24 Ekim 2007 Çarşamba

Ekonomide Mevcut Dengeler Sürdürülemez


Mevcut düzenin sürekliliği anlamına gelen “istikrar”, son seçimlerde de iktidarı belirleyen en önemli kavramlardan biri oldu. Muhalefetin ne yapacağına dair net bir kanaat edinemeyenler ile “düzende süreklilik” isteyenlerin tercihi AKP iktidarının devamından yana oldu.




Bu tercihi yapanların istikrar adına oy vermesi, şüphesiz iktidarın aynı şeyleri yapmasını istemek değil, değişen şartlara ve gayelere uygun olarak ve büyüyen hedeflere varmak için benzer stratejik politikaların tekrarlanmasını istemek anlamına geliyor.





Kısacası halkımız iktidarın izlediği politikalar sonucu oluşmuş dengelerden genel olarak memnundur ve bu dengelerin korunacağı veya geliştirileceği bir yönetim istemektedir.




Bugünkü yazımızda sosyal ve siyasi dengeleri bir yana bırakıp sadece ekonomideki dengelerin sürdürülebilir olup, olmadığını incelemeye çalışalım.




Türkiye son 5 yıldır sürekli bir büyüme göstererek bu alanda istikrarlı bir çizgi yakalamış gözüküyor. Ancak Ege Cansen’in ifadesiyle, “İktisadi kıstaslara göre, AKP iktidarı döneminde ekonomide yüz güldürücü sonuçlar alındığı doğrudur. Ancak ortada abartılacak bir başarı yoktur. Gerek enflasyonun düşmesi, gerek büyüme açılarından Türkiye'nin performansı, Latin Amerika ve Doğu Avrupa'daki emsal ülkelerle aynı düzeydedir hatta düşüktür. Ekonomimizde gözlemlenen iyileşme, büyük çapta küreselleşmenin bir sonucudur. Dünyada kum gibi döviz vardır. Bu yüzden, "yüksek faiz-ucuz döviz"e dayalı demode bir istikrar politikası izleyen Türkiye, 65 milyar dolar ticaret ve 35 milyar dolar cari açığa rağmen krize girmiyor.”




Son verileri değerlendiren iktisatçılar kamu finansman dengesinin bozulmaya devam ettiğini, özellikle dış ticaret açıklarının ürkütücü boyutlara geldiğini vurguluyorlar. 2001 yılında dış ticaret açığının milli gelire oranı yüzde 7.1 iken, şimdi bu oran yüzde 14'e fırladı. Dünyada döviz bolluğunun verdiği imkânla ve dünyanın en yüksek reel faizini vermek suretiyle bu açığı finanse etmeye devam ediyoruz.





“Bir yıldan diğerine milli gelirden çok daha hızlı artan dış açıklar bir noktada kaçınılmaz olarak tıkanmaya neden olacaktır.” Bir süre sonra Uluslararası piyasalar elverişli olmaya devam etse bile, dış açıkları finanse etmekte zorlanacağız. Yani mevcut dengenin sürdürülmesi mümkün görülmemektedir.




İhracatımız artarak yıllık 100 milyar dolar seviyesine geldi. Ancak ihracatın önemli bir bölümünde giderek artan ithal ara malları kullanılmakta. Bu ara mallarını üreten Türk sanayii çökme noktasında. Buna rağmen dış ticaret açığı büyümeye devam etmekte.




Ekonomide yaratılan toplam katma değerin (ürettiğimiz mal ve hizmetlerin) giderek ithalata daha fazla bağımlı olmasının arkasındaki ana sebep Türk Lirası'nın reel olarak değerlenmesidir. Bunun sonucu olarak özellikle “ucuz ithal ürünlere” olan iç talep artışı da ilave bir faktördür.




Gerçek bir ekonomik istikrar için herkes “yüksek faiz, düşük kur” politikasının çıkmaz sokak olduğunu biliyor. Nitekim en son TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu Kur politikasını eleştirerek, dolar kurunun 1.2 YTL’nin altına indiği gelinen aşamada, ihracatçılar başta olmak üzere tüm üyelerinin şikayetçi ve zor durumda olduğunu açıkladı. Dövizin geldiği noktadan çok rahatsızız” diye konuştu.





Diğer yandan faizin bu kadar yüksek olmasının da bir diğer rahatsızlık kaynağı olduğunu ifade eden Hisarcıklıoğlu, “Bütün sanayicilerde şikâyet var. Çünkü dövizin geldiği noktada arkadaşlar zor ihracat yapıyor. Faizlerden dolayı içerdeki tüketim de kısılıyor” dedi.




Ancak bu politikadan vazgeçmeye yani faizlerin dünya ortalamalarına düşürülmesine, “enflasyonu artıracağı” gerekçesiyle Merkez Bankası karşı çıkıyor. Kur yükselmesi, (döviz kurlarının düşmeye devam etmesinden yararlanarak) dövizle borçlanan iş adamları ve Hazine’nin de işine gelmiyor. Devlet borçlarından daha yüksek seviyeye gelen döviz bazlı özel sektör borçları, kurların yükselmesi halinde bu iş adamlarını ciddi sıkıntıya sokacaktır. (Hazine’nin yayınladığı bilgilere göre Haziran sonu itibariyle Türkiye'nin dış borcu 226 milyar dolardır. Özel sektör borçları ise yılbaşında 120 milyar dolar iken altıncı ayın sonunda 138 milyar dolara fırladı.)




Kurların yükselmesi “ucuz ithal malını” seven halkımızın da hoşuna gitmeyecektir.




Ekonomistlerin üstü kapalı olarak ve bazı iktisadi kavramlarla hissettirmeye çalıştığını biz daha açık bir şekilde söyleyelim:




Ya yumuşak geçiş politikaları (faizlerin kademeli olarak düşürülmesi, kurların yavaş yavaş yükseltilmesi) ile bazı kesimlerin canı yakılmaya başlanacak ve bu can yakma biraz zamana yayılacağı için istikrar görüntüsü bozulmayacak. Veya sürdürülemez dediğimiz politikaların devamı ile şartlar zorlayacak ve milletçe topyekûn canımız yanacak.




09.10.2007

Hiç yorum yok: