Ermenilerden özür dileme kampanyası açan bir grup sözde aydının kampanyasına, farklı tepki gösteren devletin zirvesindeki iki kadim dostun (Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan R.Tayyip Erdoğan’ın) tavır farkını anlamak için, olayı farklı boyutlarıyla değerlendirmeye çalışıyorum.
Türkiye adına Cumhurbaşkanı Gül ve Dışişleri Bakanlığımız Ermenistan ilişkilerinde bir “açılım” başlatmıştı. A. Gül’ün Eylül ayında milli maç vesilesiyle Erivan’a gitmesi, Türk kamuoyunda olduğu gibi Ermenistan ve ABD merkezli Ermeni Diasporasında farklı tepkilere yol açmıştı. Çok ciddi ekonomik sıkıntılar ve fakr ü zaruret halindeki Ermenistan, Türkiye kapısının açılmasına şiddetle ihtiyaç duymakta iken, Diaspora iki ülke arasındaki gerilimin düşmesini istemiyordu.
Abdullah Gül’ün vatanseverliğinden şüphe etmeyen geniş halk kitleleri de, “hiçbir karşılık alınmadan taviz verildi” iddialarına rağmen, Ermenistan ile Diasporanın bağının koparılacağı ümidiyle veya en azından “devletimizin bir bildiği vardır” inancıyla Erivan seferini ihtiyatlı bir iyimserlikle karşılamıştı.
Ermenilerin stratejisi belli idi, 3T olarak nitelendirilen bu stratejiye göre:
- Tanıma (Türklerin Ermenilere 1915 yılındaki olaylarda bir soykırım uyguladığının tanınması),
- Tazminat (Tanınmadan sonra uluslararası mahkemelerde açılacak tazminat davalarıyla Türkiye’yi büyük meblağlı tazminatlar ödemeye mahkûm ettirmek),
- Toprak talebi (Ermenilerden gasp edildiği iddia edilen yurt parçalarının Ermenilere devri) gerçekleştirilecekti.
Ermenilerin, soykırımın tanınması yönünde dünyada aldığı mesafe ciddi boyuttadır. Bazı Avrupa ülkeleri parlamentolarından, “soykırım yoktur denilmesini suç sayan” garip kanunlar bile çıkartmayı başardılar. ABD senatosunda sık sık soykırımın tanınmasını önlemek adına verdiğimiz tavizler, harcadığımız paraların da haddi hesabı yoktur.
Cumhurbaşkanı Gül’ün başlattığı Ermenistan açılımı ile ilgili beklentiler sürerken, gazeteci Ali Bayramoğlu, profesörler Baskın Oran ve Ahmet İnsel ve Dr. Cengiz Aktar’ın öncülüğünde başlatılan “Ermeni kardeşlerimden özür diliyorum” adlı kampanya Türkiye’nin gündemine oturuverdi.
Özür kampanyasının 3T stratejisine hizmet etmekte olduğundan kuşku yoktur.
Bir kısım sicili malum zevatın yanında “iyi niyetli, saf fakat bilgisiz tanınmış kişilerin” de katıldığı kampanya kadar, devletin zirvesinin verdiği farklı tepki de dikkati çekti.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, yaptığı açıklamada, “Türkiye'de her türlü görüşün açıkça tartışılabilmesinin devlet politikası olduğunu” ifade etmişti. Ermeni terörüne onlarca şehit vermiş Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamasında da benzer ifadeler yer almıştı. Cumhurbaşkanı ve Dışişleri Bakanlığı’nın bu açıklamaları kampanyaya destek olarak algılanmış, hatta kampanyanın Çankaya’dan yönlendirildiği iddialarına yol açmıştı.
Oysaki Başbakan Erdoğan çok daha net ve halkımızın çoğunluğunun hissiyatına uygun bir tepki verdi: “Ortada böyle bir suç varsa, suç işleyen özür dileyebilir. Ama ne benim ne ülkemin, ne milletimin böyle bir sorunu yok. Suç işlemedim ki özür dileyeyim. Kampanya, sadece ortalığı karıştırmak, huzurumuzu kaçırmaktan ve atılan adımları da terse çevirmekten başka bir işe yaramaz.” CHP lideri Deniz Baykal ile MHP lideri Devlet Bahçeli’nin tepkileri de Başbakan’a paraleldi ve kendilerinden beklendiği gibi aynı netlikte idi. Dışişleri Bakanı Babacan da Başbakanın açıklamasını destekleyen ifadeleriyle, Bakanlığının açıklamasını düzeltti.
Kampanya hakkındaki Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın tavır farkı, basit bir karakter farkı olarak tanımlanamayacak kadar büyük.
Devletin zirvesinde politika farkı olmasını kaldıramayacak kadar önemli ve köklü bir dış politika meselesi söz konusudur. İcranın fiilen başında olmayan “temsil makam”ındaki Gül’ün Türk dış politikasında Ermeni Meselesine karşı tezimizi değiştirmeye yeltenmesi de beklenmemelidir.
Özür kampanyasını başlatanlardan ve destekleyenlerden bir kısmının “Cumhurbaşkanı’na yakın olan bir takımdan olması” önemli. Bu takımın içinde “Mehmet Altan, Can Paker, Eser Karakaş, Cengiz Çandar, Ali Bayramoğlu, Oral Çalışlar, Yaşar Kemal, Adalet Ağaoğlu ve Tayyip Erdoğan’ın yanından uzaklaştırdığı Ömer Çelik gibi pek çok isim var.” Bu zevat ve bunlarla dost olan Fehmi Koru gibi Cumhurbaşkanına çok yakın olan bazı yazarlar temel dış politika konularımız olan “Güneydoğu meselesi, AB ve ABD ile ilişkiler, Ermeni konusu, K. Irak, Kıbrıs, Patrikhane konularında geleneksel devlet politikasının değiştirilmesini ve “devletin kırmızıçizgilerini değiştirmesini” savunuyorlar.
Bu çizgideki zevatın, Başbakan’ın “tek millet, tek vatan, tek bayrak, tek devlet” gibi milli çizgideki söylemlerine, “Başbakan MHP ve Devlet Bahçeli çizgisine kaydı” şeklindeki eleştirilerini hatırlayınız. Bu tür eleştirilerin, Fehmi Koru’nun ilk defa “Obama gibi geldiler Bush oldular” ifadesiyle AKP’yi eleştirmesini takiben yoğunlaşması da tesadüf olmasa gerek.
Başbakan Mart ayında seçimlerde halktan destek arayacak. Cumhurbaşkanı Gül’ün böyle bir kaygısı yok. Çankaya Köşkünde rahat etmesi için iç ve dış çevrelere sesini iyi duyuran malum zevatın desteğini daha önemli buluyor olabilir.
Belki de tamamen beşeri bir durum, yakın çevresinden etkilenme gibi basit bir neden de olabilir. Acaba uzun süre Başbakan’ın yakın çevresini kuşatan malum zevat, bu defa Çankaya Köşkünü mü kuşatmaya aldı?
Bir başka ihtimal olarak düşünüyorum. Acaba Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı makamını işgal eden iki eski dost, farklı çevrelere “iyi polis- kötü polis” rolü oynama konusunda anlaştılar ve izlediğimiz irticalen sergilenen bir sahne değil de, senaryosu önceden yazılmış bir oyun mu söz konusu?
Son ihtimal ve tek temennim Cumhurbaşkanımızın ifadelerinin yanlış anlaşılmış olması ve politika değişikliğinin kuruntu, malum zevatın tesirinin de sadece bir vehimden ibaret olması.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder