18 Eylül 2008 Perşembe

Teröre Bir Bakış–2

Doğulu olmak…
Teröre bir bakış yazımızın ilkinde genel bir anlatımla terörü ele almıştık. Yazının bu devam kısmında ise terörün doğduğu ve en çok uygulandığı topraklardaki yaşamı, insanları ele almaya çalışacağım. Öncelikle şunu belirtmek isterim ki, bu yazıda yazdıklarım sadece bir bakış açısı, bir yorumdur. Amacım; Doğu’daki yaşamın tarihine inmek, insanların yaşam biçimlerinin oluşma şartlarını incelemek ve terörün bu yaşam şartları ve biçiminden nasıl faydalandığını bir nebze ortaya koyabilmektir.   

Doğulu musunuz? O zaman töre denilen mutlak itaat kanununa tabisiniz. Töre ile kastım; gelenekler ve kültürler değil, insanların yaşamını kontrol eden ve yönlendiren yazılmamış kanunlardır. Bu katı kanunlar, uygulayanları ve uygulananları aynı derecede kontrol eder… Her sohbetinizde bir parça onların yaşamını hissedersiniz. Oradaki yaşam şartlarından bahsederlerken bir tutam ezilirsiniz sizde. Elinizde değildir...

10–15 yıl öncesine kadar…
Sabah olmuştur... Çekilmez boyutlarda çileli bir yaşamın bir gününe daha başlamak üzeresinizdir. Ama önce kahvaltı edeceksiniz. Elinizi yüzünüzü yıkamanız gerek. Boş yere su akan musluklar aramayın. Birkaç yüz metre ilerideki, köyün ortasında bulunan çeşmeye gitmelisiniz. Hazır gitmişken şu otuz litrelik bidonu da doldurmak fena olmaz hani... Ama bir tuhaflık vardır. Her güne böyle çile ile başladığınız halde yüzünüzde bir tebessüm vardır. Asırlardır böyle yaşamışsınızdır ve yaşadığınızın bir çile olduğunun farkında bile değilsinizdir… Hatta orada dünyaya gelmek için bile nice çilelere göğüs germek zorunda kalırsınız. Öncelikle aylarca birkaç metrelik karlar altında kalan kapalı yollarda, annenizin karnında, fedakâr insanların yorgunluktan ölürcesine çektiği bir kızak üzerinde yol almak zorundasınız. Ebeye ulaşabilmek ya da onun size ulaşması bir şanstan öte, çok büyük bir lütuftur sizin için. Bir aksilik durumunda sizin ve annenizin yaşamını kurtarabilecek hiçbir tıbbi imkân da yoktur. İşte doğarken bile böyle bir zulümle merhaba dersiniz dünyaya… Daha doğmak üzere olan körpecik bir bebekken, yaşamın en sert yüzüyle karşılarsınız…

Sonra büyümeye başlarsınız. Aklınıza gelebilecek birçok imkândan yoksunsunuzdur… İlk öğrendiğiniz şey; size ait olmayan tarlalarda fedakârca çalışmaktır. Tıpkı diğer köylüler gibi… Ahırdan bozma bir okulunuz varsa şanslısınızdır… Eğer teröristler tarafından katledilmemişse, bir de öğretmeniniz varsa bunu bir yaşam mucizesi sanırsınız… Çünkü devlet diye bir şey duymuşsanız, öğretmeniniz devletin elinizi tutan en yakın elidir… Ömrünüz boyunca bir doktor görebilmişseniz, kendinizi o kadar çok özel hissedersiniz ki… Devletten o kadar yoksun ve uzak bırakılmışsınızdır ki, çoğu zaman devletin ne olduğunu bilmezsiniz bile... Ve bilmediğiniz, tanımadığınız her şeyden korktuğunuz gibi, devletten de korkarsınız… Asıl acı olan devlet de sizi bilmemektedir…

Büyürsünüz, yaşamınız sizin değildir. Sevdiğinizle evlenemezsiniz… Özgürce konuşamaz, düşünemezsiniz… Birey olamazsınız… Töre denilen ve yaşamınızı doğumdan ölüme kadar yöneten bir kanunla yaşamak zorundasınızdır… Bu mutlak itaat kanununu yönetenlerin ağalar ve uygulayanların aşiret sistemi olduğunu bilmektesinizdir. Kaybedeceğiniz, canınızdan başka sahip olduğunuz bir şeyiniz de yoktur… Bu sistemde yaşayabilmek için tek şansınız vardır. O da kalabalık olmak… Ne kadar kalabalık bir aileyseniz bu şartlarda yaşama karşı savaşmak o kadar kolaylaşmaktadır. Gerçi çok sonradan, sizin yaşamınızdan bihaber olan entelektüellerin, sizi doğum kontrolünü bilmeyen cahil insanlar olarak tartışmaları ne acıdır… Acı olan entelektüellerin düştüğü durumdur. Siz sadece hayatta kalmaya çalışıyordunuz oysa… Rahmetli Kemal Sunal’ın, bizlerin komedi sandığı ama aslında son derece derin olan sosyolojik filmlerinde gördüğümüz gibi, sadece ağanın malısınızdır… Camideki hocanız bile fetvalarını ağaya ve töreye göre verir… Yani, önce töreye aitsinizdir, sonra Allah’a… Aslında ağalarınız da sizin gibi bir kurbandır sadece… Töre onları da yönetir, her verdikleri kararda onlarında yürekleri sızlar… Türküleriniz yaşanmış zulümlerle, sonu infazlarla biten ayrılıklarla doludur… Cildiniz yanıktır, sevdalarınız da… Ve tüm bunları normal bir hayat bilerek yaşarsınız… Dünyadan, devletten, hukuktan, birey olmanın gücünden haberiniz bile yoktur…

Şimdi sorabilirsiniz… Devlet güçlümüdür? Evet güçlüdür… Peki, neden devleti yönetenler doğuyu kaderine terk etti? Hazırsanız fantastik ve kaotik yolculuğumuza başlıyoruz…

Osmanlı döneminden beri ülkemizin doğusu ağalık ve aşiret sistemiyle yönetilmekte… Bu sistemin yazılı olmayan kanununun adı ise töre… Cumhuriyet döneminde de bu sistem devam ettirilmiş, sadece Gazi Mustafa KEMAL döneminde sistem ortadan kaldırılmaya çalışılmış, oluşan onlarca isyan neticesinde başarılı olunamamıştır. Bu isyanları elbette oradaki yaşamları köleleştirilmiş insanlar çıkarmamıştır... Sonraki dönemlerde ise ülkemizi yönetenler buna hiç yeltenmemiştir. Zira işlerine gelmiştir. Osmanlı’dan kalan hastalık nüksetmiş ve insanları ağalar aracılığıyla yönetme sistemi daha da kökleşmiştir… Zamanla öyle bir hale gelmiştir ki, devlet o bölgeye yatırımını bile ağalar aracılığıyla yapar olmuştur… Ağalar ve aşiretler o kadar çok güçlenmişlerdir ki, orada adeta devletleşmişlerdir. Oy peşinde olan siyasetçileri düşünün… Halkla görüşmelerine gerek yoktur o bölgede… Tüm pazarlıklar ağalarla ve aşiretleriyle yapılır… Zaten hiç kimse onların dediğinin dışında birine oy veremez… Bu al gülüm ver gülüm ilişkisinde geçirilen onlarca yıldan ve yaşamları heba edilen nice nesillerden sonra, bu habis ilişkinin yarattığı zafiyetlerin, lanet olası terörün çıkış noktası ve beslenme kaynağı olduğunu anlamak ne kadar acı… Neden mi? Terörü oluşturanların bölge halkına ilk vaatleri bunu açıkça ortaya koyar; “Sizi bu ağaların elinden kurtaracağız, töre denen zulmü yıkacağız, özgür olacaksınız…” Devletin, gerçek hukukun, insan olmanın değerinin ne olduğunun farkında olmayan, nesilleri zulümlerle yaşamış, birey olma hakları olmayan, sevdikleri başkalarıyla evlendirilmiş, canlarından başka dünyada kaybedecekleri bir şey olmayan bir bölge dolusu insan… Siz bir terör örgütü kurmuş olsanız ve yoğun insan gücüne ihtiyacınız olsa, bundan daha mükemmel bir ortam daha isteyebilir miydiniz? Terör örgütünün siyasi kolu olan bölücü partilerin çıkış noktası da budur… Bölge insanının bu yaşamını evirip, çevirip hamur yapmışlar ve ortaya kürt sorunu dedikleri bir format hazırlamışlar… Ana dil + demokrasi + özgürlük + kimlik + özerklik diye özetlemişler… Oysa doğulu insanlarımızın, insan olmak ve insan gibi yaşamaktan başka bir istediği yoktu ki… Onların ezilmişliği eskiden kullanılıyordu, 30 yıldır da terör örgütü ve siyasi kolu tarafından kullanılıyor…

90’lı yıllar…
90’lı yıllardan itibaren özellikle şehirlileşme, kitle iletişim araçlarının ve teknolojinin gelişmesi ile birlikte bölge insanlarında bilinçlenme ve değişim olduğunu görmekteyiz. Bu değişim de bölgeden göç eden insanların da etkisi olduğunu da belirtmek gerekir. 90’lı yılların özellikle ikinci yarısından itibaren, sivil toplum kuruluşlarının oluşması gelişimi tetiklemiştir. Yazımda anlattığım yokluk yaşamının o bölgedeki her insanı kapsadığını söylemem mümkün değil… Kent yaşamıyla, kırsal yaşam ince bir çizgiyle ayrılmıştır. Haberlerde o bölgeyi iki şekilde görürsünüz hep… Ya doğum yapacak bir kadın kızakla çekiliyordur, ya da aşiret düğünlerinde kilolarla altın takılıyordur…  Doğunun hep iki yüzü olmuştur… Ya efendisiniz ya da köle… Ortası yoktur… Oysa yaşamı yaşanılır kılan her şeyin ortası değil midir? Ben Karadenizliyim… Doğuyu yaşamadım ama doğunun yokluklarını yaşadım… Tek bir farkla… Delicesine bir özgürlükle yaşadım yoklukları… Ne bir efendim oldu, ne de bir kölem… Ülkemde devletimden, yüreğimde Allah’tan başka bir güç bilmedim… Benim bahsettiğim özgürlük, bazı habis oluşumların hedeflediği özgürlük değil elbette… İnsan olmanın özgürlüğü… Yokluklara dimdik durabilme özgürlüğü… Birey olma özgürlüğü… Âşık olma özgürlüğü… Hayal kurma özgürlüğü… İnsanı geliştiren, ilerleten, imkânsızlıkları aşmasını sağlayan en önemli donanımıdır hayal kurmak… Oysa doğuda o bile elinizden alınmıştır yüzyıllar önce… Hayal kuramazsınız…

Şimdi ekranlarda, gazetelerde her ortamda bir şeyler söylüyorlar… Kimler mi? Entellerimiz. Efendim terör örgütü bu kadar desteği nasıl buldu? Vs. Onlara bir sorum olacak; Bakınız beyefendiler, ömrünüz de bir gün doğulu oldunuz mu?
Terör örgütünün içinde caniler ve özel yetiştirilmiş teröristler var tabiî ki. Ama birçok terör militanının dağa çıkma nedenini gerçekten biliyor muyuz? Sevdiği kız elini tutu diye katledildiği için terör örgütüne katılan gençlerin sayısı nedir acaba? Ya da sırf birey olabilmek amacıyla yolunu kaybedip terörist olan kaç kişidir? Ya kandırılan? Ya katıldığı örgütün bir terör örgütü olduğunu bile bilmeyenlerin? Ya zorla kaçırılan? Ya katılması emredilen?

Ülkemizde terörle mücadele eden bir silahlı kuvvetlerimiz var, bir de bölge halkı… Ve tüm bedeli de askerimiz, bölge insanımız ödüyor… Ve onlarla birlikte bizler ödüyoruz… Peki, asıl mücadele etmesi gereken siyasiler 30 yıldır ne iş yaparlar? Boş nutuklar atmaktan ve hatta terörü kullanmaktan başka ne yaptılar? Bir şeyler yaptılar elbet seslerini duyar gibiyim… Tamam, o zaman hadi yapın… Söylediklerinizle değil, yaptıklarınızla güçlü olduğunuzu gösterin… Ağalık sistemini yıkın… Toprak reformunu gerçekleştirin… Herkesi birey yapın… Batıdaki yaşam özgürlüğünü oraya da taşıyın… Töre kanunlarını kaldırın insanların yaşamından, insanlar vicdanlarıyla yaşasın sadece… Devletle bölge insanının arasına girmiş olan tüm yapıları yıkın… Bunları söylemek elbette kolay… Peki, yapmak? Kabul ediyorum, çok zor… Neden mi?

Yüzyılların oluşturduğu bu yapıyı ortadan kaldırmak ve yerine başka bir yapıyı entegre etmek hem zor, hem de tehlikeli bir süreç. Hasta bünyeye ağır dozda ilaç vermeye benzer bir anlamda… Bünyeyi iyileştireceğine büsbütün çökertme ihtimali yüksektir. O halde geriye tek çözüm kalıyor… Ortadan kaldıramadığınız bu yapının dönüşmesini sağlamak, daha risksiz bir mümkünlük görünüyor. Açacak olursak; sistemin kötü yönlerini etkisiz kılacak şekilde, yavaş ve boşlukları dolduracak olan değişimlerin sağlanması diyebiliriz… Bölge ve bölge insanında 90’lı yıllardan itibaren doğal değişimler olduğundan bahsetmiştim. Bu değişimler sosyal, ekonomik, kültürel, psikolojik ve eğitimsel değişimlerle güçlendirilirse, bölgenin ve bölge insanlarının kaderinin de değişmesi sadece zaman meselesi olacaktır. Ülkemizin siyasetçilerine, bilim adamlarına, aydınlarına, sivil toplum kuruluşlarına düşen görev ise; bir yandan teröristle birebir mücadele eden, diğer yandan özellikle sosyal alanda değişimleri sağlamaya çalışan ordumuzun omuzlarındaki yüklerin hafifletilmesidir. Yani, ordumuz sadece teröristle mücadeleye odaklanabilmelidir. Bölgedeki değişimler doğru yönetilmezse, değişimlerin kontrolü bugünlerde iyice küstahlaşan habis oluşumların eline geçecektir. Ve bu yeni durum terörden daha yıkıcı ve can yakıcı olacaktır… Bu habis siyasi oluşumun bugünlerde bölgedeki değişimlerin kontrolünü ellerine geçirmek için bir savaş verdiği de aşikârdır…

TEHLİKE…

Değişimler kaçınılmaz… Dünya değişiyor… İnsanlar değişiyor… Birey ve devlet olarak, ya değişimleri kendi haline bırakıp, başka güçlerin şekillendirmesine göz yumup, oluşacak tüm sonuçların bedelini ödeyeceksiniz… Ya da değişimleri ihtiyaçlara göre, kontrollü ve doğru planlamalarla gerçekleştirip, değişimlerin oluşabilecek kötü tesirlerini bertaraf etmiş olacaksınız...
Terör de her şey gibi değişiyor… Ama bu değişim sanıldığı gibi doğal değil… Çok uzun süreli bir planın son aşamasıyla karşı karşıyayız… Durumu daha iyi anlatabilmek adına terörün aşamalarını maddeler halinde sunmak istiyorum…

İlk aşama;
1-Bölgenin yaşam koşullarının kullanarak terör örgütünün kurulması…
2-Bu terör örgütü ile yoğun bir şekilde kanlı eylemler düzenlenerek, bölgenin ülkenin geri kalanından soyutlanması…
3-Devlet ile silahlı mücadeleye girilerek, hem devletin siyasi, ekonomik ve sosyal olarak yıpratılması, hem de bölge insanları ile devlet arasında duvar oluşturulması…
4-Yoğun kanlı ve şiddetli saldırılarla hem bölgenin, hem ülkenin, hem de devletin bıkkınlaştırılması…
5-Silahlı eylemler devam ettirilirken bir yandan özellikle de Avrupa’da meşrulaşmaya çalışılması…
6-Terörün finansmanı için ülkemizde kaçakçılık, uyuşturucu ticareti, haraç vs. onlarca ek suç örgütü kurulması… Yurt dışında ise bu suç örgütlerine ek olarak kurumsallaşmaya çalışılması… Lobi oluşturulması…

İkinci aşama da;
1-Bölgenin ötekileştirilmesi, ülkenin geri kalanından farklılaştırılması…
2-Ayrı bir millet yaratılmaya çalışılması… Bunun için yeni bir tarih, kültür icat edilmesi…
3-Tüm batıda propagandası yapılıp, batı desteğinin sağlanacağı “Kürt sorunu” kavramının icat edilmesi…
4-Bu unsurlara ek olarak, bölge insanının yaşam şartları da kullanılarak siyasi bir zemin oluşturulması…
5-Terör kaynaklı bu siyasi yapının Avrupa tarafından desteklenmesinin sağlanması…
6-Bu siyasi yapının devlete karşı güçlü durması için terör örgütünün bir koz olarak kullanılması…
7-Özellikle Avrupa desteği ile ülke siyasi sistemine yerleşilmesi ve bölge için özerkliğin kapılarının zorlanması, bu sürecin de aynı zamanda kanlı terörle desteklenmesi…

Nihai son amacı;
Türkiye’den özerk ve federe bir şekilde ayrılıp, kuzey Irak’la birleşerek, Kürdistan devletinin kurulması…

Not: Avrupa’nın ülkemizdeki terör ve onun siyası koluyla olan ilişkileri tabiî ki sebepsiz değildir. Ülkemizi Kıbrıs ve Ermeni sorunu ile sıkıştırarak isteklerini kabul ettirmeye çalışan Avrupa’nın, Terör’ü, planlandığı gibi Kürt sorununa dönüştürerek, ülkemizi iyice kıskaca ve baskı altına almaya çalıştığı ortadadır.
“ÜLKEMİZDE YUMUŞAK KARINLAR OLUŞTURARAK, ONLAR ÜZERİNDEN VURMAK, AVRUPA’NIN 250 YILLIK, DEĞİŞMEZ SİYASETİDİR.”

Evet,
Evet, ben Karadenizliyim… Bir anlığına doğulu oldum derinliğim de… Tabiî ki doğulu olmayı tamamen yansıttığımı düşünmüyorum… Sadece biraz farklı bakmaya çalıştım. Yazımın uzamaması adına birçok unsuru da yazamamak durumunda kaldım. Ama bu konuları(töre gibi) ileriki yazılarımda kısım kısım ele alacağımı da belirtmek isterim. Yazıma burada son verirken,  Terörle onlarca yıl tek başına mücadele etmek zorunda kalan ve hatta çoğu zaman siyasilerin yapmak zorunda olduğu sosyal mücadeleyi de gerçekleştirmeye çalışan, arkasına baktığında milletten başkasını bulamayan fedakâr askerlerimize Allah’tan sabır ve güç diliyorum… Ve doğunun cefakâr insanları; terörün en acı yüzünü sizler yaşadınız… Allah’tan dilerim ki, inşallah bu terör bir gün biter ve yaşamınız tüm acılarınızdan arınır…

Bir sonraki yazıda buluşmak üzere; Sağlıcakla kalınız efendim…

“TERÖR UYGULAYARAK HİÇBİR ÜLKEYİ VE MİLLETİ BÖLEMEZSİNİZ… BİR ÜLKEYİ BÖLMENİN YOLU, MİLLETİ YÜREKLERİN DE, BEYİNLERİNDE VE YAŞAMLARINDA BÖLMEKTEN GEÇER. BUNU GERÇEKLEŞTİRECEK UNSUR İSE BÖLÜCÜ SİYASETTİR. TERÖR, BU BÖLÜCÜ SİYASETİN BİR ARACIDIR SADECE...”

“BU TOPRAKLARDA BÖLÜCÜ SİYASET, TERÖR OLDUĞU İÇİN DOĞMADI… BÖLÜCÜ SİYASETİN VE NİHAİ AMACIN GERÇEKLEŞMESİ İÇİN TERÖR YARATILDI…”

Hiç yorum yok: