Örf, insanların çoğunlunun benimseyip alışkanlık haline getirdiği işler veya duyulduğunda hatıra başka anlam gelmeyecek derecede özel bir anlamda kullanmayı adet edindikleri lafızlardır. (Şaban, Zekiyyüddin, İslam Hukuk İlminin Esasları , Tec.: İ. Kafi Dönmez, TDV, Ankara 1996).
Örf farklı yaklaşımlara göre birkaç çeşide ayrılır. Bunlardan birincisi, bazı bilginlerin “adet” olarak nitelediği örftür ki, mesela halkın birçok şeyi sözlü ifade kullanmaksızın sadece teslim-tesellüm tarzında satması buna örnek olarak gösterilebilir. İkincisi ise, kavli (sözlü) örftür ki, mesela halkın “veled” (çocuk) lafzını sadece erkeği anlatmak için kullanmayı adet edinmesi buna örnektir. (age., 195).
Bu iki anlamdan hareketle “başörtüsü” denildiğinde bunu kullanmayı dini muhtevalı adet edinmiş insanların zihninde, dini bir vecibe olmasının ötesinde her hangi bir anlam akıllarına gelmez. Zira “başörtüsü” tarihi süreçte hiçbir zaman, bazı çevrelerin dini, tarihi, kültürel, sosyal ve psikolojik ilmi temelden yoksun bir şekilde dillendirdikleri nev zuhur anlamda algılanmamıştır.
Ameli ve kavli örf, aynı zamanda, her hangi bir devirde bütün Müslüman ülkelerde halkın bir davranışı veya bir lafzın özel bir anlamda kullanılmasını adet edinmeleri şeklinde olursa buna “genel örf (örf-i amm)”; belirli bir ülke yahut bölge halkının veya belirli bir çevrenin bir davranışı veya bir lafzın özel bir anlamda kullanılmasını adet edinmesi olursa buna da “özel örf (örf-i hass)” denir. (age., 196). Bu açıdan bakıldığında ise, şekli, biçimi, rengi, imal edildiği kumaşın türü ne olursa olsun “başörtü”sünün bütün müslüman ülkelerde kullanılan genel bir örf olduğu görülmektedir. Ayrıca tarihin belirli bir döneminde ve belirli bir çevre tarafından kullanılmış özel bir örf de değildir.
Bu gün her ne kadar Arap örfünden kaynaklandığı ve dolayısıyla dinin zorunlu bir emri gibi algılanmaması gerektiği şeklinde sığ çıkışların olduğu malumdur. Arap örfünden kaynaklanmış olsa bile, Kuranda baş örtüsüyle ilgili hükmün mevcudiyeti kesindir. Bu hüküm çerçevesinde bütün müslüman ülkelerdeki kadınların hemen hemen tamamı düne kadar başlarını örtmüşlerdir. Bu gün de kahir ekseriyeti başını örtmektedir. Ayrıcı başörtüsü kullanmayanlarda müslüman kadınların genel kaanatide de başörtüsünün dini bir gereklilik olduğu yönündedir.
Başörtüsü, Allah tarafından dini delille onaylanmış; bütün müslüman ülkelerde genel bir örf halinde ameli ve sözlü olarak kullanılan ve algılanan “dini- örfi” bir olgudur. Tarihi, kültürel, sosyal ve psikolojik temeli oldukça sağlam bir fenomendir.
Bazı okur-yazar! çevrelerce, hukuki, kültürel ve dini temelden yoksun bir şekilde dile getirilenlerin, genel anlamda örfün ne anlamada geldiği bilinmeden ortaya atılmış ham görüşler olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca bu tür yaklaşımlar Batıda ortaya çıkan aydınlanmacı-pozitivist ve materyalist fikirleri asıl kaynaklarından değil de gazete ve dergi yapraklarından okuyarak, özümsemeden dinin mani terakki olduğu hezeyanlarını “tesettürün kalkması” noktasına kadar vardıran “İctihat” mecmuasının okur- yazarlarını hatırlattığını da belirtmeliyiz. (Safa, Peyami, Türk İnkılabına Bakışlar, s.38).
Bu anılan okur-yazarlar, Türkiye’yi tamamı başörtülü Müslüman annelerin evlatlarının kurduğunu ve asırlarca koruduğunu, Kurtuluş Savaşını kazandıklarını ve bu gün de teröre karşı yine çok büyük oranda başörtülü anaların evlatlarının mücadele ettiğini (Ünal, Ali, “İki Anahtar Kavram: Din ve millet”, Zaman Gazetesi, 10.03.2008) unutmuşa benziyorlar. Büyük ve güçlü devletlerin hafızaları güçlü olurmuş. Devletleri de insanlar meydana getirdiklerine göre, bu sözden birilerinin nasiplenmesi gereği apaçık ortadadır.
Hukuki kararların alınmasında, örf dikkate alınır, aksi durum hukuk felsefesine ve sosyolojisine aykırıdır. Hukuki içtihatlarda örf, dayanak ve kaynak kabul edile gelmiştir. Zira toplum kuralları, hukuk kurallarını doğurur, bu ikisi arasında da bir bağ ve bir uyum vardır.(Öktem, Niyazi, Hukuk Felsefesi ve Hukuk Sosyolojisi, İstanbul, 1985, s.205). Başörtüsü konusunda bunlar dikkate alınmayıp toplum vicdanında ve pratiğinde genel teamül haline gelmiş dini-örfi tarihi ve kültürel bir fenomenin hilafına, bir avuç azgın azınlık tarafından cebren ve hile ile maşeri vicdanını sızlatan nev zuhur ve batıl (fasid) bir örf ya da hurafe mi yaratılmak istenmektedir? Zira zaman ve mekan boşluk kabul etmez. Uygulamadan kalkması ya da içinin boşaltılması istenen milli ve manevi adetlerimiz yerine neler ikame edilmek isteniyor?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder