23 Nisan 2008 Çarşamba

Egemenlik Kayıtsız ve şartsız Milletin mi?

“Hâkimiyet bila kayd ü şart milletindir” şeklinde ifade edilen düşünce, Cumhuriyetimizin kuruluşundan önce, Milli Mücadelenin ilk yıllarında, ifade edilmeye başlanmıştı. Daha sonra “hâkimiyet/egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” gibi kelime değişiklikleri ile anayasalarımızda ve TBMM Genel Kurul salonlarında yazılı belge olarak yer aldı.

Anayasamızın 6. maddesinde yer alan bu hükme rağmen, Egemenliğin günümüzde artık kayıtsız ve şartsız millete ait olmadığı görülüyor.

“Devlet egemenliğinin dış şartları yani bağımsızlık anlayışı uluslararası hukuk kuralları lehine değişiyor.” Prof. Dr. Ali Fuat Başgil’in ifadesiyle “Devlet dış egemenliğinin milletlerarası hukukla, iç hâkimiyetinin ise kuvvetler ayrılığı ve ferdi hak ve hürriyetlerle sınırlı olduğu” söylenebilir.

Devlet egemenliğinin iç kayıt ve şartlarının demokrasi ve birey lehine değişmesini olumlu karşılamaktayım. Ancak mevcut dış kayıt ve şartların Türkiye’yi “tam bağımsızlık” fikrinden oldukça uzaklaştırdığı tehlikeli bir noktaya doğru gittiğimizi görmekten endişeliyim.

Türkiye birçok ülke gibi AİHM’e (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) ferdi müracaat hakkını tanıdığı gibi, bu mahkemenin kararlarını Türk yargı sistemi içinde yargılanmanın yenilenmesi sebebi olarak kabul etti.

Türkiye’nin imzaladığı uluslararası sözleşmelere aykırı herhangi bir hukuki düzenleme mevcutsa, bu çelişen konuda uluslararası sözleşmelerin geçerli olduğuna ve bu sözleşmelerin Meclis ve anayasal yargı denetimine tabi olmamasına dair anayasa hükmü yıllardır yürürlüktedir.

Anayasamızın 90. maddesi: “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.”

Gümrük Birliği anlaşmasıyla, Türkiye bırakın oy hakkı olmasını, temsil dahi edilmediği AB organlarının aldığı gümrük mevzuatıyla ilgili her türlü kararı kabul etmeyi taahhüt etmiş olup, alınan kararları itirazsız uygulamaya devam etmektedir.

Yabancılara bireysel mülk satışının yanında, azınlık vakıflarının yabancı vakıflarla işbirliği yapmaları, yabancıların vakıflarda görev almaları, vakıflar arası mal değişimi, sınırsız bir şekilde Türkiye’de mülk edinmesinin ve vakıfların dış destek almasının yolu açıldı.

Daha da kötüsü Türk yargı sistemi içerisinde görülen birçok davaya dış telkin ve müdahaleler artık normal kabul edilmeye başlanmıştır. (Öcalan, Hırant Dink, parti kapatması davaları gibi.)

Cumhuriyet döneminin maddi birikimlerinin büyük kısmı çok kısa bir zaman diliminde yabancıların kontrolüne girmiştir. Bankacılık, sigortacılık, enerji, telekomünikasyon sektörlerinde yabancı hâkimiyeti gerçekleşmiş, limanlar, madencilik, gıda, perakende ve diğer sektörlerde de yabancı sermaye oranı ciddi bir şekilde yükselmiştir. Türkiye’nin en büyük 500 şirketinde yabancı sermaye oranı % 60’ı, İMKB’da işlem gören hisselerde %70’i aşmıştır.

Mustafa Kemal Paşanın “bila kayd ü şart hâkimiyet” fikrini ifade ederken “dış anlamda tam bağımsızlık, iç anlamda da meşrutiyet yerine cumhuriyeti” işaret etmek için kullandığında bir tereddüt yoktur.

Prof. Başgil’in ifade ettiği dış sınırlama milletlerarası hukukla olmaktadır. Milletlerarası hukukun milli hâkimiyet ilkesine aykırılık teşkil etmemesinin temel sebebi milletin iradesinin tecelli ettiği TBMM’nin denetimi ve onayından geçmiş sözleşmelerin millet iradesine aykırı olamayacağının kabul edilmesine dayansa gerektir.

Oysaki yukarıda saydığım milli hâkimiyeti dış anlamda sınırlayan düzenleme ve uygulamalar bu ilkenin temeli olan “tam bağımsızlık” ilkesine ciddi bir şekilde aykırılık içindedir.

“Tam bağımsızlık fikrine” aykırı olan, egemenliğe dair kayıt ve sınırlamalar Cumhuriyetimizin kuruluşuna temel teşkil eden ilkeleri aşındırmaktadır. Milletlerarası ilişkilerde karşılıklı menfaate dayanan, eşit şartlara dayalı bağlılık yerine, bağımlılık ilişkisi diyebileceğimiz bir aşamaya geldiğimiz görülmektedir.

Milli iradenin tecelli ettiği TBMM’ nin kuruluşunun 88. yıldönümündeyiz.

“Düyun u umumiye’ yi” hazırlayan şartların benzerini yaşamaktan, ekonomimizi IMF ve yabancı sermayenin, siyasetimizi ise ABD ve AB’nin yönlendirdiğine dair uygulamalardan hoşnutsanız; çıkarılan petrol kanunundan, vakıflar kanunundan, uyum yasalarından ve son olarak TCK 301. maddede yapılan değişiklikte yabancıların baskısına boyun eğilmesinden mutluysanız:

“23 Nisan Milli Egemenlik Bayramınız” kutlu olsun.

Hiç yorum yok: