7 Mayıs 2008 Çarşamba

Ahmet’in İşi Zor

“Oğlum, yine öğretmeninin sorusuna cevap verememiş; artık, okula gitmek istemiyormuş. Öğretmene, göre çocuğun bir sorunu varmış. O, okulda hiç kimseyle diyalog kurmuyor, köşelerde yalnızlığı tercih ediyormuş. Ben de oğluma günlerdir sarılamıyor, ona sabahleyin, ‘Güle güle oğlum!’ diyemiyorum. Erken kalkıp ona kahvaltı hazırlayabilsem, onu okula uğurlayabilsem, eminin, bundan çok etkilenecek. Babası niye böyle yapıyor? Eskiden böyle değildi bu adam. Evine vaktinde gelir, benimle dertleşir, gerekmese bile günlük yaşadıklarını bana anlatırdı, ben de ona düşüncelerimi, duygularımı anlatırdım. Son günlerde, yüzü hiç gülmüyor bu adamın. Eve geç geliyor, benimle hiç konuşmuyor, evden erken ayrılıyor. Benden soğudu mu yoksa? Olamaz, böyle bir şey olsaydı, açık sözlüdür, bunu söyler, ‘Birlikte olamayacağız.’ derdi. Benimle konuşmadığı neredeyse bir ay olacak. O ‘Lanet olsun!’ sözü keşke çıkmasaydı ağzımdan.” sözleriyle kadın sabaha kadar varsayımlar geliştirdi, tezler kurdu, tahminlerde bulundu kocasının son günlerdeki durumuyla ilgili olarak. Geceleyin kaldırıp göz göze gelmek, sarılmak istiyordu kocasına; ama buna hem cesaret edemiyor hem gururu izin vermiyordu.

“Zehra, bana niçin böyle davrandı?” diye düşünüyor, eşinin davranışını özellikle “Lanet olsun!” sözünü kabullenemiyordu beyefendi. “Niçin lanet olsun? Lanet şeytana okunur. Ben lanetlik ne yaptım? Yoksa düşünmek istemediğim şeyler var da benim haberim mi yok? ‘Lanet olsun!’ ha! Kadın cinsi işte, anlatamıyorsun kendini! Kim, kime kendisini tam anlatabilmiş ki? ‘Şüphesiz, insanoğlu çok nankördür.’ sözü boş bir söz değil. İnsanoğlu, ah insanoğlu, kendisine, çevresine, Yaratan’a karşı ne kadar nankör! Yoksa ben büyük bir aymazlık içinde miyim? Ne olur, beni bana bırakma Allah’ım! Herkesin imtihanı farklı; ama bana lanet okunmasını hiç kabullenemiyorum.”

Ahmet’e arkadaşları çok şanslı bir çocuk olduğunu söylerlerdi. Ahmet, davranışlarıyla, ilişkileriyle, kıyafetiyle, başarısıyla modeldi sınıf arkadaşları için. Dört yıldır bir gün olsun derse gelmezlik etmemişti. Girdiği yarışmalarda pek çok derece elde etmişti. Ahmet’in son bir aylık haline sınıfında kimse bir anlam veremiyordu. Ahmet, zaman zaman evi terk ederek annesini ve babasına cezalandırmayı düşünüyordu. Evdeki soğuk havanın nedenini bir türlü kavrayamıyordu. Geçen akşam, babasının ‘Lanet olsun ha!’ diye sayıkladığını duymuştu. Bu sözle evdeki olumsuz hava arasında ilişki kurmaya çalışıyor; bir sonuç çıkaramıyordu.

Zehra Hanım, bugün oğlu Ahmet’le dertleşmeye karar verdi. Ona, babasının ne kadar inatçı, hoşgörüsüz biri olduğunu söyleyecekti. Kendisinin yalnız kaldığından, tek varlığının oğlu Ahmet olduğundan, bu babayla bir ömür geçmeyeceğinden söz edecekti. Sonra, “Ya Ahmet düşüncelerime katılmazsa!” diyerek duraksadı. O da erkek ne de olsa! “Sabır acıdır, meyvesi tatlıdır.” sözünü hatırladı.

Zaman, iki çiftin aleyhine çalışıyordu sanki. İletişimsizlik ne kadar kötü. Murat Bey, kendisini iyice kapattı dış dünyaya karşı. Hafif bir ışık görse belki yol bulacaktı kendisine oradan. Kırık kalbi, zedelenen onuru aklına ulaşmaya engeldi. Eşinde de bir ışık yoktu henüz.

Evdeki iletişimsizlikten bunalan Ahmet son günlerde fazlaca kitap okuyordu. Öğretmeni okuduğu kitabı görmüş, “Bu kitap sana ağır gelir, okumanı tavsiye etmem.” demişti. Bu söz üzerine Ahmet, kitabı daha dikkate okumaya devam etti. Sanki canlı bir tabloydu kitapta anlatılanlar. “Gurur, şeytandandır.”, “Ağızdan çıkan söz, yaydan çıkan ok gibidir.”, “Veren el, alan elden üstündür.” “Yap bir iyilik, at denize; balık bilmezse Halik bilir.”, “Her gölge kişinin eseridir; büyük gölgeler büyük insanlara aittir.” sözleri özellikle bu aile atmosferinde onu etkilemişti.

Ahmet, akşamın olmasını beklemeye karar verdi. Konuşmaya hangisinden başlamalıydı? Annem hissi, babam mantıklı, dedi. Ahmet’in işi zordu. Evet, hayat, farkında olanlar için zor bir satranç oyunu.

Hiç yorum yok: