Son yıllarda çok geniş arşiv ve araştırmaya dayalı olduğu izlenimini veren bazı kalın kitaplar yayınlanıyor. Bunlardan birinde (Efendi II) Aydınlar Ocağı ile ilgili yanlış bilgiler verilmektedir.
Aydınlar Ocağı, fikri çizgisi ve tüzüğü itibari ile masonlara ve mason kuruluşlarına en uzak kuruluştur. Buna rağmen, Derneğimizle ilgili farklı kesimlerden yöneltilen haksız iddia ve iftiralar sürmektedir. Hatta bir dönem içeriden birkaç Ocak yönlendirilerek bu yapılmıştı. Aslında, dernekler teslim alınmak isteniyor.
Adı geçen eserde Aydınlar Ocağı’nın kurucusu olarak gösterilen rahmetli Fethi Tevetoğlu, Ocağın kurucusu olmamıştır. Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay’ın asistanı ve sabetayist olduğu iddia edilen Dr. Mahzar Osman Usman’ın yine Ocakla hiçbir ilgisi yoktur ve kurucu değildir. İsmi karıştırılan kişi, rahmetli doktor Mahzar Özman’dır. Yine rahmetli Aydın Bolak, Ocağın kurucuları arasında yer almamıştır; ama kurucu diye gösterilmektedir.
Yine çok satan ve küreselleşmenin arka plânını ortaya koyan “Sivil Örümceğin Ağında” isimli kitapta da bazı yanlış bilgiler verilmektedir. Aydınlar Ocağı’nın 1991 yılında, öncesinde ve sonrasında Bodrum Yalıkavak’ta herhangi bir toplantısı olmamıştır. Liberal ve Batıcı Prof. Dr. Aydın Yalçın, Aydınlar Ocağı’na ne üye olmuştur; ne de başkanlığını yapmıştır. Soyadları benzerliği dolayısıyla isimler karıştırılmaktadır.
***
Son yıllarda muhafazakârlık kavramı üzerinde duruluyor. Aslında muhafazakârlık, basit bir korumacılık değil; sistemli bir korumacılıktır. Bir milleti diğerlerinden fark ettirici, ayırt edilebilir özelliklerinin korunarak geliştirilmesidir. Dünyada haklı olarak yükselen bir muhafazakârlıktan ve milliyetçilikten bahsedilmektedir. Bazıları hoşlanmasa da…
Özellikle Soğuk Harp sonrası belirsizliklerin ve siyasi istikrarsızlıkların arttığı, din ve inanç dünyalarının, milli kimliklerin tartıştırıldığı ve önü açılmış milli devletlerin yeni bir dünya düzenine zorlandığı bir ortamda; farklı toplumlardan gelen bu milli refleks sosyolojik bir gerçektir. Önemli olan bu akımın şekilde mi, yoksa mana ve düşünce aleminde mi kök bulduğudur. Tehlikeleri ve tuzakları sezen toplumlarda, yazılı ve görüntülü basın yoluyla fark ettirilmese dahi milli tepki doğmaktadır. Ancak, Türkiye’de yükselen, milli hassasiyetten mahrum şekil muhafazakârlığıdır. Muhafazakâr olduğunu zannedenler, çelişkili tavır ve davranışlar sergilemektedirler. Yunanistan’la bizim çıkardığımız vakıf yasaları arasındaki fark budur. Yunanistan muhafazakâr; biz ise, aşırı liberal romantizmin peşindeyiz. Batı’da yükselen yabancı ve İslâm düşmanlığı, ırkçılık, çeşitli saldırı ve ev yakma olaylarıyla kendisini göstermektedir. Bu ortam Sarkozy ve Merkel’de görüldüğü gibi, siyasetçileri de etkilemektedir. Türkiye’nin hayali AB yolunda karşılaştığı manzara bunun delilidir. AB militanları şimdi suçu AB’ye atarak işin içinden sıyrılmaya çalışmaktadırlar. Dün de AB, Cumhuriyet ve milli devletten dönüşümün adresi idi. “AB, 28 Şubat’ı yenecek” diye yazıyorlardı. Dünün Ali Kemalleri ve Damat Feritleri bugün de geçerlidir. Dün Milli Mücadelecileri eşkıya, maceracı, 3-5 haydut diye suçlayıp “Payitaht merkezi İstanbul’u da mı bize kaybettireceksiniz” diyenler, İzmir’e ve Anadolu’ya çıkan işgalcilere alkış tutanlar, işbirliği yapanlar; bugün Brüksel’in şefaatinden medet ummuyorlar mı? Bağımsızlık ve egemenlik haklarının devrini hatta misyonerliğin serbest bırakılmasını, yabancıların kâr ve ticaret amaçlı yeni vakıflar kurmalarını, Türk yerine Türkiyeliliği savunmuyorlar mı? Irkçı, bölücü terör örgütü önemli kan kaybettiği dönemlerde, bazı sözde aydınlar dışarıdan güdümlü olarak siyasi çözümü seslendirmiyor mu? Bu, psikolojik savaşın bir parçası değil mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder