29 Eylül 2008 Pazartesi

Bir Baskül, Bir Çocuk ve Dokuz Boğaz

Ramazan ayının bedenleri sakinleştirirken ruhları dirilttiği zamanı yaşadık öğrencilerimle dün akşam. Gölcük’te ikamet eden, örneği az olmayan yoksul bir aileden söz etmişlerdi bize. Öğrencilerimle paylaştım ailenin profilini. İnsanız, insanlık duygularımız bir kat daha artıyor bu ayda. Ziyaret edebileceğimizi, onlara yardım edebileceğimizi, geçmişte yaptığımızı gibi o aileyle bir iftar saatinde birlikte olabileceğimizi söyledim onlara.

Ön bilgiden sonra pek heyecanlandılar. Temsilciler seçtik aralarından. Bir hafta içinde para topladılar, gıda aldılar, elbise temin ettiler aile için.

Heyecanlı hazırlık salı günü sona erdi. İftar saatinde ulaştık aileye. Yoksulluk diz boyu. Görünürde her şeyleri var; ama hiçbir şeyleri yok. Komşular kullanmadıkları koltuklarını getirmişler. Yerdeki halı ve kilim bilmem kimin hediyesi. Aile durumunu kabullenmiş görünüyor. Tam dokuz can yaşıyor bu evde. Evin erkeği, hanım, yaşlı anne ve görümce. Beş çocuk ailenin hem süsü hem kamburu. Baba, inşaat işçisiymiş. Kaza geçirmiş üç buçuk ay önce. On ay iş yapamayacakmış. Kazada sağ bacağı kırılmış. Nihayet kesilmekten kurtulmuş bacak. Ancak tedavisi hayli pahalıymış. Yüz yaşındaki annenin bedeni de çenesi de sağlam; ama yüreği yanık. Sık sık elektrik çarpması sonucu ölen yağız oğlunun duvardaki fotoğrafını gösterdi bana. Görümce zihinsel özürlü görünüyor, onlara göre meczup. Çocuklardan en küçüğü beyin özürlü. Sanki canlı ceset zavallı; yastık gibi, nereye koysan orada kalıyor. Biraz büyüğü İrem, dünya güzeli. Henüz okula gitmiyor. Biraz büyüğü erkek, geçen yıl geçemediği birinci sınıfı tekrarlıyormuş. Onun büyüğü erkek on dört yaşında ve okuldan geldikten sonra baskülünü alıp üç beş kuruş kazanmak için İzmit’teki üst geçide geliyormuş. İki numaralı kızları ise hem cilt hem beyin hastası. Birikmiş 1000 YTL su, 300 YTL elektrik borçları varmış.

Biri erkek, diğerleri kız beş öğrencimle gittik ziyarete. Yolda aldığımız iftarlıkları, evin hanımıyla, yüksünmeden sofra haline getirdi öğrencilerim. Bir hizmet yarışı içindeydiler. Ev halkını rahatsız edecek hiçbir davranışta bulunmadılar. Davranışlarındaki asalet, samimiyet, “Sonuçta hepimiz insanız, işte geldik işte gidiyoruz.” der gibiydi. Öyle ya, aile yoksullukla sınanıyorsa biz de varlıkla sınanıyorduk. Onlar sabırla kazanıyorsa biz de vererek, paylaşarak kazanıyorduk. Sabırsızlar ve cimriler hep kaybediyor. Üstünlük elbisede değil, şükretmekte. Şükretmenin içinde bir taraf için kanaat ve sabır, diğer taraf için cömertlik var.

Yemek yerken anlattı evin beyi. Dün akşam, yiyecek bir şey bulamamışlar, öylece geçirmişler öğünü. Bu cümleyi duyunca boğamızda düğümlendi yediklerim. Birkaç lokmadan sonra bitirdim yemeği. Yememiz için yaptıkları teşvik, oldukça candandı. Açgözlü nefis, birkaç lokmayla körlenmişti. Buna rağmen günlük hayatta niçin birbirimizi yeriz, anlayabilmiş değilim. O da bir imtihan.

Evin tek gelir kaynağı on dört yaşındaki yavrunun baskülle kazandığı kuruşlarmış. Okul çağında bir yavru, bir baskül ve onun geliriyle ayakta kalmaya çalışan dokuz can, dedim kendi kendime. Utandım, üzüldüm, kahrettim. Öğrencilerim ne düşündüler bilmiyorum; ama onların kirlenmemiş vicdanlarının yaralandığına, öfkeyle sessiz çığlık attığına eminim.

Öğrencilerim, getirdikleri bayram kıyafetlerini çıkardılar torbalardan tek tek. Her kıyafet, siparişle hazırlanmış gibiydi. Evin beyinden en küçük yavruya kadar denk düştü. Hele İrem, pek mutlu oldu bu işe. Evin kadını “Bayram gelmiş, neyime?” der gibiydi. O da haklı; böyle bir ortamda hem kadın hem anne olmak, zor meslek. 

İçtiğimiz birer bardak çaydan sonra izin istedik aileden. Evin yaşlı annesi, beyi, hanımefendisi içtenlikle dua etti yüzümüze karşı. Her şeyin güzellikler içinde, gönlümüzce olmasını dilediler. Dönüş sırasında, öğrencilerimden tek tek yorumlarını aldım. Burak, böyle bir organizasyona öncülük ettiğim için teşekkür ettikten sonra, duygularını anlatmakta zorlandığını söyledi. Elveda’ın, bu sakatlığına rağmen beyefendinin haline şükretmesi, “Bacağım yerine kafam da kırılabilirdi, gözüm de çıkabilirdi, yatalak da olabilirdim.” demesi dikkatini çekmiş. İki Zeynep de bu tür yardım faaliyetlerine devam etmek istediklerini söylediler. Burcu’nun “Üst geçitte insanları tartarak ailenin geçimini sağlayan çocuğu bulalım ve ona yardım edelim, ayrıca bu aileye tekrar gelelim.” önerisini diğer arkadaşları da onayladı. Ben de “Kurban Bayramı’nda gelebiliriz.” dedim.

Yardıma muhtaçlar yalnız bu ayda yok, her zaman var. Ramazan iklimi, onlara ulaşmamız için ortam hazırlıyor. Hayvani hislerimiz biraz daha köreliyor, iyilik melekelerimiz güçleniyor. Nefis zayıflıyor, inanç kavileşiyor. Keşke, yılın her ayı Ramazan olsa, diyor insan. Bu mümkün. Gelin şimdi bir iyilik hareketi başlatalım: “Yeryüzünde bir tane maddi ve manevi yoksul kalmayana kadar mücadele etmek, varlık nedenimdir.” diyelim.

Hiç yorum yok: