21 Mart 2008 Cuma

Güçler Dengesi Bozulunca

Turgut Özal tek başına iktidar olduğu en güçlü döneminde, kendisine iktidarın yüzde kaçını kullanabildiğini soran bir yakınına, uzunca bir düşünceden sonra yüzde yirmisini diye cevap vermiş.

Hem özel sektörde ve hem de kamuda üst düzey yöneticilik tecrübesi, zekâsı, çalışkanlığı ve yetki alanını sürekli genişletmeye çalışan hırsıyla, Turgut Özal gibi biri iktidarın yüzde yirmisini kullanıyorsa, kalanını kimler kullanıyordu?

Kuvvetler ayrılığı ilkesine uygun olarak yasama, yürütme ve yargının iktidarı paylaşması normaldir. Ancak bizim sistemimizde tek başına iktidara gelerek yürütmeye hâkim olan partinin, yasama organı olan TBMM’de de çoğunluğu elde etmesi siyasi iktidarın ve Başbakan’ın gücünü artırmaktadır. Yürütmenin bir parçası sayılan Cumhurbaşkanlığı makamının en azından teorik olarak tarafsız olması siyasi iktidarın bu gücünü sınırlandırmak içindir.

Seçimle iktidara gelen siyasi partiye ilaveten gerçek iktidar gücüne sadece yargı değil, (yasama, yürütme ve yargıyı dolaylı veya dolaysız etkileme gücüne sahip olan) medya, ordu, sendikalar, meslek kuruluşları, odalar, cemaatler, tarikatlar, dernekler ve diğer resmi veya sivil organizasyonlar belli oranlarda ortak olurlar.

AKP ilk defa iktidara geldiğinde her ne kadar yine tek başına iktidar da olsa, 22 Temmuz seçimlerinden sonra ikinci defa ve daha yüksek oy oranıyla yine tek başına iktidar olması kadar endişelere yol açmamıştı.

AKP birinci döneminden itibaren devlet kadrolarında kritik makamlara çoğunlukla milli görüş ekolünden gelen yandaşlarını getirmeye devam etti.

Devletin elindeki TRT’ye ilaveten, TMSF kanalıyla el konulan gazete ve TV kanallarının yönetimini ele geçirdi. Doğan Grubundan da (iddiaya göre özelleştirmelerde sağladığı menfaatler sayesinde) destek almayı beceren AKP, Türkiye medyasında birkaç cılız muhalifin dışında yüzde doksana varan bir kontrol sağlayabildi.

Hak-İş’ e ilaveten Türk-İş yönetimine AKP yandaşlarının seçilmesini, siyaseten etkili birçok oda, vakıf ve kurumun başına AKP destekçilerinin eline geçmesi takip etti. Zaten cemaat ve tarikatların çoğunun baştan beri desteklediği parti AKP idi.

Bütün bunlara ilaveten, 22 Temmuz 2007 seçimlerinden sonra AKP’nin iki numaralı ismi Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı olmasını sağlayan AKP, alışılmış güç dengesini çok ciddi bir şekilde bozmuş oldu. Çünkü AKP’nin ilk döneminde Cumhurbaşkanı olan, A.Necdet Sezer siyasi iktidarın gücünü ciddi biçimde sınırlandıran bir icraat yapmıştı.

Cumhuriyet Mitinglerine katılanların ve destekçilerinin endişeleri iyice artmıştı. Bir yandan milli varlıklarının üçer beşer yabancıların eline geçmesine kahrolanlar, diğer taraftan laik devletin din devletine dönüşmekte olduğu endişesi içine girenler AKP’nin güç kullanımındaki muazzam artıştan korkmaya ve derin moral çöküntüye girmeye başladılar.

AKP’nin iktidar gücünü sınırlayan iki önemli güç kalmıştı: Ordu ve Yargı.

22 Temmuz 2007 seçimi öncesinde 27 Nisanda, Ordu’nun e-muhtıra yayınlayarak siyasete müdahalesi seçimlerde ters tepti. AKP’nin oy oranını yükselten bir faktör oldu.

Bu defa Yargıtay Başsavcısı AKP’nin kapatılması için dava açtı. Herkes Anayasa Mahkemesi’nin bu davayı ne zaman ve nasıl sonuçlandıracağını merak ediyor.

Dava muhakkak ki hukuki gerekçelerle açılmıştır. Ancak gerek davanın açılması ve gerekse karara bağlanmasında salt hukukun etkili olacağını beklemek ne kadar gerçekçidir?

Medya, davayı açan Başsavcının A.Necdet Sezer tarafından, seçimden ikinci çıkmasına rağmen seçildiğini; Anayasa Mahkemesinin 11 üyesinden 8’inin ve 4 yedek üyenin tamamının yine A. Necdet Sezer tarafından seçilen üyeler olduğunu, iki üyenin Turgut Özal, bir üyenin ise Süleyman Demirel tarafından atandığını neden hatırlatma ihtiyacını duymaktadır? Bu haberi veren medyanın gerekçesi şöyle: “Yüksek Mahkeme üyelerinin profili, mahkemeden çıkacak karar konusunda ipuçları veriyor.”

Dileğimiz Yüce Mahkeme’nin üyelerinin, kendileri hakkında taraftar kimliği ima edenleri utandıran bir objektiflik içinde, hukuki delilleri değerlendirerek ve siyasi sonuçlarını göz ardı etmeden davayı değerlendirmeleridir.

Güçler dengesindeki bozulmanın değiştirilmesinin, yargı kanalıyla yapılmasını arzu edenler bilmelidirler ki, bu yolla istedikleri hedefe ulaşmaları doğru da değildir, mümkün de değildir. Mahkeme sonucu ne olursa olsun AKP’nin iç ve dış desteğinin artması ihtimali artmıştır.

Daha da önemlisi, kendi gücünü korumak isteyecek olan AKP’nin dış destek bulabilmek uğruna yabancılara daha vahim tavizler vermesi ihtimali de artmıştır.
MHP lideri Devlet Bahçeli’nin açıklaması önemli: “Altmışbeş aydır iktidarda olan bir siyasi partinin kapatılması için dava açılması, hukuki yönleri bir tarafa bırakılsa da, çok vahim siyasi sonuçları olacak bir durumdur.” Bu sözler, Türkiye’nin bu krizi de atlatması için MHP’nin inisiyatif alacağının işareti olabilir.

Hiç yorum yok: