Türkiye’de seçmenin seçtiklerinden ne beklediğini anlamak için konu üzerinde çok düşündüm. Öncelikle belirtmek gerekir ki, konu önümüzdeki seçimlerde seçmenlerin tercihlerinin hangi partiye yöneleceğini kavramaya çalışmaktan çok daha fazla boyutlu ve derindir.
Yıllar önce rahmetli Prof. Ayhan Songar’dan dinlediğim, aynı zamanda gazetedeki köşesinde de yazdığı, hatırasında şöyle anlatmıştı: Avusturya’da Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonuçlanmış ve BM Genel Sekreterliği de yapmış olan ünlü Kurt Valdheim ikinci defa Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Seçimden sonraki ilk göreve gelişinde Cumhurbaşkanı aracına eşlik eden başka hiçbir araç veya kişi yoktur. Kurt Valdheim makam aracından çantası elinde tek başına çıkar ve Cumhurbaşkanlığı konutuna çıkan merdivenleri sade bir vatandaş gibi yürür ve makamına girer. Ne bir kalabalık, ne de bir tezahürat vardır. Hatta merdivenlerin ortasında karşılaştığı Prof. Ayhan Songar’dan başka tebrik eden bile yoktur.
Avusturya’da yaşanan bu olay bize çok garip gelen bir uygulama olsa gerektir. Hele Sayın Süleyman Demirel’in son başbakanlığında altı ayı aşan kutlama ziyaretlerini hatırlayınca. Bunu da bir yana bırakın her dönemde milletvekillerini ve hatta belediye başkanlarının seçilmelerinden sonra aylar süren kutlama ziyaretlerini düşününce.
Peki, siyasetçiye ve özellikle de seçilmişlere bizde ve diğer geri kalmış ülkelerde gösterilen bu abartılı rağbet neden?
Türkiye’de ortalama yıllık büyüme en iyi ihtimalle %4-7 arası gerçekleşebiliyor. Bu rakamlar dünyada iyi sayılan rakamlar. (Son senelerde Çin ve birkaç ülke %10 civarında büyüme sağlayabiliyor.) Ülkenin ekonomik büyümesinden bütün vatandaşların çok adaletli bir şekilde ve aynı oranda faydalandığını varsayın. Yani nüfus artış hızını da hesaba katarak, bu yılki ekonomik durumunuzun gelecek yıl %2-5 kadar iyileştiğini düşünün. Acaba siz veya nüfusumuzun yüzde kaçı mutlu olur?
Nüfusun yarısına yakın bir kısmı yoksulluk sınırının altında olduğuna göre bu sınırın altında kalan vatandaşlarımızın yıllık yüzde birkaç puanlık artıştan tatmin olması pek mümkün görünmemektedir. Bu insanların normal şartlarda sıçramalı bir iyileşme beklentisi veya en azından umudu olmalıdır.
Nüfusun en zengin ilk %20 lik kesiminin ise hayalleri ve ihtirasları mevcut durumlarının gelişmiş ülkelerin zenginleri seviyesine hızla yükselmesi yolundadır. Arada kalan orta tabaka da, tüketim tutkusunu besleyen medya ve gelişmekte olan kapitalist eğilimler etkisinde benzer bir ihtiyaç içindedir. Yani düzenli ve yavaş artan bir iyileşme değil, ani ve sıçramalı bir iyileşme umudu toplumun çoğunluğuna hâkimdir. Milli piyango ve bahis oyunlarına rağbetin sebebi bu olsa gerektir.
Bu durumda ekonomik büyümeden adaletli bir şekilde yararlanma çoğunluğun işine gelmemektedir. Herkes kendi durumunda sıçramalı bir iyileşme olmasının başkasının payından almakla mümkün olduğunu seziyor. Bunun aracı olarak ta seçtiği siyasetçiden yararlanmak istiyor. Ekonomik olarak alt tabakalarda yer alanlar için çocuğuna iş, mahallesine yol gibi hizmetlerin alınması seçilenlerden beklenirken, daha zengin olanların ise devlet ihalelerinden pay kapmak, özelleştirmelerden şirketler ve imtiyazlar kazanmak gibi beklentileri olmakta.
Kısıtlı bütçe imkânları ile bütün talepler karşılanamayacağına göre, bütün yakınlarını ve yandaşlarını kollayan iktidar sahiplerinin de yıpranması ve oy kaybetmesi kaçınılmazdır. Hele seçilenlerde bir de ahlaki zaaf başlamışsa geçici olduğunu gördüğü bu dönemi değerlendirmek, kendisini ve yandaşlarını devlet imkânları ile zengin etmek öncelikli hedefi haline geliverir. Böylece toplumu ve siyaseti çürüten sürecin içine girilmiş olur.
İşte o zaman bizlere de, “seçmenin ahlaki zafiyeti mi seçilene yansır, yoksa ahlaksız siyasetçi tipi mi seçmenin ahlakını bozar” sorusuna cevap aramak düşer.
Bu sorunun çok rahatsız edici olduğu muhakkak. Ben size daha da rahatsız edici bir soru sorayım: Seçmen olarak sizler sadece kendi zekânız, çalışmanız veya teşebbüs kabiliyetinizle ekonomik durumumuzu sıçramalı iyileştirme şansına sahip olmayı kabul ediyor musunuz? Siyasetçinin gayrimeşru desteği veya harama ortak olması ile zenginleşmeyi istemiyorum diyebiliyor musunuz? Evet diyorsanız sayınızı artırmaya çalışınız. Hayır diyorsanız siyasetin de, toplumunda çürümesine katkıda bulunduğunuzu kabul ediniz.
Her kademede bulundukları makama seçimle gelenlere diyebileceğim ise şudur: Size verilen birer emanet olan makamlarınızda geçici olduğunuzu, hatta hayatın kendisinin de geçici olduğunu sık sık hatırlayınız. Geceleri huzurlu bir uyku uyumak için, evlatlarınıza şerefli bir isim bırakmak için geliniz zor olanı seçiniz. Şahsınızın ve yakınlarınızın bireysel menfaatlerini değil toplumun menfaatini ön plana alınız.
Böylesine ağır ve şerefli bir göreve talipseniz seçimlerde aday olunuz. Aksi taktirde sırtımızda yeterince kene var, bir de siz yapışmayın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder