Artık bu seçimde siyasi partilerin tartışması Laiklik ve Cumhuriyet gibi soyut kavramlar üzerinde odaklanmıyor. 29 Martta yapılacak olan Mahalli İdareler Seçimleri öncesi tartışmalar iki eksene kaymış durumda. Birinci eksen etik değerler, dürüstlük, yolsuzluk, devlet imkânlarını şahsi menfaatler için kullanma üzerinde yürütülürken, ikinci eksen ise hizmet vaatleri ve projeler üzerinde şekilleniyor.
Özellikle CHP'nin İstanbul Büyükşehir adayı Kemal Kılıçdaroğlu'nun açtığı ve ucu artık Başbakan'a ulaşan dosyalar medyada ve kamuoyunda ciddi yankı buluyor. Bizzat Başbakan'ın öfkeli bir ses tonuyla cevap vermeye çalıştığı Kılıçdaroğlu, hedefine ulaşmanın mutluluğunu yansıtan yüzü ile başarılı bir psikolojik harp yürütmekte olduğu izlenimi vermekte.
Uzun bir süredir "3Y" adını verdikleri bir formülle yoksulluk, yolsuzluk ve yasaklarla mücadele ettiklerini vurgulayan AKP'nin üzerinde söz konusu iddialar yeterince sarsıcı olacak mı?
İddiaların AKP'yi yıpratması için iki durumun birlikte geçerli olması gerekecektir:
1- Gösterilecek belge veya bilgilerin AKP yöneticileri ve özellikle Başbakan hakkında konusu suç teşkil eden yasadışı eylemlerinin söz konusu olması veya "yasal kılıf" içerisinde kalmakla birlikte,
- Görev ve yetkilerin menfaat sağlamak amacıyla kullanılmaması
- Hediye alma ve menfaat sağlama yasağı
- Kamu malları ve kaynaklarının kullanımında kamu yararını gözetmek
gibi "etik ilkelerin" çiğnendiğine dair güçlü bir kanaat oluşması gereklidir.
2- Toplum vicdanının, etik kuralların çiğnenmesinden rahatsız olması hatta öfkeye dönüşebilecek bir tepki vermesi lazımdır.
Ben yüksek ahlaki değerlerin yansımasını bulduğu bir toplumsal vicdana sahip olup olmadığımızdan pek emin değilim. Klasik seçmen ortalamamızın, seçtiklerinden beklentisinin "millete hizmet etmek" değil, "şahsına hizmet" etmesi olduğunu gözlemlerime dayanarak söyleyebilirim. Tabii ki herkes aynıdır anlamında söylemiyorum. Ancak seçmen ortalaması üzerinde "seçim rüşvetlerinin" ne kadar etkili olduğunu bilen ve uygulayan siyasilerin de benim gibi düşündüğü ortada.
Cumhurbaşkanı ve Başbakanımız da maalesef etik kurallara uyma konusunda halkımızın duyarsızlığından o kadar emindir ki, kendilerine gazetelerde ve TBMM'de defalarca sorulan şu basit soruya cevap vermek ihtiyacını duymamaktadır:
"2007 yılı kasım ayında ülkemize gelen Suudi Arabistan Kralı size ve eşlerinize hangi hediyeleri verdi, hediyelerin değeri nedir, bu hediyeler için kanun ve yönetmelik çerçevesinde bir işlem yapıldı mı?"
Bir maşeri (toplumsal) vicdanımız varsa, "Deniz Feneri eW" davasının Türkiye'deki uzantılarının olup olmadığı, varsa ucunun nereye varacağı henüz bilinmemekle birlikte, dosyaların aylardır Türkiye'ye getirilememiş olması dahi, iktidar partisine duyulan güven duygusunu aşındırmış olmalıdır.
Her şeye rağmen yine artık azınlıkta da kalsa yüksek ahlaki değerleri yansıtan vicdan sahibi insanlarımızın da olduğu muhakkaktır. Bu kitlenin oranı bahsettiğimiz tartışmalı konuların akıbetini belirleyecek.
Son olarak Başbakan'ın oğlu ve gelininin Ata Gold adlı firmaya ortak olması, yasalara göre suç teşkil etmemekle birlikte, "etik kurallara uygun olmamak" olarak değerlendirilmekte. Pırlanta ticaretinde KDV'nin kaldırılmış olmasının, ortak olunan firmaya haksız kazanç sağlamış olabileceği ileri sürülmekte. Bakalım toplum vicdanı bu ortaklığa tepki verecek mi yoksa "gemicik" alınmasında olduğu gibi, hoş mu görecek?
*************************
"Etik kurallar" deyince 2004 yılında çıkarılan kanunla kurulmuş olan, "Başbakanlık Kamu Etik Kurulunu" hatırlamamak olmaz.
Bu kurulun kuruluşunda da tamamen göstermelik bir faaliyet arzu edildiği zaten baştan belliydi. Çünkü kanuna göre,
- Yargı/silahlı kuvvetler/üniversite/siyasiler bu kurulun yetki alanı dışındadırlar.
- Bürokraside de, genel müdür düzeyindeki kişiler yetki alanına girerler.
Bu kurulda üç yıl görev yapan eski İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Burhan Özfatura'nın şu sözlerine katılmayacak bir vicdanlı vatandaş olabileceğini sanmıyorum:
"Sayın Başbakan, (geçmişteki tüm Başbakanlar gibi) dürüstlük nutukları atmaktadır. Söylem güzel de, eylem nerededir? Rüşvet/ yolsuzluk/ kayırma/ kaçakçılık vb. olaylarda azalma mı olmuştur? Parti teşkilatları ve yakınları/ akrabalar tövbe mi etmişlerdir? Kamu yağması, sona mı ermiştir? Tayin/ terfi/ torpil/ iş ve ihale takibi düzeni mi değişmiştir? Mal beyanı düzeni, sağlıklı ve genel biçimde uygulamaya mı konulmuştur? Açık, şeffaf ve adil bir icraat tablosu mu gerçekleştirilmiştir. Ankara'daki, iş takipçilerinin, çantacıların, kökü mü kazınmıştır? İhale sistemine, müteahhitlik mesleğine bir düzen mi getirilmiştir?"
"Her toplum lâyık olduğu yönetim ile idare olunur. Toplumun ahlâki değerleri dumura uğramışsa; tembellik/beleşçilik/köşe dönmecilik/ çıkarcılık esas olmuşsa, yönetim de aynı kumaştan olacaktır. Alan da, satan da memnun senaryoları sürüp gidecektir."
Toplumumuzdaki ahlaki zafiyeti, yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan bağlantısı içinde, siyasetçi ve toplum birbirine kötü etki etmek suretiyle derinleştirmeye devam ediyor.
Bu seçimlerin öncesinde yaşanmaya başlanan "etik ilkeler" eksenli tartışmaların toplumumuzun ahlaki değerlerinin dumura uğramadığının bir göstergesi olmasını diliyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder