29 Eylül 2008 Pazartesi

Atatürk ve AB

Geçen hafta AB’ne sunulacak olan Ulusal Program 2008 üzerinde durmuş, programı genel çizgileriyle ele almış, çelişkileri ve hükümet politikası olarak sürdürülen yanlışları belirtmiştik. Aslında, her alanda ortaya çıkan bu yanlış ve çelişkiler, yönetenlerin kendi iradeleriyle yaptıkları yanlışlar değildir. Bu yanlışlar onlara yaptırılıyor. İktidar olmanın ve meşruiyeti dışarıda aramanın bir sonucudur bu.

Ulusal Programda dikkat çeken bir yanlış da; AB sürecinde Kıbrıs’a ve KKTC’ne bakıştadır. KKTC’ni hayali AB üyeliği süreci önünde engel görenler, aslında Türkiye’nin önündeki gerçek engeller olduklarını fark edemeyenlerdir. Bir taraftan Kıbrıs sorunu” Birleşmiş Milletler bünyesinde ele alınmalı denir; diğer taraftan, Ulusal Program 2008’de bu AB’ne havale edilmiş gözükür. Bu ne çelişkidir? Siz adamlara böyle cesaret verirseniz; AB yetkilisi zat da çıkar ve “tam üyelik ve müzakere süreci Kıbrıs’a bağlıdır” deyiverir. Milliyetçilik kimsenin tekelinde değil. Dış dayatmaların önünde eğilerek belki sağcı olunabiliyor; ama, milliyetçi olunamıyor.

Bize göre daha önce de belirttiğimiz gibi; gurur ve haysiyet kırıcı AB süreci Cumhuriyet’in kuruluş felsefesiyle taban tabana zıttır. Bu anlayış, dün de geçerli olsaydı; milli mücadele ile milli devlet ve Cumhuriyet’in kurulmasına da gerek olmazdı. Sömürgeciler de sömürgelerine medeniyet getirmiştir. Bunu ihmal etmemişlerdir. Ama, bu medeniyet milli bağımsızlığı reddeden, milli gurur ve haysiyeti kırıcı ve aşağılayıcı, hükümranlık haklarını reddeden medeniyet nimetine izinle kavuşmadır.

AB söz konusu olduğunda, Atatürk’ün milletimiz için belirlediği “çağdaş uygarlıkla bütünleşme” anlayışından, bazıları sömürgecilerin lütfettiği medeniyet nimetlerini anlıyor. Bu anlamda çağdaş uygarlıkla bütünleşme, uydu olmaktır; milli bağımsızlıktan ve hükümranlık haklarından vazgeçmektir. Bazılarımız bunu böyle anlar olduk. Bazıları soruyor: “Atatürk yaşasaydı; AB’ne karşı nasıl tavır alırdı?” Atatürk’ün beyanlarına bakarsanız; O’ndaki haysiyetli mili çizgi ve tarih şuuru, Brüksel’i veya Washington’u yeni kıble yapanlardan çok farklıdır. Atatürk dönemini 1930 modeli bir arabaya benzetenler ve dogma olarak ifade edenler, zihinlerindeki dogmalardan kurtulmalıdırlar. Bu dönem, modernleşmeye kapalılık değil; kendi değerlerini koruyarak gelişme yolunun açıldığı bir dönemdir. Atatürk döneminin çizgisi, milli bağımsızlık ve milli menfaatlerin evrensel çıkarlara peşkeş çekilmediği bir dönemdir. Pragmatik bakışın öne çıktığı, ideolojik kalıplardan uzaklaşıldığı, Türkiye’nin ihtiyaçlarına ve gerçeklerine göre devletçiliğin bile şekil aldığı bir dönemdir. Özel ve ferdi çalışmalar esas alınmakla beraber; genel ve yüksek çıkarların gerektirdiği işlerde, özellikle iktisadi alanda devletin aktif bir hale getirilmesi esastır. Atatürk döneminin modeli, iktisatta özel teşebbüsün ya da devletin tam egemenliği değildir. Ülke gerçekleri karşısında her ikisinin de birlikte yer almasıdır. 17 Şubat 1923’te toplanan İzmir İktisat Kongresi ve 1929’a kadar süren daha ziyade liberal anlayışın yürümediği görüldükten sonra, I. ve II. Sanayi Plânları ile Türk ekonomisinde yapı değişikliğine gidilmek istenmiştir. (Özyurt, H., Atatürk Dönemi I. ve II. Sanayileşme Plânları ve Türk Ekonomisindeki Yapı Değişikliğine Etkileri / 1933-1938, Sosyoloji Konferansları Atatürk Özel Sayısı, İstanbul 1981, sh. 119-146)

Ulusal egemenliği iktisadi egemenlik olarak anlayan ve karma iktisat sözünü dile getiren İktisat Bakanı Mahmut Esat Bozkurt’un şu sözleri dikkat çekicidir: “Görünüşte ülke bizimdi. Fakat aslında, Türkiye iktisaden bizden çok yabancıların ülkesi, bir sömürgesiydi”. Atatürk’ün siyasi zaferlerin iktisadi zaferlerle tamamlanmamasının eksik kalacağı ifadesi de unutulmamalıdır.     İ. Ü. İktisat Fakültesi’nin kurulması fikri kendisinindir.

Prof. Dr. Afet İnan’a göre; Atatürk liberalizm konusunda çok kesin bir fikre sahiptir ve liberal rejime taraftar değildir. (Ülken, Y., Atatürk ve İktisat, Ankara 1981, sh. 55) Sosyalist sistemden de çok uzaktır. Bazılarının zannettiği gibi Atatürk’te dogma yoktur. “Kesin zorunluluk olmadıkça piyasalara karışılamaz” diyen Atatürk, hiçbir piyasanın da başıboş olamayacağını ifade eder. (Aynı eser, sh. 53) “AB, çözülme yönünde toplumsal bir dönüşüm projesidir. AB’nin ulus-devlet ve üniter yapıya zarar vermemesi gerekir” şeklindeki beyanlar da konuyu yeterince kavrayamamaktır.

Hiç yorum yok: