El birliği ile Türkiye’nin krizlere sürüklenmek istendiği bir dönem yaşıyoruz. Rövanş ve intikam hevesleri şuur altına yerleşmiş, bir fırsat kolluyor. Cumhuriyet’in ve milli devletin kuruluşuna dün karşı olanların bugünkü torunları Türkiye’nin varlığından rahatsız. Neticesi hesap edilmeden kurumlar arası çatışma tırmandırılıyor. Yürütme, Yargı erkinin yerine geçici beyanlarda bulunuyor. Etrafımızda olup bitenler de ülkeyi yönetenler başta olmak üzere; çoğumuzu uyandırmıyor. Dirayetsiz, ufuksuz, teslimiyetçi siyasetçiler eliyle ülke kamplaşmalara götürülüyor. Yabancılar ve sömürge müfettişi rolünü üstlenenler de bunu zevkle seyrediyor. Aklıselim, ülke çıkarı, mutedil olma ve soğukkanlılık sözlüğümüzde yer almıyor. Tahrik, çatışma bizzat toplumun tepesinde yer alanlarca adeta teşvik ediliyor. Uzlaşma kültürü ve mutabakatların altına adeta mayın konuyor. Bu çirkin oyunu demokrasi zannediyoruz.
Bir takım siyasi çekişmelerden, birbiri ile uğraşma hastalığından kurtulalım. Türkiye’ye yönelen ihanet ittifakına ve kuşatmaya karşı şerefli ve demokratik bir mücadele verelim. Aynen Milli Mücadele döneminde olduğu gibi…
Basının basın dışı amaçlar için kullanıldığı ve yönetenler tarafından televizyonlar ve gazetelerin ele geçirildiği ve susturulduğu bir ortamda, bir takım menfaat hesaplarını iterek gaflet ve ihanetleri sergilemek, aslında bir ibadettir ve bir fazilet mücadelesidir.
Muhalefet yapılmasına imkân verilmediği, sindirme, bastırma, korkutmanın demokrasinin gereği gibi yutturulduğu günümüzde; askeri darbe edebiyatı yapılarak demokrasiyi tahrip eden birçok sivil darbe gözardı edilmeye çalışılmaktadır. Günümüzde bazı yerli ve yabancı vakıf ve kuruluşların güdümünde rengi turuncuya çalan sivil darbeler yaptırılıyor. Gerekçe de çok basit: “milli irade”… “Madem ki halkın oyunu aldım ve çoğunluğu temsil ediyorum, düşündüğüm her şeyi yapabilirim” anlayışı demokrasi ile taban tabana zıttır. Milli iradeye sahip olmak, devletin var oluş ve kuruluş felsefesi ve amacına her türlü saldırı yapılırken; Milli Mücadele ile kazanılmış milli devlete sahip çıkabilmektir. Devleti tanınmaz hale getirmede, ona buna paylaştırmada, milli egemenliği paylaşmada ortaklar aramak ve seyirci olmak, hatta işbirliği yapmak değil…
Bütün bunları yadırgamıyoruz. Türkiye izinle bağımsızlığına kavuşan bir ülke değildir. Ülkemiz daima hedef olmuştur. Önemli olan Türkiye’den, Cumhuriyet’ten, milli devletten ve demokrasiden yana olan aydınlar ve kitleler ne yapmaktadır? Acaba, karşılaştığımız düşündürücü ve acı manzaralardan şikâyetçi olma hakkımız var mı? Birlik ve beraberliğimizi koruyabiliyor muyuz? Hemşehricilik gösterilerinden, grup ve cemaat dayanışmasından, etnik ve mezhep taassubundan sıyrılıp ufkumuzu genişletip ülkemize sahip çıkabiliyor muyuz? Bunun cevabı maalesef olumlu değildir.
Aynı fikre sahip olanların birbirine rakip olamayacağını, birbirini ancak tamamlayabileceğini; ne siyasette, ne üniversitede, ne de dernek faaliyetlerinde öğrenebildik. Ben merkezli davranmaktan kurtulup biz merkezli olamadık. Nefislerimizi terbiye etmeyi öğrenemedik. Herkesin kendini tek başına düşündüğü, kendine üstün vasıflar yüklediği ve kendini aşırı beğendiği bir ortamda dayanışma ve güç birliği olmaz. Bizde herkes başkan, herkes reis, herkes önderdir. Birbirimizle işbirliği ve dayanışma itibar kırıcı zannedilir. Herkes bağımsız faaliyette bulunmayı sever. Dayanışma ve işbirliği peşinde olanlar da dışlanır. Aşiret havasından uzaklaşıp şehirli olmanın olumlu taraflarını yakalayamadık. Bir takım kışkırtmalara, yönlendirmelere, haksız ve temelsiz ithamlara hemen teslim olma ve birbirimizi suçlama gibi kötü meziyetimiz var. Birimize yönelen ihaneti ve tehlikeyi yöneldiği kişiyle özdeşleştirme yanlışı, bir davranış bozukluğudur. Bu da bizde oldukça fazla…
Bazıları 2000’li yılların SS’lerini, kafatasçılarını, kimliği kültürel değil de; burun ve kemik şekillerinde arayanlar arasında bulabilirler. Milli kimliği ve vatandaşlığı bile reddeden etnik ırkçılar varken; kafatasçılığı yanlış adreslerde, eski ezberlerde aramayalım. O ezberler çoktan bozuldu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder