Rahmet ve bereketin bol olduğu, on bir ayın sultanı ramazan ayına ulaşmış bulunmaktayız. Bu ayın manevi kalkınmamız için de bir fırsat olmasını diliyorum.
Manevi değerleri sürekli ön planda tutan Osmanlı Devleti, yüzyıllar boyunca dünyaya liderlik etmiş ve örnek bir yönetim tarzı göstermiştir.
Bunu da yanlarında sürekli ağırladıkları, devrin manevi değeri büyük mürşitlerle olan münasebetlerine ve onlara karşı sergiledikleri sevgi, hürmet ve saygıya borçludurlar. Yıldırım Beyazıd Emir Sultan Hazretlerini, 2. Murad Hacı Bayram-ı Veli’yi, Fatih Sultan Mehmed Akşemseddin’i, Yavuz Sultan Selim Zembilli Ali Efendi’yi, Kanuni Sultan Süleyman Ebussuud Efendi gibi manevi mimarları yanı başlarından hiç ayırmamışlardır.
Günümüzde ise manevi yönü güçlü insanlarla olan diyalog suçlanmak için yeterli sebep teşkil etmektedir. Hatta birazcık ileri gidildiğinde irtica yaygaralarının çok yoğun bir şekilde koparıldığına şahit oluyoruz. Geleceğimizi artık George’den, Angela’dan, Nicholas’dan gelecek tavsiyelere bağlıyoruz.
Anlatacağım hadise son okuduğum İsmail ÇOLAK’ın Osmanlı’nın Gizli Sırları adlı kitapta geçiyor. Neslimizin, Peygamber Efendimizin (S.A.V) övgülerine mazhar olduğuna, ilham kaynağımızın ne olması gerektiğine iyi bir örnektir.
Hadise, 1928 yılında geçiyor. Ülkemizden kutsal topraklara giden bir zat ile Medine- i Münevvere’de Peygamber Efendimizin türbedarı arasında geçiyor. Türbedar, tam bir Osmanlı hayranıdır. Osmanlı ile yatıyor, Osmanlı ile kalkıyor. Halbuki ne Osmanlı kalmıştır ortalıkta ne de esamesi. Türkiye’den giden zat, dayanamayıp bir gün sorar türbedara? Niçin bu Osmanlı muhabbeti? Neden, Allah ve Resulü’nün muhabbeti Osmanlıyı sevmeyi gerektirir? Türbedar hemen cevaplar: Osmanlı’yı İslam namına sevmek için şu hatıram sizlere yeter de artar! der ve anlatmaya başlar.
1915 haccına, Hindistan ulemasından Allah dostu bir zat da gelmişti. Hacdan evvel Resulullah’ı ziyaret için Medine’ye teşrif etmişti. Kendisiyle tanıştık ve uzun uzun sohbet ettik. Fakat bir türlü hüznü ve gözünün yaşı dinmiyordu. Türbedar alim zata “Burası cennet bahçesi, Resulullah’ın mescidi, makamı neden üzülüyorsunuz diye sorar? Hindistan’lı alim şu cevabı verdi. Keşke gözyaşlarım, gönlümün sevincini yansıtıyor olsaydı. Bunca yıl sonra nasip oldu . O, Güzeller Güzeli’ni ziyarete geldim. Yanında, yakınında özlem giderecektim. Fakat müşahede ettim ki Resulullah makamında değil… Resullullah niçin burada değil, yoksa benim kalp gözüm mü körelmiş? Resulullah’ın varlığını neden hissedemiyorum? İşte geldim geleli bu düşüncelerle meşgulüm.
Alim zatın bu sözleri üzerine türbedar şoke olmuştu. Bu düşüncelerle gece geç vakitte yatağına uzandığında, rüyasında Hz. Peygamber’i gördü. Gün boyu kafasını meşgul eden düşünceler, Hz. Peygamber’in açıklamalarıyla dağılacaktı. Hz. Peygamber şöyle diyordu: Evet, hissedilen doğrudur. Ben, şimdi Medine’de değilim, Çanakkale’deyim… Çok zor durumda olan asker evlatlarımı yalnız bırakmaya gönlüm razı olmadı. Şimdi onlara yardım ediyorum.
Bu hadiseyle bağlantılı olarak 1955 yılında devrin başbakanı Adnan Menderes Hindistan’ı ziyaret eder ve bu alim zata da uğramak ister. Alim zat, genelde yanına gelen çoğu kimseyi kabul etmez ve görüşmeden geri gönderirdi. Türkiye Başbakanı’nın kendisini ziyaretini kabul eder. Menderes, uzaklardan geldiklerini ve alim zattan dua talep ettiklerini söyler. Hintli alim söylenenlere itibar etmez ve dua merkezinin İstanbul’da “Eba Eyyub-el Ensari’nin makamı” olduğunu söyler ve ekler: O, Resulullah’ın mihmandarıdır, seçkin sahabelerden biridir, İstanbul’un manevi fatihi ve sahibidir. Siz, gidin o mübarek zatın himmetini isteyin, onun şefaatine sığının… Siz, Güzeller Güzeli’nin himayesini görmüş bir millete mensupsunuz. O, Sizi Çanakkale’de, İstiklal Harbinde ruhaniyetiyle korumuştur. Bunun şuurunda olunuz, der.
Manevi kalkınmasını tamamlayamamış milletlerin sonunun ne olduğunu etrafımızda çok iyi görüyoruz.
Geçmişte devlet adamlarımız kimlerin fikirlerine değer verirdi, şimdi ise kimlere önem veriyor. Allah sonumuzu hayreyle…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder