14 Mart 2008 Cuma

Yoksulluğun, Çaresizliğin Tavan Yaptığı Yer

Bir ev var orada, yardıma muhtaç sekiz canın barındığı. Barınmak denmez yaşadıkları hayata. Bir sefalet tablosu onlarınki. Yoksulluğun, çaresizliğin tavan yaptığı yer orası. Genç yaşta inşaat işçisi kocasını kaybeden genç bir anne. Derdini anlatmaktan aciz annenin kol kanat gerdiği tam yedi çocuk. Çocukların biri erkek, altısı kız.

Bir gün dedim ki öğrencilerime, “Bir aile var, yardıma muhtaç.” Yardımseverlik duygusu öğrencilerim organize olup aralarında para topladılar, kuru gıda aldılar. Ziyarete gittik aileyi. Biraz zor bulduk. Girdik gecekonduya akşamüstü. Heyecanla karşıladılar bizi. Pek sevindiler ziyaretimize. Altı kişiydik.

Çocukların bir kısmı geldi yanımıza, birkaçı gelmekten kaçındı. Gelmeyenler ne düşündüler bilmiyorum, belki hallerinden utandılar. İsimlerini öğrendim sırasıyla. Erkek sekiz yandıydı, ismi Hasan. Evin reisi sensin, dedim ona. Kenarda bir bebeğe ilişti gözüm. Ne kadarlık olduğunu sordum. Yedi aylıkmış. Kalbi delikmiş zavallının. Sürekli tedaviye muhtaçmış ve bedensel olarak gelişemiyormuş. Prematüreden farkı yoktu yetimin. En büyükleri on altı yaşındaymış kızların. Onun bir küçüğü on dört yaşında; ama sağ tarafı hiç tutmuyor; felç olmuş çocukluğunda. Üç numaralı kız menenjit geçirmiş ve zihinsel özürlüymüş. Diğer ikisi sağlam görünüyordu. Babaları bir sene önce kalpten ölmüş.

Yoksulluğun, çaresizliğin tavan yaptığı yer orası. “Ne yer, ne içersiniz?” dedim evin hanımına. Boynunu büktü. Komşulardan ve Ay Işığı Derneği’nden ne gelirse, dedi. “Çocuklarımın beşi okula gidiyor, sabahleyin ne bulurlarsa yiyorlar, saat üçe kadar bir şey yemiyorlar orada. Eve geldiklerinde çay, çorba… Günü iki öğünle geçiştiriyoruz.” cümleleriyle halini anlatmaya devam etti çocukların biçare annesi. Yokluğa rağmen bize neskafe ikram etmekten geri kalmadılar. Gönülleri zengindi.

Yakıt sorunu yaşamışlar kış boyu. Birkaç çuval kömürle idare etmişler. Telefonları borcundan dolayı kesikmiş. Birkaç aydır elektrik ve su parasını ödeyemiyorlarmış. “Ne yapalım, onları da keserlerse kessinler.” cümlesiyle anlattı çaresizliğini evin hanımı.

Büyük kız, bize görünmek ve annesiyle birlikte olmak istemiyor izlenimi edindim. Bir küçüklük kompleksi belki onunki. Belki de ergenlik dönemi sendromu yaşıyor o yavru. Çevresinde gördükleri ile yaşadıkları arasındaki derin uçurumu hazmedemiyor. Bu sendromun, özentiyle tehlikeye dönüşebileceğini düşündüm bir an. Hepsi de kız bunların. Allah korusun, potansiyel birer sosyal yara. Sevap isteyenler, yüksek yardımseverlik duygusunu tatmin etmek isteyenler, alın size adres. Orası sizi bekliyor. Gitmediğin, görmediğin yer senin değildir. Sen onların olmazsan onlar hiçbir zaman senin olamaz.

Muş’tan yirmi sene önce gelmişler. Bu sefaleti yaşamaktansa köylerine dönmelerini söyledim. Çocukları köyü istemiyormuş. Evlerini kısa zaman sonra TOKİ yıkacakmış. Otuz beş bin YTL fiyat biçmiş arsaya. “Ben bu parayla ne yapabilir?” diyor kadın. Evet, ne yapabilir?

Bir Türkiye fotoğrafı; yoksulluğun, çaresizliğin tavan yaptığı yer orası. Sosyal adaletçiler, “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” diyenler, gidip görmeli orayı. İbret nazarıyla bakmalı, kendini sorgulamalı. Öğrencilerim Hande, Yağmur, Dilek, İlker, Rukiye “İyi ki geldik, bundan sonra kozmetiğe para vermeyeceğim, kontörlerimi daha hesaplı kullanacağım, bir harcarken iki düşüneceğim.” dediler. Bu aileyi tekrar ziyaret etmek, çocuklara maddi ve manevi destek vermek için aralarında sözleştiler. Ziyaretten hoşnut olduklarını, ders aldıklarını, huzur bulduklarını söylediler. Bana, sebep olduğum için teşekkür ettiler.

Sözün bittiği yerde konuşmak; ömre ziyandır, söze haksızlıktır. Hep yukarıya bakanlar ve yukarıdakiler, ne olur, biraz aşağıya bakın ve aşağıdakilerle birlikte yaşayın. İnsan olmanın tadını, mihengini uzaklarda aramayın. Yanı başınızda…

Hiç yorum yok: