Ermeni çetelerine karşı halkın ve Türk çetelerin karşı koyması sonucu olmuştur. Durumu öğrenen itilaf devletleri ve İstanbul hükümeti Atatürk’ü 9.Ordu müfettişi olarak bölgedeki Türk birliklerinin silahlarını dağıtmak amacıyla görevlendirmiştir. Tabii Mustafa Kemal Atatürk bu görev yerine hepimizin bildiği gibi Anadolu Halkını örgütleme görevini yapmıştır.



Dolayısıyla Anadolu halkının İstiklal Savaşını verme mücadelesinin ilk meşalesini Karadeniz bölgesi ve Trabzon başlatmıştır.


Trabzon ilimizin milli davalara karşı duyarlılığı tarihi misyonundan gelmektedir. Bu sebeple yakın geçmişimizde bunun ilk örneğini 10-12 sene evvel Rahmi Koç’un uçakla Trabzon’daki Meryem Ana kilisesini ziyaret için getirdiği papazlara koyduğu tepki ile görmekteyiz. Yoğun halk tepkisi sebebiyle uçak Trabzon’a girememiş ve geri dönmek zorunda kalmıştır.


Akabinde bu bölgeyle alakalı geçmişte kurulan Rum Pontus İmparatorluğu’nu tekrar gündeme getirmek ve bölgedeki milli hassasiyetleri zaafiyete uğratmak amacıyla “Rum Pontus Kültürü” adlı bir kitap yayınlanmıştı. Bu kitabı yazan Karadenizli fakat Yunanistan’da eğitim görmüş bir papazdı. Hatırlarsanız bu şahıs o dönem birçok televizyon programına da katılmıştı.


Nitekim daha sonradan Pontus ruhunu tekrar canlandırmak amacıyla bölgeden birçok gencin Yunanistan’a götürülerek burada eğitildiği gündeme gelmiştir. Gerçi bazıları için bu durum kültürel zenginlik olarak algılanmak istense de geçtiğimiz sene Ordu’da bir vatandaşın jandarmaya ihbarı sonucunda orada faaliyet gösteren misyonerlerin yöre halkını evinde bulunan ineğine kadar fişlemesi ve bu kayıtların bulunması bu bölgeyi ileriki dönemlerde nelerin beklediğinin çok açık göstergesidir.


Trabzon’un milli reflekslerinin denenmesi süreci “papaz ziyareti” olayının ardından PKK’nın bölgeye yerleştirilmesi şeklinde tezahür etmiş ancak bu deneme de tutmamıştır. Halk teröristlere linç girişiminde bulunmuş, daha sonra dağa kaçan teröristleri de güvenlik güçlerine teslim etmiştir.


Trabzon’un milli refleksini ölçmeğe yönelik bir diğer hareket ise, sol eğilimli, F tipi ceza evini protesto etmek amacıyla Trabzon’da gösteri yapan PAYAD’çılar tarafından gerçekleşmiştir. Trabzon’da F tipi cezaevi olmamasına rağmen protesto eylemi yapılması yukarıda izah ettiğim milli refleks deneme savını güçlendirmektedir. Bu protesto da halkın linç etme girişimiyle sonuçlanmıştır.


Kanaatimce geçen sene Katolik papazın Trabzonlu bir genç tarafından öldürülmesi ve yine Hrant Dink’in de Trabzonlu bir genç tarafından öldürülmesi, bölgeyi devlet baskısı ile susturmak amacı gütmektedir. Akabinde vali ve emniyet müdürünün görevden alınması ve ile müfettiş gönderilmesi bu durumu doğrular niteliktedir.


Son olarak şunu söylemek istiyorum: Bizler milli hafızamızı çabuk unutsak da yaşananlardan anlaşılmaktadır ki bazıları unutmamaktadır. İstiklal Savaşının temellerinin atılmasına vesile olan Trabzon bugün ilk susturulmak istenen illerin başında gelmektedir. Bu demektir ki Trabzon susarsa Anadolu hiç konuşamaz. Saygılarımla!


Devamını Oku...