22 Mayıs 2008 Perşembe

Türk Dünyası’nda Türkçe Eğitim Öğretim

TCK’nun 301. Maddesinde malum değişiklikleri yapanlar tarihi vebal altına girmişlerdir. Bundan böyle 1923 öncesine her türlü saldırı, hakaret yapılabilecektir. Tabii 1915 sözde soykırım iddiaları da rahatlıkla gündeme getirilecektir.

Bu maddenin görüşmeleri sırasında TBMM’nde AKP adına konuşan bir Yozgat milletvekilini hayretle izledim. Sağ eğilimliydi ama milliyetçi değildi. Türklüğe hakaret ettiği için Nobel kazandırılan malum yazarı methediyordu. Bu yazar baş üstünde tutulmalıymış. Aslında bugün bu tip yazarlara değer veriliyor. Bunlar Çankaya’da ağırlanıyor. En büyük milliyetçi Türklüğe ve Türk tarihine hakaret eden bu zatmış. Bunu söyleyen yiğidin harmanlandığı toprakların sözde vekilidir. Aslında AKP’ye rey veren muhafazakâr çoğunluk, bu vekilin methettiği Bay Pamuk’un çizgisinde mi? Önemli olan vekilin halkın çizgisinde olup olmadığı değil; halk vekilinden haberdar mı? İşte asıl sorun budur. Türkiye’deki demokrasinin asıl defosu budur.

Geçen hafta 23-27 Nisan 2008 tarihlerinde Kazakistan’da düzenlenen “II. Türk Dünyası Sosyologları Kurultayı”nı ele almıştık. Aslında söylenecek çok şey var. Biz 1990’ların başından beri bağımsızlıklarını kazanan Türk Cumhuriyetlerine bazı dost ve müttefiklerimizin taşeronluğuna soyunarak serbest piyasa ekonomisini tavsiye ettik. Demokrasiye uygun bir kurumlaşmayı sağlayamayan, müteşebbisi yetersiz, zihniyette gelişme sağlayamayan ve piyasanın teşekkül etmediği bu ülkelere serbest piyasa ekonomisini önerdik. Rekabet şartlarının oluşmadığı bir yapıda serbest piyasa ekonomisi kime hizmet ederdi? Adeta daha çorba içmeden tatlı yemeyi tavsiye ettik. Bu ülkelerin çoğunda devletler borçlandırıldı. Ekonomik kaynaklarına el konuldu. Ve aslan payları bunlardan alındı. Daha sonra tüketim kredileriyle halk da borç altına sokuldu. Yapay bir gelişme sağlandı ve halkın refah seviyesi yükselmiş gibi gösterildi. 2003’ten itibaren Dünyadaki likidite bolluğu Türkiye’ye olduğu gibi bu ülkelere de yansıdı. Para, borca gidecek yer aradı. Aslında oyun her tarafta aynı oynanıyor. Küreselleşmenin çarkı Türk Cumhuriyetlerini de öğütüyor.

Türk Cumhuriyetleriyle Türkiye arasındaki ilişkilerde Türkiye Türkçesini anlaşılır ve konuşulur kılmak en önemli konudur. Oysa, Türk okulları denen okullarda Türkçe seçimlik derstir. Belirli bir cemaatin açtığı sözde üniversitelerde de eğitim öğretim dili İngilizce’dir. Kimse kimseyi kandırmasın. Peki, devletin açtığı, her ay 500.000 dolar civarında masraf yaptığı Ahmet Yesevi Üniversitesi’nde durum nasıldır? Türkiye’nin maliyetine katlandığı bir eğitim öğretimin dili Türkçe olmalıdır. O ülkenin Türkçesine de hizmet edebilmeli, evrensel bir dil olan İngilizce’yi de öğretebilmelidir. Oysa, Ahmet Yesevi Üniversitesi’nde durum tam tersinedir. Eğitim öğretim dili Rusça ağırlıklıdır ve Kazak Türkçesidir. Türkçe, sadece Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde geçerlidir ve orada da maalesef Türkçe bilmeyen hocalar vardır. Türkiye’den giden öğrenciler için Türkçe hazırlık sınıfı vardır; ama bu Kazak öğrenciler için söz konusu değildir. Üç ayrı Hukuk Fakültesi’ne neden ihtiyaç duyulmuştur? 15 senedir öğrenim veren Tıp Fakültesi’nin hastahanesi neden açılamamıştır? Bu üniversiteden gelen pis kokular Türkiye’yi kaplamıştır. Lafla milliyetçi olunamayacağı ortaya çıkmıştır. Bu üniversite kesin çözümler beklemektedir. Sorunların ertelenmeye tahammülü yoktur. Yüz kızartıcı ve itibar kırıcı manzaralar ortaya çıkmıştır.

Gerek Kazakistan’daki gerek diğer Türk Cumhuriyetlerindeki üniversitelerle Türkiye’dekiler arasında yakın ilişkiler kurulmalı, ortak ders kitapları hazırlanmalı, ortak kaynak eserler tespit edilmelidir. Bu ülkelerde Rus patronların yerini yeni patronların alması bir çözüm değildir. Sözde demokrat ve hürriyetçi olsalar da… Hedef Türkiye Türkçesinin yaygınlaştırılabilmesidir. Bunun için de Türkçe eğitim öğretim yapan liselere ve yüksek okullara ihtiyaç vardır. Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı’nın yaptığı gibi…

Türk Dünyası’nda yapılacak kurultaylar ve sempozyumlar malum şeyleri tekrar etmekten öte; bu ülkelerde yozlaştırılmamış İslâmi bilgiyi geliştirmeli, Türk kültüründe var olan hoşgörü örneklerini verebilmeli ve Türkiye’nin sosyal ve etnik yapısını çarpıtmadan ortaya koyabilmelidir. Tanıtım eksiklikleri giderilmelidir.

Hiç yorum yok: