23 Eylül 2008 Salı

Muhasebe

P>Dün gece yatmadan önce eşime “Acaba, Allah’ın kendisinden razı olduğu kullardan biri miyim?” diye sordum. “Sınavı kazandık, sınıfı geçtik mi acaba?” Eşim tuhafladı. “Bu da nereden çıktı?” der gibiydi. Son zamanda okuduklarım, yaşadıklarım, kim bilir, Ramazan ayının insanı saran havası sordurmuş olmalıdır bana bu soruyu.

Allah’ın kendisinden razı olduğu kul olmak, nasıl olunur? Soru kolay, cevabı zor. Buna “Evet.” diyebilmek bile yoruyor insanı. Bunun ölçüsü ne? Elinden, dilinden kimse zarar görmemeli. Herkes senden emin olmalı. Özün doğru, sözün kontrollü olmalı. Kötülüğün düşmanı, iyiliğin dostu olunmalı. Bir tefekkür ve sorgulama seansı olan bireysel ibadetler aksatılmamalı, başkalarını ilgilendiren her eylem, ibadet aşkıyla yapılmalı. İçinde kul hoşnutluğu, Allah’ın rızası gözetilmeyen her eylemden kaçınılmalı.

“Aynası iştir kişinin, lafa bakılmaz.” demiş atalarımız. Aynadaki görüntümüzün düzgün olması için fikrimizin, zikrimizin düzgün olması gerekir. Güzel fikirler üretip güzel zikirler söylemeliyiz. Zikrimize ve işimize şahit olanlar yaşama sevinci duymalı, haz almalı bizden. Varlığımız onlar için zenginlik, yokluğumuz yoksulluk olmalı. Veren elin, alan elden üstün olacağı inancıyla vermeyi bilmeliyiz. Vermenin eksiltme değil, artırma nedeni olduğuna inanmalıyız. Verdiklerimizin reklâmını yapmamalı, kişilerden karşılığını beklememeliyiz. Karşılık beklenen her iyiliğin, iyilik olmaktan çıktığını, menfaat ilişkisine dönüştüğünü kabullenmeliyiz. İnsanlara diyet ödetmenin ahlaksızlığına düşmemeliyiz. İnsanlardan hiçbir beklentisi olmayan ancak insanlara hayat kaynağı olan güneş gibi olmalıyız. Karşılıksız vermenin örnekliğine kendimizi hazırlamalıyız. Isıtmak ve ışıtmak olmalı misyonumuz. 

Öldükten sonra hangi sorularla karşılaşacağımızı düşünüp bu sorulara rahatça cevap verebileceğimiz yaşam standardı geliştirmeliyiz. Evet, nedir bize yöneltilecek sorular? Kaçına eğilip bükülmeden, gönül rahatlığıyla cevap verebileceğiz? Orada toplanacak ürünlerin tohumlarını ekmeliyiz, fidelerini dikmeliyiz dünya tarlasına. Ekip dikmek yetmiyor, ayrıca bunları fitne, çıkar, bencillik, tamahkârlık gibi haşarattan koruyabilmeliyiz.

Bir iyilik hareketi başlatmalıyız dünya durdukça var olacak. İsmimizle değil, misyonumuzla yaşamalıyız  çağlar boyu. Bu misyonun tüzüğünü, yaratılış felsefemiz oluşturmalı. Ziya Paşa’nın işaret ettiği gibi dünyaya düzen verirken önündeki çukuru göremeyenlerden olmamalıyız. Günlük meşgalelerimiz, varlığımızı ayakta tutan eylem diye düşünülmeli, araçların kurbanı olup amacımızdan uzaklaşmamalıyız.

Şüphesiz zordur Allah’ın kendisinden razı olduğu kul olmak. Bu yolda size “mecnun” diyecekler, iftiralar atacaklar. Para teklif edecekler, kadın teklif edecekler. Bu durumda “Bir elime güneşi, bir elime ay’ı verseniz yine vazgeçmem davamdan.” deme kararlılığında olmalısınız. Yoksa her an bir çukura düşebilir, bütün birikiminizi tüketebilirsiniz. Kararlılıktır bu işin dönüm noktası. Bir kere karar verirseniz kolaydır gerisi.

Her devrim, diğerlerinden vazgeçmek, yeni bir tercihte bulunmaktır. Bu tercihin mevsimi yok. Ramazan ayı ve tutulan oruç bir başka tefekkür âlemine çekiyor kişiyi. Dış iklimden kurtararak kendimizi, yeni bir iklim yaşatmalıyız ruhumuza. Şimdi, ruhumuzda devrim mevsimi. Unutmayalım, devrimde aslolan, sürekliliktir.

Hiç yorum yok: