29 Ocak 2007 Pazartesi

Fil Avcıları



Bilmem hiç fillerin nasıl avlandığını duydunuz mu? Fil avcılarının filleri avlama ve ehlileştirme hikâyesi şöyleymiş:


Filler çok geniş vadilerde yaşasalar bile her gün kullandıkları yoldan gidip gelirlermiş.


Fil avcıları da fillerin geçeceği yolu derince kazarlar üzerini ince bir tabakayla örterler ve en önde yürüyen filin o kazılan çukura düşmesini sağlarlarmış.



Fil avcıları siyah elbiseler içerisinde, yüzleri kapalı olarak gelir, çukurda çırpınan fili kırbaçla dövmeye başlarlarmış Birkaç gün hiç yiyecek vermezlermiş.


Birkaç gün sonra aynı avcılar, beyaz elbiseler içinde filin sevdiği yiyeceklerle gelirler ve filin karnını doyururlar ve hortumunu, yüzünü gözünü okşarlarmış.


Avcılar, fili kendilerine alıştırdıktan sonra çukurun önünü kazarak fili oradan çıkarırlar ve filin hortumundan tutarak kendi fil damlarına götürürler ve ölünceye kadar fili işlerinde kullanırlarmış.


Meşhur reklâm filminde olduğu gibi “hiç aklımızdan çıkmıyor ki” dediğimiz Türkiye için bu hikâyeden çıkarılabilecek benzerlikler var mı?


Türkiye’nin ekonomik krizlere sürüklenmesindeki en önemli dış aktörler ile bizi krizden kurtarmak için borç ve akıl verenler aynı…


Terör örgütüne her türlü desteği vererek palazlanmasına yardımcı olanlar ile terörle mücadelede işbirliği teklif edenler aynı…


Türk milletinin sadece dişinden tırnağından değil, etinden kemiğinden kopartılan tasarruflarını çok ustaca kurgulanmış bir oyun düzeni içinde kendi ülkelerine aktaranlar ile AB fonları, BM, Unesco vb projeleri ile yoksul kesimlere gıda ve sağlık hizmeti sunduklarını söyleyenler aynı…


Bizim atalarımızda fil avcısı olan yok. Birileri ise atalarından tevarüs ettiği fil avcılığını bizim üzerimizde daha modern bir formatta uygulamaya devam ediyor. Fakat oyunun esasında bir değişiklik görülmüyor.


Önce bazı kötü adamlar kullanılarak sizi çukura düşürür, sonra iyi adamlarını gönderirler ve sizi kurtarırlar. Böylece siz o kurtarıcılara karşı derin bir minnet ve vefa borcu içine düşersiniz. Zaman zaman hırpalansanız da, aşağılansanız da sizden beklenen tek bir şey var: Kurtarıcınıza kayıtsız şartsız sadakat ve canla başla çalışarak hizmet etmek.


Bu oyunun Törkiş versiyonlarını sahneye koyan cingözleri de unutmamak gerekir. Sizin varlıklarınızı -devlet gücünü, mafya gücünü, zenginlik gücünü kullanmak suretiyle- zimmetine geçirenlerin sizi himaye eder, size hizmet eder görüntüsü de bu oyuna benzemiyor mu? En temel varlıklarınızı, kendi kişisel menfaatleri uğruna satabilenler sizleri krizlerden kurtardıklarını söylemiyor mu?


Bu oyunun sizi götürdüğü yolun iki kapısı gösteriliyor. Bu kapının birincisi krize rıza kapısı, ikincisi ise keriz olmayı kabul kapısı olarak tanımlanabilir.


Üçüncü bir çıkış kapısı daha var gözlerden saklanan. Bu kapının ne olduğunu anlamak için, bu kapıyı kullanabilmek için lütfen milli mücadele tarihine yeniden göz atın. “Şu Çılgın Türkler”i veya en azından “Atatürk’ün Gençliğe Hitabesini” okuyun.


Hiç yorum yok: