Türkiye siyaseti ve hukuk sistemi “bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete” dedirten bir bilinmez istikamete doğru gidiyor.
“AKP’nin kapatılması davası” ile “Ergenekon Davası” soruşturmaları hukuki süreçler olarak değerlendirilmekten çıktı. Siyasetçiler, yazarlar ve kamuoyu tarafından “tarafların hukuk üzerinden rövanş alma mücadelesi” olarak tanımlanan bir hale dönüştü.
Bu iki davadan birinde “hukuka saygılı olmak gerektiğini” söyleyenlerin, diğer davada “hukukun sindirme ve etkisizleştirme vasıtası olarak kullanıldığını” söylediğini görüyoruz.
Taraflardan her biri, bir savcıyı savunurken diğer savcıyı yerden yere vuruyor. “Nalıncı keseri” yine hep kendine doğru yontuyor.
“Güçler Dengesi Bozulunca” başlığıyla yazdığım yazıda, hadisenin “hukuki ve sosyal” boyutlarından önce, “siyasi” olduğunu ve alışılmış bir güç dengesinin bozulmasını müteakip, yeni bir dengeye kavuşuncaya kadar olabilecek çalkantılar olduğunu vurgulamaya çalışmıştım.
Bu yazıda yurtiçindeki güç odaklarının durumunu sergilemeye çalışmıştım. Ancak ortadaki mücadelenin görünür taraflarının ötesinde dış boyutları olabileceğini de düşünmek gerek. Gördüğümüz olayların son derece küçük bir bölümü. Bilmediğimiz bildiklerimizden fazla olduğu gibi, bildiğimizi zannettiğimiz şeyler de aslında çoğunlukla kirletilmiş bilgilerden ibaret.
Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’in ifadesi iç çatışmanın dış boyutu hakkında ipucu veriyor ve oldukça keskin: “Evet ortada bir savaş var. Bu doğru. Türkiye’de bir güçler kavgası var. Küreselciler ile milliyetçiler kavgası. AK Parti’ye değil, küreselleşmeye karşılar. Biz korumacılıktan yana değil, küreselcilikten yanayız. İşte benim partimin bulunduğu nokta burası.”
Milli değerlerimizi ve varlıklarımızı koruyarak küresel oyuncu olma gibi bir hedefimiz olamaz mı yani? Küresel oyunculardan hangisi milliyetçi değil?
*********************************************************************
“AKP’yi kapatma davasında” bir iddianame var ve iddialar genellikle Başbakan ve diğer AKP yöneticilerinin çeşitli sözlerinin bir araya getirilip, “laikliğe karşı odak olduğu” sonucuna varan yoruma dayanıyor. “Üniversitelerde türbanı serbest bırakmak için anayasa değişikliği” yapılması bardağı taşıran son damla olmuş.
Bir çeteleşme davası olduğu söylenen, ama ne yazık ki Türk’ün en büyük destanlarından biri olan “Ergenekon” adının verildiği davada henüz bir iddianame dahi ortaya çıkmadı. Ancak soruşturmalar şaşırtan kişilerle genişleyerek devam ediyor. Önce sağcı milliyetçi kimlikleriyle tanınmış kişiler, son olarak ta solcu ulusalcı kimlikli şöhretli isimler gözaltına alındı.
Bu iki grup arasında ortak nokta ne olabilir diye düşünüyorum. Benim bulabildiğim tek ortak nokta “anti-amerikancı” oluşları. Bakalım Savcılar ne gibi ilişkiler ve ortak noktalar çıkarabilecekler?
**********************************************************************
Türkiye’nin istikrarsızlaştırılması (destabilizasyonu) için plan kuranların ciddi başarıya ulaştıklarını, Türk insanını kamplara ayırma konusunda önemli mesafeler aldıklarını ve en önemlisi tarafların hepsinde derin endişe ve karamsarlık yarattıklarını görüyoruz.
Bir yandan “Ekonomide Tehlikeli Sinyaller” yazımda belirttiğim gibi ciddi ekonomik sıkıntıların yaşanabileceğine dair işaretler yoğunlaştı.
Ekonomi bilgisine güvendiğim İlhan Kesici’nin geçen hafta Skyturk kanalında yaptığı açıklamalar ürkütücüydü. İlhan Kesici ekonomik krizin bir çığ gibi gelmekte olduğunu, 2008 de bizi hasta edeceğini, 2009 da ise ölümcül darbe vuracağını ifade ederek şu tavsiyelerde bulundu: “Alacaklılar alacaklarını en kısa zamanda tahsil etmeye, borçlular borçlarını bir an evvel ödemeye çalışsın. Herkes ayağını yorganına göre değil, yorganının yarısına kadar uzatsın.”
Diğer taraftan ABD’nin Afganistan’da Taliban güçleriyle çarpışmak için Türkiye’nin muharip asker vermesi; Türkiye’de “füze kalkanı” oluşturma projesi ve İran’la çatışma halinde ABD ile askeri ve siyasi işbirliği gibi talepleri var. Vakıflar Yasası, Rum Patriğin ekümenik/ evrensel olduğunun kabulü, Ruhban Okulu’nun açılması, Kıbrıs’ta çözüm gibi yoluna girmiş(!) konuları da unutmamak gerek. Tabii ki bir de “Kürt sorununa siyasal çözüm” dayatması var.
Hemen güneyimizde Irak’ın işgal edilmesinden bu yana bir milyon insan öldürüldü, dört milyon insan vatanını terk etmek zorunda kaldı. Türkiye’nin dikkati bu büyük hadiselerin üzerinde değil.
Bütün yazar-çizer, siyasetçi ve bilim adamlarımız hukuk, demokrasi, laiklik konularında derin tartışmalar içinde. Tıpkı İstanbul Fatih’in ordusu tarafından kuşatılmışken Ayasofya’da “meleklerin erkek mi, dişi mi olduğunu” tartışan papazlar gibi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder