2 Temmuz 2008 Çarşamba

Küresel Korku

Yaşadığımız çağ, malumunuz 21. yüzyıl. Yani küresel çağ. Dünya geneline ve ülkemize baktığımızda fark edilmemesi neredeyse imkânsız olan bir durum öylece karşımızda duruyor. “KORKU”. Batı toplumlarının korkuları olduğu gibi Doğu toplumlarına da korku hâkim. Bütün kıtalarda da durum farklı değil. Korkuları farklılıklar gösterse de, tüm dünya coğrafyasının ortak tek noktası belki de bu küresel korku. Hatta her toplumun kendi içerisindeki farklı kesimlerinin bile içerisine sızmış bu sinsi düşman. Dünyaya yeni gelmiş bebekler bile bilinci açıldığı anda korkularla donatılıyor. Her birimizin yüzlerce korkusu var. Peki, bu korkular nasıl oluştu? Nasıl böyle küresel bir boyutta gelişim gösterdi? Kendiliğinden mi meydana geldi? Yoksa belli amaçlar için özel olarak mı üretildi? İşte bu yazıda hep beraber bu soruların ve belki de daha fazlasının cevabını bulmak için biraz komplo teorisi ile bezenmiş fantastik bir yolculuğa çıkacağız.

“Korkular doğal görünürler fakat korkuların çoğu sonradan doğallaştırılmıştır.”
Korku, insanı yaşama karşı tetikte tutan son derece gerekli bir duygudur. İnsan doğasında bulunan en önemli donanımlardan biridir. Ölmekten korkarız örneğin, bu bizim yaşama tutunmamızı sağlar. Sevdiklerimizi kaybetmekten korkarız. O yüzden sevdiklerimize dört kolla sarılırız, fedakârlık ederiz onlar için. Kaybetme korkusu insanların arasında güçlü bir bağdır ve sevgi ve saygının korunmasında önemlidir. Annelerin korkuları da vardır, babaların da. İnancın temel direklerinden biri de Allah korkusudur. İmanımızı kaybetmekten ve o şekilde ölmekten korkarız. Yaptığımız hatalardan dolayı affedilmemekten korkarız. Korkularımız duygusal boyutta şekillenebildiği gibi, bedensel boyutta da meydana gelebilirler. Bunların en başında sağlık gelir örneğin. Sakat kalmaktan, hasta olmaktan korkarız. Korkularımız ve endişelerimiz yaşamımızı şekillendirmemizde büyük bir rol oynarlar.

Bütün bunların yanında artık farklı korkulara da sahibiz. Terör korkusu var mesela. Hükümet olan parti kapatılırsa ekonomi ne olacak? Ya işten çıkarılırsam? Ya Üniversite sınavını kazanamazsam? Ya başımı örttüğüm için okuma hakkım elimden alınırsa? Ya iş bulamazsam? Giysilerim marka değil, ya arkadaşlarım yadırgarsa? Maaşım bu ayı atlatmaya yetecek mi? Küresel ısınma varmış, sular ve doğal yaşam hızla tükeniyormuş. Halimiz ne olacak? Hatta dev göktaşları dünyaya yaklaşıyor. 2025’te çarpma ihtimali var. Yok, 2054 dediler geçenlerde… Bu petrol fiyatlarını kim durduracak? Pikniğe gidersek kene kurbanı olur muyuz? Tavuk yemesek mi artık, kuş gribi yayılmış. Sebzeler, meyveler hepsi hormonlu, nerden anlayacağız? Sucuk yemesek mi diyorum, içerisinde tuhaf şeyler varmış? Duydunuz mu kıtlık kapıya yaklaşmış. Sirke mide kanseri yapıyormuş. Şunları yersek aşırı kilo alırmışız. Çanta taşımayayım diyorum, kapkaç kurbanı olmak var. Haberleri izliyoruz “Korku”, Gazeteler de, izlediğimiz filmlerde, dergilerde, şarkılarda, mağazalarda, Aklımıza gelebilecek her yerde korku hâkim. Yüzlerce örnek verebiliriz. Tabiî ki tüm bunların gerçeklik payı var. Zaten korku yaratmasının nedeni de gerçek olması. Dünya üzerinde geleceğe ve yaşama dair olumlu konuşabilen insan sayısı o kadar az ki. Tüm sohbet konularımız korkular üzerine. Paranoyaklaşmış bir dünya toplumuyla karşı karşıyayız. Daha doğrusu paranoyaklaştırılmış. Dünyanın bu kadar korkuyla donatılmasının elbette masumane sebepleri olamaz. Öncelikle şunu belirtmek isterim ki, korkuları üretenlerin başka argümanları da vardır. Fakat itiraf etmem gerekir ki, “korku” en isabetli seçimleri olmuştur. Çünkü korku, insanların ulaşılabilinen en doğal dürtüsüdür. Daha içeriğini bile bilmeden hemen sarar bizi. Doğal gelir bizlere. “Korkular doğal görünürler fakat korkuların çoğu sonradan doğallaştırılmıştır.” Peki, amaç nedir?

“İnsanları ve toplumları yönetebilmenin en iyi yolu, onların korkularını kontrol edebilmektir.”

En net tarifiyle böyle açıklayabiliriz. Küreselleşen emperyalizmin gücüne güç katmak, toplumları ve bireyleri tüm yaşam unsurlarıyla kontrol altında tutmak, yaşam unsurlarımızı etkileyerek, yaşam biçimimizi dilediği gibi şekillendirmek, insanları sürekli harcayan, denileni istisnasız yapan, düşünmeyen, karşı çıkmayan, sadece kendini düşünen, değerlerini unutan, her anlamda köleleşen ve hatta robotlaşan bireyler haline getirmek için geliştirdiği yöntemlerden birine “Küresel Korku” denir. En azından ben böyle tanımladım. Sizler daha da geliştirebilirsiniz. Peki, bu korkular nasıl üretilir? Ben bunun için sanal bir fabrika oluşturdum. Dilerseniz bu fabrikayı beraber gezelim.

“Korku Fabrikası”

İlk olarak hammadde bölümüne bakalım. Korku üretiminde kullanılan hammaddeleri iki sınıfa ayırabiliriz. 1- Tabii(doğal) kaynaklar; Bunlar, genel olarak büyük afetler, küresel ısınma, kıtlık ve susuzluk tehlikesi, uzay(göktaşı vs.), çeşitli virüs ve hastalıklar vs. kaynaklı hammaddelerdir. 2- Suni(yapay) kaynaklar; Bunlar, Ekonomik hamleler, siyasi komplolar, hiç gerekmediği halde yaşamımıza olmazsa olmaz kıvamında yerleştirilen faktörler(marka, yaşam etiketi, lüks yaşam malzemeleri vs.), bazen demokrasi, bazen de barış, terör, savaş ve işgaller vs.

Bu hammaddeler imalat bölümüne gönderilir. Bu bölümde görevli personel genel olarak; küresel şirketler(silah, petrol, enerji, ilaç, bilişim şirketleri vb.), gizli servisler, her ülkede bulunan çeşitli yetkilerle donatılmış görevliler, bazı bilim adamları, kendi kurmuş oldukları bir takım sivil toplum kuruluşları, bazı gizli tarikat ve localar(Masonlar, Siyonistler, Avenjelist vb.), kendi oluşturdukları terör örgütlerinden vs. meydana gelir. Bu personeller görevlerini kıskanılacak bir organizasyon ve kusursuzlukla yaparlar. Dünyanın herhangi bir noktasında, istenilen sürede, istenilen korku ürününü, istenilen boyutta inşa edebilirler. Üretilen ürünler hemen servis edilmez. Öncelikle kalite kontrol aşamasından geçer.

Kalite kontrol bölümünde, ürün önce küçük seviyede denemeye tabi tutulur. Örneğin ekonomik bir krizden kısa bir süre önce çeşitli emareler verilerek nabız tutulur. Bir anlamda ön hazırlık yapılır da diyebiliriz. Bu aşamadan sonra fabrikanın en başarılı departmanına uğrayabiliriz.

Pazarlama departmanı, fabrikanın en başarılı bölümüdür. Hatta bazen hatalı bir ürünü bile kusursuz bir şekilde pazarlayabilmektedir. Bu bölümün personeli; bazı medya kuruluşları(bazı medya kurumları bu fabrikada çalışmasa da, farkında olmadan hizmet edebilmektedir.), televizyon, bazı reklâm şirketleri, bazı sinema şirketleri, her ülkede bulunan görevli yazarlardan vs. meydana gelir. Ürünü toplumlara ve bireylere öyle bir ustalıkla servis ederler ki, bu kendi aralarında bile rekabete yol açar. Korku ürünlerinin doğallaşmasını gerçekleştiren bölüm de pazarlama bölümüdür.

“Korkuların üreticisi Emperyalizm olsa da, ne tuhaftır ki, Emperyalizmin de korkuları vardır.”

Olağanüstü güçler elde eden Emperyalizminde çok çeşitli korkuları vardır. Ben sadece birkaç korkusuna değineceğim. Küreselleştirdiği dünya da güç kendi aktörlerine öyle bir devinimle akmaktadır ki, bunun meydana getirdiği Pazar kavgası hızla büyümektedir. Daha önceki iki büyük Pazar kavgasında(dünya savaşları) dünya devi çıkarmayı başaran Emperyalizm, bu kez kendisinden o kadar da emin değildir. Açıkça bütün küresel faktörlerinin bu güç ve Pazar kavgasında birbirlerini tamamen yok etmesinden korkmaktadır. Zaten G–8, AB, NATO ve benzeri örgütlenmeler bu yok olmayı engellemek üzere oluşturulmuştur. (NOT: On yıllar boyunca bize Emperyalizmin karşıtlığı hep Komünizm olarak gösterilmiştir. Oysa bugün ben diyorum ki; Komünizm, Emperyalizmin kendi iç yapısını büyütmek ve güçlendirmek için kullandığı en büyük argüman olmuştur. Bu iç yapılanma ve projeler tamamlandığında Komünizm feshedilmiş, yerine uygulama amaçları için yeni bir karşıtlık olan TERÖR getirilmiştir) Diğer büyük korkusu insandır. Evet, bildiğimiz birey olan insan. İnsanların yaşamlarını şekillendirmiş, köleleştirmiş, robotlaştırmış olsalar da, Allah’ın insana vermiş olduğu bazı donanımları yok edememişlerdir. Zaten İslam’ın, onların en büyük hedeflerinden biri olmasının da nedeni budur(diğer dinleri katmıyorum, çünkü Hıristiyanlık ve Musevilik zaten Emperyalizmin aktörleri olmuşlardır). İnsan yaratılış fıtratı gereği öyle bilinmezdir ki, tarihin her döneminde sizi şaşırtabilir. Emperyalizm bu konuda yeterince ders almıştır. Bir Çanakkale, bir Kurtuluş Savaşı, bir millet, bir Gazi Mustafa Kemal onlara tek başına ders olarak yeter. Emperyalizme, zulmün bu en kurumsallaşmış haline en ağır tokadı indirmiş bu milletten ve onun değerlerinden intikam elbette misliyle alınmaya çalışılacak. Ve alınıyor da…

“Sözümüzde durmak ve özümüzle yaşamak”

Dünyayı sarmış olan bu korku kuşatmasına ve diğer saldırılara bireysel olarak karşı durmanın en iyi yolu, sözümüzde durmak ve özümüzde yaşamaktır. Özümüzle yaşamak kavramıyla bahsettiğim şey, kendi kabuğumuza kapanmak değil elbette. Bütün dünya ile ilişkilerimizi tabiî ki yüksek seviyede tutacağız. Teknoloji ve gelişmenin sınırlarını zorlayacağız. Ama tüm bunları yaparken kendi öz değerlerimizi kaybetmeyeceğiz. Tarihimizi Unutmayacağız örneğin. Çok eski değil, daha geçen yüzyılın başında, atalarımızın yaşadıklarını unutmayacağız. Yoklukların zirvesinde, tüm dünyanın en büyük devlerinin kâbus gibi çöktüğü o alacakaranlık dönem. Olabilecek yüzlerce korkuyu ellerinin tersiyle itmiş, yüreğine sadece şehit olamadan ölmenin korkusunu yerleştirmiş bir millet. Ve sözümüzde duracağız. Nedir bu söz? Hepimiz iman ederken bir söz vermiş oluyoruz aynı zamanda. Bu dünyada ne yaşarsak yaşayalım, yaşam şartlarımız ne olursa olsun, sadece O’na kul olmak. Zulme karşı duracağız diye söz verdik. Her zaman mazlumun yanında olmacağız ve bedeli ne olursa olsun onları koruyacağız diye söz verdik. Bu konuda ayrıca bir yazı yazmak isterim. Sadece bir hatırlatma yapmak istiyorum burada. Çünkü her zaman içimde bir yaradır Hocalı katliamı… Burnumuzun dibinde, hemen şuracıkta... Rus destekli Ermenilerin yaptığı soykırım ve vahşet... Karınları yarılmış hamile kadınlar, Kel başı, top oynamak için kesilmiş çocuklar… Yıl daha 1992...Daha nice yamyamlıklar... Haberimiz vardı... Olacakları ve olanları biliyorduk… Kurtuluş mücadelesi vermiş bu ülkeye, Devlere karşı durmuş bu millete hiç yakışmadı... Parmağımızı bile oynatmadık. Gökyüzü ve yeryüzü feryat etti bu zulme, biz ne yaptık. Zulme rıza gösterdik. Unutmuştuk… Oysa zulme rıza, zulümdü…

İşte bizim kanserden beter hastalığımız... Unutmak… Özümüzü, sözümüzü, tarihimizi, acılarımızı, yaşananları unutmak... Unutmak karanlıkları doğurur. Ve “KORKU” karanlıklardan beslenir. Karanlığı kaldırmanın yolu sözümüzde durmak ve özümüzle yaşamaktır…

Yazıma burada son verirken, yazımın daha uzayıp sıkıcı olmaması adına birçok konuyu fazla ayrıntıya giremeden geçtiğim için affınıza sığınıyorum. Bundaki diğer bir amacım ise; okuyanların ayrıntılara kendi derinlerinde ulaşmaları ve kendi vicdan mahkemelerinde donatıldıkları korkuları yargılamaları. Milletimizin duruşunu en net şekliyle İstiklal Marşında buluruz. Biz yokluklar, zorluklar ve imkânsızlıklar içinde başaran bir Milletiz. Yüce Mevla’m Ülkemi ve Milletimi korkularından emin kılsın duasıyla, hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Sağlıcakla kalınız…

Hiç yorum yok: