20 Ağustos 2008 Çarşamba

Kendi Bacağından Asılan Koyunun Kokusu

İkamet ettiğimiz sitede cinayet işlenmiş. Komşumuz İlknur Hanım’ın gece 22.00 civarında ettiği telefonla haberimiz oldu yedi gün önce işlenen cinayetten. Olay yerine koştum derhal. Derin koku ve tedirgin bir topluluk karşıladı beni. Herkes olayın korkusu, öfkesi ve merakı içindeydi. Kokudan rahatsız olmamak için ağzına maske takmış sivil polisler, “Kanın yerde kalmayacak!” diyen orta yaşlı, şişman bir adam, ağlamaya çalışan bir kadın dikkat çekiyordu. Kimliğinden, maktulun 38 yaşında, Diyarbakır doğumlu olduğu öğrenildi.

Oturduğu dayalı döşeli evi üç ay önce, çalıştığı şirket kiralamış. Kendisini pek tanıyan yok çevrede. Sitenin bekçisi, sık sık kavga seslerine şahit olduğunu söyledi polislere. Bekçinin, “Su testisi su yolunda kırılır ağabey.” demesi her şeyi anlatıyordu aslında. Cinayetten sonraki yedinci günün gecesinde ve medyadan öğrendiğimize göre ölen adam, evli ve bir çocuk sahibiymiş. Kocaeli’nde bir şantiyede mühendis olarak çalışıyormuş. Resmi nikâhlı eşinden başka, bir çocuk sahibi, genç bir kadınla yaşamaya başlamış. Ona evleneceklerini söylemiş ve birlikte olmuşlar, zamanla gönlü geçmiş kadından her nedense. Bunun üzerine kavgalar başlamış. Bir gece, kadın, yanına aldığı erkek kardeşiyle yedi yerinden bıçaklamış genç mühendisi. Mühendisin arabasını alarak kaçan iki kardeş, olayın tespitinden dört gün sonra Aydın’da yakalanmış.

Olay, genel medyada yer aldı, çevrede uzun süre konuşuldu. Kimisi “Her koyun kendi bacağından asılır.” kimisi “Beni sokmayan yılan bin yaşasın.” dedi. Bazıları “su testisinin su yolunda kırılacağını” söyleyerek alaylı duygularla bastırdı öfkesini, bazıları da ahlak yoksunu o kişilerin bir araya gelmesini “Sinek pekmezci dükkânını bilir.” diyerek özetledi. Birinin de, bu günahkâr insanların beraberliklerine gönderme yaparak, “Hacı hacıyı Mekke’de, derviş dervişi tekkede, sarhoş sarhoşu dakkada bulurmuş.” dediğini duydum.

Basit heveslerin esiri olan bu insanlara üzülene rastlamadım. Buruk bir acıma hissetti duyarlı yürekler. En iyimser sözler, “Ayıp ettiler, yazık ettiler!” şeklindeydi. En verimli çağındaydı mühendis. Memleket ondan hizmet bekliyordu. Yaptığı yanlışlığı hayatıyla ödedi. Şimdi o, arkada dul bir eş, yetim bir çocuk bıraktı. O, ölmedi belki, onun varlığına muhtaç geride kalanlar öldü. Kişi yalnız kendisi için yaşamaz. Ne oldu şimdi? Yetim çocuğun elinden kim tutacak, dul kadını kim teselli ve mutlu edecek? Bu yaranın merhemi yok. Haydi kadın evlendi, yetim çocuğun baba özlemini kim giderecek? Bir baba boşluğu hissedecek hep o. Metresi tarafından öldürülen bir babanın çocuğu olmak, ne kadar yaralayıcı değil mi? “Baban, niçin öldü?” diye soranlara verilecek cevap ne kadar incitici değil mi? Maktulun anne ve babasının taşıyacağı utancı burada hatırlatmak istemiyorum.

Kadın için ne denmeli? Hem metres hem katil yaftası ile cezaevinde bulunuyor şimdi. Evli bir erkeğin hayatına girmek ve onu katletmek. Bu, ne demek? Tam bir histerik hali. Hem bir çocuk sahibisin hem metressin. Paralı bir erkeği önce ayartıyorsun, sonra onun, eşinden ayrılmasını ve kendisiyle evlenmesini istiyorsun, “Olmaz!” cevabı alınca da onu öldürüyorsun. Onurlu, hayâlı, ahlaklı hiçbir kadın kendini bu duruma düşürmez, evladına “metres ve katil anne”nin çocuğu olma utancını yaşatmaz. Her çocuk gibi, övünç duyma ve özgüven hakkına sahip bu çocuk, yarınlarda annesinden nefret edecek, babasından iğrenecek. Bu haliyle, toplumda itilen bir tip olmanın ezikliğini hayatı boyunca hissedecek. Sebep; bir anlık heves, bir anlık öfke!

Kurtlanan cesedin kokusunun gitmesi için ev günlerce açık kaldı. Ev sahibi, evi tanımadığı birine kiraya vermenin pişmanlıkları içinde. Sitede, yeni gelenlere karşı ön yargı oluştu. Site, başkalarının gözünde cüzamlı, gelecek yabancılar potansiyel zâni ve cani. Site sakinlerinde hem infial hem çaresizlik… Güven duygusunda alabildiğine deformasyon… Tablo, her durumda negatif…

Biz, bu duruma gelmemeliydik. Eşyayı, zamanı, mekânı tabiatının dışında kullandığımızdan, suyu akarından çıkardığımızdan, insanı doğasından uzaklaştırdığımızdan beri bu belalar başımızdan eksik olmuyor. Kendimizi ve bizi kuşatan her şeyi yeniden okursak, tanımlarsak, buna uygun bir yaşam kurarsak, inancım odur ki, insanlık normalleşme sürecine girecektir.

Gücüm yoksa bile umudum hiç sönmedi, sönmeyecek!

Hiç yorum yok: