9 Mart 2008 Pazar

Değerlerimizi Yaşatmak ve Yahya Kemal’i Tüketmek

J. P. Sartre’ın, düşüncelerini çekinmeden açıklayan, eleştirilerini pervasızca yapan bir yazar ve filozof olduğu bilinmektedir. Onun acımasız eleştirilerine hedef olanlardan bir de Cumhurbaşkanı De Gaulle’müş. Yakın çevresi Sartre’ın eleştirilerine kızar, De Gaulle’ü, ona karşı kışkırtırlarmış. “Sayın Başkan, bu kadarı fazla, kim olursa olsun herkes haddini bilmeli; siz her şeyden önce Fransa’yı temsil ediyorsunuz.” derlermiş. Bir gün De Gaulle, bunların hiç beklemedikleri ve düşünmedikleri cevabı vermiş: “Evet, ben Fransa’yı temsil ediyorum; ama J. P. Sartre de Fransızları temsil ediyor.”

De Gaulle’ün cevabı, her türlü takdirin üzerinde. Bu cevapta derin bir tarih bilinci, asil bir hoşgörü, engin bir ufuk var. Bu anlayış olduğu içindir ki Fransa bugün Fransa’dır, Sartre Fransa’nın ve insanlığın büyük değerleri arasındadır.

Her büyük sanatçı, önce yetiştiği toprağın, sonra insanlığın ürünüdür, değeridir. Büyük değerler; ayrıştırmaz, kaynaştırır; öldürmez, yaşatır. Onlar, toplumların, insanlığın ortak ruhudur, kutbudur. Homeros, Yunus Emre, Beydeba fikirleriyle insanlık için bir kılavuzdur.

Yahya Kemal Beyatlı; sanatıyla, siyasi duruşuyla, medeniyet anlayışıyla, pratik zekâsıyla, estetik algılamasıyla, etkisiyle, hayatında geçirdiği değişikliklerle bilinmesi gereken milli değerlerimizdendir. Ölümünün 50. yılı olan 2008, Yahya Kemal Yılı ilan edilmiş. Ülkemizin değişik yerlerinde ünlü şairle ilgili programlar yapılıyormuş. Kocaeli Kültür Müdürlüğünce yapılan programa davetliydim. Davete icabet edenler salonu doldurmamıştı. Programda bir emek olduğu gözleniyordu. Ancak benim tanıdığım Yahya Kemal, fotoğrafıyla ve birkaç kitabıyla orada mevcuttu. Bol şarkılı programa gelenler, Yahya Kemal’i tanımaktan çok, söylenen şarkılarla eğlenmiş oldular. Bestelenen şiirlerinden verilen örnekler onu anlamayanlar tarafından seslendirildiğinden kulaklarımız ve vicdanlarımız rahatsız oldu. Program, bildik fıkralarla süslenmek istenince bir hayli seviye kaybetti. İyi bir kumaşın güzel bir elbiseye dönüşmesi için usta ve duyarlı bir terzinin elinden geçmesi gerektiğini bir kez daha anladık. Yahya Kemal, mezarından çıksa, arka sıralardan birine oturup kendisiyle ilgili yapılan programı seyretseydi herhalde kahrolurdu. En azından şunları derdi: “Nerede beni ben yapan annemle ilgili hatıralarım? Nerede ben o dönemin aydın olma modası sosyalistken Fransa’da Albert Sorel’in “Fransa’yı Fransa yapan bin yıllık Fransız toprağıdır.” sözünü derste dinledikten sonra kendime gelişim, kırılma noktam ve yaşadığım düşünce buhranım? Nerede bayram namazına gitmeyen biri olarak Süleymaniye Camii’ne namaz için gidenleri görünce duyduğum mahcubiyet ve bunun üzerine yazdığım Süleymaniye’de Bayram Sabahı isimli şiirim ve bunun hikâyesi? Nerede, düşüncelerindeki değişimi bir türlü tamamlayamayan Ziya Gökalp’e Türk tarihi ile ilgili tesirim, onu yönlendirmelerim? Nerede “Bu dil, ağzımda annemin sütüdür.” diyerek aşkla sevdiğim Türkçeyle ilgili düşüncelerim? Nerede bir medeniyet merkezi olan İstanbul’la ilgili hissiyatım? Nerede şiirimize getirdiğim estetik ruh ve bunun örnekleri?” Her biri bir tez konusu olacak bu sorulardan hiçbirinin cevabını bu programda bulamadık. Bulduğumuz şu: Yahya Kemal Beyatlı; çok yemek yiyen, obur, hafifmeşrep, biraz nüktedan, megaloman bir adam.

Toprağı sevmeyen kişi, çiftçi; koyunu sevmeyen şahıs, çoban; kumaşı sevmeyen fert, terzi olamaz. Malzemesiyle özdeşleşmeyen, onun ruhunu okuyamayan hiçbir usta kalıcı ürün ortaya koyamaz. İnancımızın, tarihimizin, kültürümüzün mimarı, temsilcisi olan değerlerimiz de onlara layık kişiler tarafından, onların ruhunu rahatsız etmeyecek programlarla tanıtılmalıdır. Onları yaşatmak vefa borcumuzdur. Borç, tüketerek ödenmez.

Güzel bir hüsn-i ta’lil sanatıyla “Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden, /  Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden.” diyen Yahya Kemal’in, gittiği yerden memnun olmasını arzularız. Ruhu şad olsun.

Hiç yorum yok: