9 Ağustos 2008 Cumartesi

Kurbağa, Kayınvalidem ve Ben

Basit bir hesap yapalım: Sıcak havada, geniş yapraklı defnenin üzerine sekiz kurbağa çıkar. Bunlar, bir süre güneşlenir. İçlerinden üçü bu havada suda kalmanın daha doğru olacağını düşünür ve dereye atlamaya karar verir. Şimdi soruyorum: Defneyaprağında kaç kurbağa kalmıştır? Cevap olarak beş dediğinizi sanıyorum. Cevap, sekizdir; çünkü kurbağalar henüz atlamamıştır.

Bir işi yapmayı düşünmek ve yapmaya karar vermekle yapmak aynı şey değildir. Kurbağalar atlasalardı cevabınız doğru olacaktı. Hayatta hep bir şeyler düşünür, bir şeylere karar veririz; ama yapılmayan iş, sadece bir kuru düşünce olarak kalır. Bizim kaybettiğimiz nokta, çok kez yapmayı düşünüp yapmadıklarımızdır. Düşünmek, kararlaştırmak, yapmak sürecinin son aşamasında araya giren “Ya başaramazsam!” düşüncesi, başarısızlığımızın nedeni olur. Hayatta yol almada, yapmanın, düşünmek ve karar vermekten önemli olduğunu hep söyleriz; nedense önümüzdeki korku dağlarını aşamayız. Düşündüklerini eyleme dökmeyenler, kurbağa misali, defneyaprağında güneş çarpılmasına, birileri tarafından avlanmaya, en azından yerinde saymaya mahkûmdurlar. Yol alanlar; düşünürler, kararlaştırırlar, yaparlar. Yapma sürecinde de geriye bakmazlar. 

X                                     X                                        X                                            X

Eşim, sekiz kardeşli ailenin üçüncü çocuğu olarak dünyaya gelmiş. Yaşları birbirlerine yakın olduğu için kardeşler sokakta birlikte oynarlarmış. Çocuk bu, yaramazlık yapacak tabi. Bazen komşunun ağacına çıkar meyvelerini yerlermiş, bazen tavuklarını kovalarlarmış. Benzeri yaramazlıkları yüzünden komşu şikâyete geldiğinde anneleri şöyle dermiş: “Kimin yaramazlık yaptığını bilmiyorum, gözler yalan söylemez; şimdi herkes gözünü iyice açsın, kimin yaramazlık yaptığını gözünden anlayacağım.” Bunun üzerine yaramazlıkta başı çeken altıncı kardeş Mehmet hemen gözlerini kapatırmış.

Eğitimde, polis sorgulamasında bunun adına ne denir, bilmiyorum; ama suçluyu taciz etmeden, yalancı duruma düşürmeden bulmanın bundan daha güzel bir yolu olabilir mi? Bu yöntemi kullanan anne, ne bir pedagoji dersi görmüştür ne de yüksek tahsil yapmıştır. Bu yöntemin temelinde yatan, hoşgörü ve sevgiden başka bir şey değildir. Bizim insanımız, ilim sahibi değilse bile irfan sahibidir.

X                                    X                                      X                                                X

Eşimden dinlemiştim. Onlar çocukken birileriyle kavga ettiklerinde ya da öfkelendiklerinde anneleri onları çağırır, ellerini elinin arasına alıp gözlerine bakarak: “Seni cinler sarmış, senin aklını almış, ben okuyayım da sen akıllı çocuk ol.” dermiş ve bir süre okurmuş. Okunan çocuk ya bir okumada ya da birkaç okumada sakinleşir, güya cinlerden kurtulup akıllanırmış.

Ben, şimdiye kadar psikolojiyle ilgili pek çok bilgi edindim, yöntem öğrendim; ama böylesine zarif bir tekniğe rastlamadım. Çocuğun zekâsına, fıtratına göre yöntem geliştiren bu anne belki de herhangi bir psikoloji kitabının kapağını açmış değildir. Çocuğu veya suçluyu kendisine zarar vermeden gönül rızası ile teskin edebilmek, teslim alabilmek, bizim ders kitaplarına girmeyen kültürümüzün eseri olsa gerek.

X                                     X                                       X                                             X

Yaşadıkça şunu öğrendim ki; gerçek bilgi yazılmayan kitapta mevcut. Yaşadıkça ve derinleştikçe gerçek bilginin varlığını hissedebiliyoruz. Ama sadece hissedebiliyoruz, ona ulaşamıyoruz. Yapamadıklarım kalbimi burarken his dünyasında keşfettiklerim, baharda açma müjdesi veren tomurcuklar oluşturuyor.  

Hiç yorum yok: