Din ile siyasetin ilişkisi tarih boyunca karmaşık bir yapı olagelmiştir. Özellikle son iki-üç yüzyıl din ve siyasetin konumunun ve birbiri ile olan bağının nasıl olması gerektiği tartışmalarının yoğun biçimde yaşandığı ve günümüze de büyük oranda etkisi olan bir dönemi ifade etmektedir.
Günümüzde din ve siyasetin ilişkisini tartışırken tartışmanın ağırlıklı olarak dinin siyasete etkisi doğrultusunda yapıldığını ve tartışmaların dinin siyasete müdahale etmemesi gerekliliği üzerinde yoğunlaştığını görüyoruz.
Ancak özellikle ülkemizi göz önüne aldığımızda bugün din siyaset ilişkisinde gözden kaçırılan bir nokta olduğunu düşünüyorum: Siyaset dine ve dini anlayışa daha fazla ve tehlikeli biçimde tesir etmektedir.
Nasıl mı?
Gelin beraber düşünelim:
Türkiye’de son birkaç yıldır tartışılan “ılımlı İslam” sözcüğü aslında siyasetin dinden beklentisini ifade etmiyor mu? Buna göre kapitalizmin Hıristiyanlıktan aldığı cevabın yani Protestanlığın benzeri bir cevap İslam’dan da beklenmiyor mu?
Yine din temelli olarak ortaya çıkan şiddetin altında yatan gerçek neden siyasi hesap ve dinin bunlara göre yorumlanması değil midir? Mesela daha yaklaşık bir ay önce ABD konsolosluğuna yapılan saldırıda saldırganların dini yaklaşım ve temellendirmeleri siyasi bir yaklaşımı ifade etmiyor mu?
Aynı şekilde Türkiye’ye baktığımızda dinen açıkça yanlış uygulamalar yapan bazı siyasilerin “kendi siyasi görüşlerinden” olduğu gerekçesiyle bazı dindar muhafazakarlar tarafından eleştirilmekten dahi uzak tutulmaları siyasi bir tutum değil midir? Benzer yanlışlar başka siyasi görüşteki insanlar tarafından yapıldığında yapanların şiddetli eleştiri ve muhalefete maruz kalmaları dine siyaseten bakmanın göstergesi değil midir?
Bahsettiğimiz örnekler çoğaltılabilir.
Şüphesiz dine uygun hareket etmiş olmak veya olmamak siyasi tutum ve tavra göre değil dinin prensiplerinden yola çıkarak anlaşılabilir. Ancak örneklerde de görüldüğü üzere dinen neyin doğru neyin yanlış olduğu günümüzde siyasi akımların yönlendirmelerinden ciddi oranda etkilenmektedir.
Bunun en tehlikeli neticesi ise siyaset üzerinden insanların iman ve inançlarının tartılmaya ve Müslümanlıklarının sorgulanmaya başlanmasıdır ki bu yaklaşım toplum olarak bizi birbirimize bağlayan değerlerin birleştiriciliğini kaybetmesine yol açmaktadır. Bunun tabii sonucu ise aynı kültür içinde dahi sosyal parçalanmaların ve çatışmaların daha derin yaşanmasıdır.
Nitekim dini temel alan çatışmalar hem daha sert hem de daha kalıcı olmaktadır ki tarih bunun örnekleriyle doludur. Zira “sonsuz hayatı kazanma” ümidi, insanların akla hayale gelmeyecek şeyleri yapabilmeleri için önemli bir motivasyon unsurudur ve bu motivasyon yanlışa yönlendirildiğinde ne dine ne de insanlığa sığan fiillerin ortaya çıkması kaçınılmazdır.
Dolayısıyla siyasilerin ve ilim adamlarının meseleyi basmakalıp söylemlerle ele almaktan uzak durmak suretiyle konuya sağduyu ile yaklaşıp problemleri işbirliği içinde değerlendirmeleri ve çözüme yönelik projeler geliştirmeleri zorunluluk haline gelmiştir. Kendini tekrar etmekten öteye gidemeyen tartışmaların meseleye çözüm getirmek şöyle dursun, ayrışma ve çatışmayı tetiklediği ve çözüm için gerekli işbirliği zeminini ortadan kaldırdığını senelerdir yeterince tecrübe etmiş bulunuyoruz!
Dünyada da din – siyaset ilişkisi dahilinde benzer sıkıntıların yaşanması ise bahsettiğimiz etkinin hızla yayılması anlamına geldiği için geç kalınması halinde yanlış yönlendirmelerin kurbanı bu kez toplumun geneli olacaktır.
Bu yüzden meselenin kaynağı değil çözümü olması gerekenlere soruyorum: Bu bedele değer mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder