Japon balıkçılar, tüketiciye ulaşıncaya kadar büyük havuzlarda besledikleri balık yığınlarının, hareketsiz, durgun halleri ile adeta bir erken yaşlanma emaresi gösterdiğini tespit etmişler. Bu balıkların, hareket kabiliyeti olan, diri yapılarını devam ettirebilmeleri için çare aramışlar. Balık yığınının yaşadığı havuzun içine bir küçük köpek balığı atmayı düşünmüşler. Küçük köpek balığının atılmasıyla havuzdaki birkaç balığın kaybedilmesine karşılık, diğer balıklar hayatta kalma mücadelesi verdikleri için, sürekli hareketli ve teyakkuzda yaşamanın verdiği bir dinamizme ve canlılığa kavuşurlarmış.
Son günlerde yaşadığımız PKK terörünün dozunu artırması sonucu, milli reflekslerde gördüğümüz şahlanma bana bu belaya böyle bir pencereden bakma ilhamını verdi.
“Her musibetten bir hayır doğar” denir. PKK terörü belki de en fazla ihtiyaç duyduğumuz bir şeyi yeniden kazanmamıza sebep oldu.
Hep şikâyet ediyorduk, bu milletin üzerine ölü toprağı mı serpildi diye.
Neler yaşamıştık oysaki. Milli varlıklarımızın yabancılara devredilmesine tepki gösterilmesini beklerken tam tersi oluyordu. Medya bankalarımızın, şirketlerimizin, limanlarımızın ne kadar çok para ettiğini, yabancı sermayenin Türkiye’yi tercih etmesine sevinmemiz gerektiğini söylüyor. Borsamız her satışı yükselişlerle kutluyordu. Vatandaşımız ise şaşkın bir halde bu kutlamaları seyrediyordu.
Kıbrıs’ta 15 sene içinde Türk varlığını yok edecek Annan planını AB’ye giriş reçetesi olarak görüyor ve hararetle destekliyorduk. KKTC vatandaşı olan Türkler %70 oranında büyük bir coşkuyla bu planı desteklerken, KKTC’nin bir an evvel tasfiye edilmesini sağlamak isteyen aceleci Rumların bu plana büyük oranda karşı çıkması bile yüzlerimizi kızartmamıştı. Bu referandum sonuçlarına rağmen AB ve ABD’den beklediği desteği alamayan M.Ali Talat’ın (rakiplerinin ifadesiyle) “Kıbrıslı olmaktan Kıbrıslı Türk ve hatta sadece Türk olmaya” doğru bir değişim geçirmesi en büyük kazancımız olmuştu.
AB sosyal ve siyasi içerikli, ABD ise ekonomik konularda hangi kanunları çıkarmamız gerektiğini söylüyor ve tarih veriyordu. Biz de bildirilen tarihe kadar gece gündüz Meclis’i çalıştırarak istenen düzenlemeleri (uyum yasalarını) yapıyorduk, halen yapıyoruz. “Bağımsız Mahkemelerimizin” kararlarına AB komiserleri karşı çıkıyor, bir şekilde müdahil oluyordu.
Bu müdahalelerle gün oldu zinayı suç olmaktan çıkardık, gün oldu “eve dönüş yasası” ile PKK’lıları hapishanelerden çıkararak, yeni militanları eğitmeleri için dağlara çıkmalarına göz yumduk. Gün oldu ayrılıkçı örgütün öncülerinden eski DEP’li Leyla Zana ve arkadaşları Hatip Dicle, Orhan Doğan ve Selim Sadak’ı “uyum yasası” ile süreleri dolmadan hapisten çıkardık. Dışişleri Bakanımız (şimdiki Cumhurbaşkanımız) Abdullah Gül ve Meclis Başkanımız Bülent Arınç tarafından ağırladık.
Bütün bunlar milli refleksimizi harekete geçirmeye yetmedi. Terörün günde birer ikişer vatandaşlarımızı şehit etmeleri de etkili bir milli bir tepkiye yol açmadı.
Şehit cenazelerinde vatandaşlarımızın gösterdiği tepkileri de, Hükümetimiz kendilerine yönelik bir organize hareket olarak tanımlayıp polisiye tedbirler ve sansür yoluyla, bütün topluma sirayet etmesini engellemeye çalıştı. Kuran’da yer alan ifade ile “Şehitler Ölmez” diye haykıranlar küçümsendi, şehit cenazelerinin haber olarak verilmesi yasaklanmak istendi.
Ama anlaşılan bardak dolmaya başlamıştı ki, bir ay içinde her birinde 12-13 sivil ve asker vatandaşımızın şehit edildiği üç PKK saldırısından sonra olan oldu.
Sadece devletimizi yönetenlerin değil, milletimizin de sabrı taştı ve sokaklara döküldü. Siyasi görüş farklılıkları bir yana bırakılarak, ay yıldızlı al bayrağımızın kuşatıcı gölgesinde sokaklara, meydanlara taşan kalabalıklar bir milletin uyanışını müjdeliyor. Hemen her il ve ilçede “teröre lanet mitingleri” düzenleniyor. Gönüllü, kendiliğinden ve heyecanlı katılımlarla genç, yaşlı, kadın, erkek kitleler milli birlik ve kardeşliğimize en küçük bir zarar vermeden, asil ve vakur bir tavırla, milli uyanışı dosta düşmana gösteriyor.
PKK ile çeyrek asrı aşan mücadelesi sayesinde, dünyanın en güçlü ordularından birisi olan, Türk Silahlı Kuvvetleri her an savaşa hazır, eğitimli, modern teçhizatlı ve dinamik bir kuvvet olarak dosta güven, düşmana korku veriyor.
Terör belasının sağladığı, en az bunun kadar önemli diğer kazancımız, sokaklar ve meydanlardan taşan milli uyanış hareketidir. Yeter ki devletimizi yönetenler bu milli heyecanı iyi yönetip, “düşman” üzerinde gerekli caydırıcılığı yaratmayı becersinler.
01.11.2007
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder