Davos'ta Başbakanımız R. Tayyip Erdoğan'ın, İsrail Cumhurbaşkanına söyledikleri ve açık oturumun yönetimine tepki göstererek toplantıyı terk etmesinin yankı ve yorumları devam ediyor.
İsrail Cumhurbaşkanı'nın sesini yükselterek ve Gazze'de yaptıklarını gerçekleri çarpıtarak anlatması üzerine, Başbakanımız Erdoğan'ın sert bir üslupla söylediği cümlelerin, genel olarak Türkiye, Filistin ve Arap halklarında takdir topladığı kesindir.
Yunan gazetecinin yazdığı gibi "gezegenimizde İsrail'e herkesin söylemek isteyip te söyleyemediklerini söylemesi" Başbakan'a "Davos Fatihi" gibi sıfatların verilmesine sebep oldu. Yıllardır Batı karşısında ezik, İsrail'in dünyayı hiçe sayan pervasız tavrına karşı, "diplomatik nezaket" kuralları kapsamında cevap dahi verilemeyişine karşı, öfkeli ama çaresiz insanlar için, bu tavır "kahramanlık" olarak algılandı.
Benim de şahsen, üslubuna katılmasam da, Başbakan'ın gururumu okşayan bu çıkışının önceden hesaplanmış, olgunlaştırılmış bir dış politika stratejinin bir parçası olmasını diliyorum.
Dış politika milli menfaatlere hizmet için yapılır. Belirlediğiniz dış politika unsurları arasında ahlakilik kavramını da, duygusallığı da içine alan bir strateji ortaya koyabilirsiniz.
Bütün dünyaya "milli onuru ayakta tutmak", "güçlünün yanında değil, haklının yanında olmak" ilkelerinizi anlatarak milli menfaatlerinizi korumaya çalışabilirsiniz. Bu tutarlı bir politika olabilir. Ancak diğer konulardaki tutum ve tavrınızın aynı ilkeler çerçevesinde sorgulanacağını bilmek zorundasınız.
Nitekim bu kapsamda Sayın Başbakan'a yöneltilen sorulardan bazıları şunlar:
Gazze'de fosfor bombalarıyla öldürülen çoğu çocuk ve kadın şehitler için hissedilen duygusal yakınlık ve onlar için gösterdiğiniz tepki doğrudur. Ancak Irak'ta beş yılda bir buçuk milyon, keza Afganistan'da da sayısını bilemediğimiz Müslüman öldürüldü. Aynı tip reaksiyonu ABD'ye karşı neden göstermediniz?
K.Irak'ta askerimizin başına çuval geçirildiğinde milli onuru korumak adına ne yaptınız?
AB temsilcilerinin içişlerimize doğrudan karışan, hatta yasama ve yargımıza müdahale eden sömürgeci tavırlarına karşı, Atatürk'ten alabileceğiniz örnek tepki bulamamış mıydınız?
Azerbaycan topraklarının önemli bir bölümünü işgal eden ve oradaki kardeşlerimizi öz vatanlarından kaçgın duruma düşüren Ermenistan'a hangi tepkiyi verdiniz? Ermeni Cumhurbaşkanı ile görüşürken niye böyle öfke göstermediniz?
Bunlar ve benzeri sorulardan, Başbakanımızın bahsedilen konularda ilgisiz ve kaygısız olduğu anlamı çıkarılamayacağına göre, "reel politika" kapsamında tepkilerini belli ölçüler içine hapsettiği sonucunu çıkarabiliriz. Nitekim Başbakan bu durumu "bekâra karı boşamak kolaydır" özdeyişiyle açıklamaktaydı.
Bu durumda Başbakanımızın "Davos'u sallayan" tepkisi 1- Ya "reel politika" gerçeklerini bir tarafa bırakan bir duygusal tepki patlaması olarak tezahür etmiştir. 2- Ya da Türk dış politikasında, güç dengelerinin değiştiği, eski "reel politika" gerçeklerinin bugün geçerliliğini kaybettiğine dayalı radikal bir strateji değişikliği uygulanmaya başlamıştır.
İkinci şık geçerli ise, Batıdaki AKP imajının değişmesinin, Yahudi halkı ve lobisinin ABD ve AB ilişkilerinde ağırlığının eskisi gibi öneminin kalmadığının kabul edilmiş olması gerektir. Öyle ise dış politikamızda makas değişikliğinin bir zararı olmayabilir. Bir başka açıdan, "Arap halklarının (devletlerinin değil) nezdinde sağladığımız itibarın getirisi diğer zararları telafi eder" inancına varılmış demektir.
Yok, eğer birinci şık geçerli ise, yani dış politikada strateji değişikliği değil, sadece duygusal bir tepki patlaması söz konusu ise, ilişkilerin yeniden tamir edilmesi ihtiyacı duyulacaktır. Bu durumda İsrail ve ABD'nin Türkiye'den çeşitli konularda ağır tavizler isteyeceğini düşünüyorum. "Karı boşamanın kolay olmadığını" gösterecek olan böyle taleplere karşı direnebilirsek, asıl o zaman "milli onuru ayakta tutmuş" olacağız.
Olan oldu. Sonucun iyi veya kötü olması bundan sonraki sürecin iyi yönetilmesine bağlı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder