Ramazan ayında nefsimizi, yaşantımızı ve değerlerimizi, değişmez ölçütler ışığında yeniden gözden geçirip, kendimize bir çekidüzen verme konusunda fırsat olarak değerlendirmek, belki de bu ayın ruhuna en uygun davranış şekli olur.
* * * * * *
Nasıl yaşıyoruz?
Mübarek Ramazan ayına girdiğimiz bugünlerde, hem kendimizi ve hem de Müslüman olduğunu düşünerek sevdiğimiz, saydığımız, desteklediğimiz, kanaat önderi, lider bellediğimiz kişileri yeniden ve doğru değerlendirmemiz için, büyük velilerden Yahya Bin Muaz’ın (Ölüm: 872/ H.258 Nişâbur) aşağıdaki sözünü hatırlatmak istiyorum:
“Görüyorum ki; evleriniz Rum Kayzeri’nin evlerine,
Lükse hayranlığınız Kisrâ’nın tutumuna,
Servet peşinde koşmanız Karun’un anlayışına,
Saltanatınız Firavun saltanatına,
Nefsleriniz Ebu Cehil nefsine,
Gururunuz Ebrehe’nin gururuna,
Yaşayışınız sefillerin yaşayışına benziyor.
Allah için söyleyin bana, Muhammedi’den olanlar nerede?
* * * * * *
Müslümanlar kimden yardım diliyor?
Fatiha suresi Kur’an-ı Kerim’in özeti sayılır. Fâtiha Suresi, 5. ayette “Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz” cümlesini namaz kılan bir Müslüman her gün defalarca tekrarlamaktadır.
Ancak özellikle Ramazan ayında sayıları daha da çoğalan batıl inançlı, eşyadan veya bazı kişilerden medet uman, muhtemelen farkında olmadan, Allah’tan başkasından yardım dileyen insanlarımız hangi dinin mensubudur?
Hele hele “ABD ve AB olmazsa biz adam olmayız” anlayışındaki insanlarımıza (Türk milletine mensubiyet duygusunu ve milli değerlerimize inançsızlığını sorgulamayı bir yana bırakıp) soralım: Müslüman’ın yabancıdan medet umması İslam inancına uygun mudur?
Müslüman iradesini teslim eder mi?
Hazret-i Peygamber’in sağlığında O’nun verdiği kararlara karşı “Ey Allah’ın Resulü, bu kararınız vahiy sonucu mudur (yani Allah’ın sana bildirdiği bir hüküm müdür), yoksa beşer olarak sizin şahsi kanaatinizin sonucu mudur?” sorusunu soran ashabın şuur aydınlığı bugünün Müslüman’ında neden yoktur?
Eğer vahiyle ilgili değilse, peygamberin bir insan olarak verdiği bazı kararlarına karşılık kendi fikrinin farklı olduğunu ve bu fikrin uygulanmasının daha doğru olacağını açıkça ifade edebilen ilk Müslümanlar… Dört büyük halifeyi hesaba çeken ilk Müslümanlar ve onları izleyen nesil……
Halife (devlet başkanı) Hz. Ömer’e camide hesap soran sahabeyi hatırlayınız:
Halife Hz. Ömer hutbede konuşurken, sahabeden birinin ayağa kalkıp, “Ya Ömer, savaştan hepimize ganimet olarak düşen kumaştan benim sıska bedenime bir elbise çıkmazken, senin heybetli vücuduna yetecek kadar kumaşı nasıl alırsın, bu mu senin adaletin” diye hesap sormasını… Ve büyük halifenin “ Doğru söylersin kardeşim, üzerime giyeceğim bir tane bile elbisem kalmayınca, oğlum Abdullah kendi hakkı olan kumaşı bana verdi ve benim hakkımla birleştirip elbise diktirdim! Ve Cumaya öyle geldim” cevabını… Herkesin Ömer’in sinirleneceğini beklerken O’nun, ellerini açıp haksızlık karşısında susmayıp, muhalefet eden bir ümmeti olduğu için rabbine dua edişini…
Buna karşılık serbest iradeleri ile oy kullanamayan, seçimden bir gün önce iradelerini teslim ettikleri zattan gelen habere göre oy kullanan günümüzün Müslümanları. Bırakın milletimizi yönetecekleri seçmeyi, kendi eşini, arkadaşını seçmeyi de, çocuklarına isim vermeyi de aynı zata sormadan yapamayan bir teslimiyet…
Hazret-i Muhammed son peygamber olduğuna ve O’ndan sonra bir peygamber de gelmeyeceğine göre hiç kimse vahiy yoluyla bir karar veremeyecek demektir. O halde her kim olursa olsun kararları ve kanaatleri beşeridir. İnsani olan her karar veya kanaat tartışılabilir olmak durumundadır. Sünnet olan budur.
İradesini birilerinin iradesine teslim etmek, Kur’an’daki ifadesiyle ‘Allah dışında hiçbir kişiye ve şeye teslim olmamak’ anlamına gelen İslam’a uygun bir davranış mıdır?
**** **
Bugünkü yazımızın son sözü:
“İnandığı gibi yaşamayan, yaşadığı gibi inanmaya başlar.”
NOT: Ramazan ayınızı tebrik eder, mübarek ayın ülkemiz ve insanlık için huzur ve mutluluk vesilesi olmasını dilerim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder