9 Kasım 2007 Cuma

Türk’çe Müzakere


Bugünlerde devletimizi yönetenler, PKK’yı yok etme ve K.Irak’a sınır ötesi harekât için, çok önemli müzakereler yapıyorlar. Topyekûn milletimizin verdiği enerji ile çoktandır özlediğimiz, milletine ve değerlerine güvenen kararlı devlet’in bazı emarelerini görmeye başladık. Bu ortamda Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu hazırlayan günlerden bazı örnekler hatırlatmak istiyorum. Hem gaflet, dalalet ve ihanet içinde olanlardan iki örnek ve hem de Türk’çe ve Atatürk’çe tavrın ve müzakerenin ne olduğunu ve neler kazandırabildiğini gösteren iki örneği hatırlatıp, bugün için dersler çıkarmaya davet ediyorum:



Kuva-yı Milliye’nin ve ordu birliklerinin Yunan istilasına karşı koymaları üzerine, devrin ünlü yazarı Ali Kemal Ankara’yı Yunanlılara baş eğmeye davet eder: “Ankara yöneticilerinin Yunanlılara hala meydan okumalarına çılgınlıktan başka bir sıfat verilemez. Yunanlılarla aramızda akılca da, ilimce de, kuvvet bakımından ve her açıdan bu derece fark varken onlarla muharebelere girişilemez.”


----------------------------------------------------------------------



Aşağıdaki iki olay olduğunda İngiltere hala dünyanın bir numaralı süper gücüdür. Kurulmakta olan Türk Devleti ise askerini giydirebilmek için, her vatandaşının iki çift çorabından, çarığından birini almak zorunda kalmıştır. Şartları hatırlayarak okuyunuz.



1921 yılında İzmit’in kurtuluşu ile Türk ve İngiliz kuvvetleri karşı karşıya gelince İngilizler tedirgin olurlar. O güne kadar Ankara’yı muhatap almayan General Harrington Mustafa Kemal’e “İnebolu açıklarına gelecek Ajax zırhlısında kendisini dinlemeye hazır olduğunu” bildirir.



Ankara’nın cevabında üç nokta vurgulanıyordu: Görüşme isteğinin M.Kemal’den geldiği doğru değildi; tam istiklal ilkesinin kabul edilmesi halinde görüşme mümkün olabilirdi; görüşme gemide değil karada (yani kendi toprağımızda) İnebolu’da yapılabilirdi.



Bu şartları okuyan İstanbul Hükümetinin Hariciye Nazırı Ahmet İzzet Paşa’nın tepkisi ise milletine güvenmeyen, emperyalizmin karşısında peşinen yenilgiyi kabul eden yönetici ve aydın tipinin utanç verici örneğidir: “İngiltere gibi bir büyük devlete ön şart ileri sürülür mü? İngiltere gibi büyük bir devlet ön şart kabul eder mi?” (Kaynak: Turgut Özakman- Şu Çılgın Türkler)


----------------------------------------------------------------------


İngilizler'in beslediği, batılıların desteklediği Yunan ordusu yenilmiş ve İzmir'e girilmiştir.




İşte böyle günlerden birinde limanda bekleyen donanma komutanı olan İngiliz Amirali, Gazi'ye gelir... Amiral bir kısım iltifatlardan sonra konuya girmiş:



- Ülkenin kontrolünüz altında bulunan bölümünde bizim teb'amız ve sizin azınlıklarınızdan Ermeniler, Rumlar var. Yeni askeri yönetim altında bu insanların statüsü nedir, güvende midirler?



- Hiç kuşkunuz olmasın Amiral! Türkiye'deki bütün insanlar gibi, teb'anız ve sözünü ettiğiniz azınlıklar da Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti'nin eşit koruması altındadırlar. Suç işlemeyenler, kendilerini bu memlekette benim kadar güvende sayabilirler...



- Suç işleyenler?



- Suç işleyenler Amiral, dünyanın her yerinde olduğu gibi, ülkemizde de adaletin huzuruna çıkarlar... Suçlu iseler cezalarını elbette çekeceklerdir..



- Fakat Paşa Hazretleri, fevkalâde günler geçirdik... Yunan Ordusu'ndan cesaret alan Rumlar'ın bazıları şımarıklık yapmış olabilir. Bugün bu insanlar, yerli halkın düşmanlığıyla yüzyüzedirler. Ermeniler için de başka açıdan aynı şeyleri söyleyebilirim. Biliyorsunuz, arkadaşlarının büyük bir bölümü göçe zorlandı ve önemlice bir bölümü de hayatını kaybetti. Bu ruh tedirginliği içinde Yunan ordusu ile işbirliği yapmış, bazı Türkler'e zor günler geçirtmiş olabilirler. Bunlar, fevkalâde günlerin olaylarıdır. Bağışlanması, hoş görülmesi gerekir. Eğer bu kimseler, halkın husumetine bırakılacak olurlarsa, bütün dünya aleyhinize kıyameti koparır!



Son cümleye kadar Amirali gülümseyerek dinleyen Mustafa Kemal Paşa, dünyanın koparacağı gürültü ile kendisini tehdide girişince, sözünü bıçak gibi kesmiş:



- Şu Efendi Devlet rolünü bir kenara koyunuz Amiral! Milletleri de tehdit etmekten vazgeçiniz! İngiltere ve müttefiklerinin kıyameti koparıp koparmayacaklarını düşünmem. Bunlar, memleketimin iç işleridir, kimsenin bu işlere de karışmasına müsaade edemem...



Majestelerinizin devleti memleketimizin azınlıklarıyla uğraşmaktan vazgeçsinler. Kim bize saygı beslemezse, bizden saygı beklemeye hakkı olmaz. Şimdi söyleyeceklerinizi dinliyorum...



Amiralin benzi önce kül gibi olmuş, sonra ıstakoz gibi kızarmış:



- İngiltere hükümetinin tebasını her yerde koruma hakkı, devletler hukuku teminatı altındadır. Avrupa devletleriyle birlikte arkaladığımız Rum ve Ermenilerin güven içinde bulundurulmasını sadece rica ettik. Yoksa (Elini limandaki gemilerden tarafa uzatarak) biz bu güvenliği sağlayacak kuvvetteyiz.



İşte o zaman Mustafa Kemal Paşa'nın tepesi iyice atmış:



- Arkaladığınız Yunan ordusunun denizde yüzen leşlerini herhalde görmüş olmalısınız! Türk Ordusu, asayişi sağlayacak güçte olduğu gibi, limanı boşaltacak güçtedir de... İsterseniz, Türk'e ihanet eden teb'anızın ve azınlıklarımızın adaletten kaçan sefillerini geminize doldurabilirsiniz! Donanmanızın da en kısa bir zamanda limanı terk etmesini istiyorum!



Ne mi oldu?



İngiliz ve Fransızlar uyruklarını ve kuyruklarını gemilere bindirip birkaç saat içinde sessizce çekilip gittiler... (Kaynak: İsmet Bozdağ, Latife ve Fikriye... İki Aşk Arasında ATATÜRK...)




Galiba tarihte olaylar hep tekerrür ediyor. Roller hep aynı sadece oyuncular değişiyor.





09.11.2007

Hiç yorum yok: