Birçok yerde küreselleşme konusunun işlendiği sohbet ve toplantılara katılıyorum. Hâlâ zihinler berrak değil. Zihinler öyle afyonlanmış ki; küreselleştirilmeyi, pasif bir parça olarak bütünü tamamlayıcı unsur olmayı fazilet zannedenler var. Küreselleşmenin, küresel çapta bir bütünleşmeyi hedeflerken; milli devletleri ufalayıcı etkileri olduğu çoğu kere gözardı ediliyor. Konunun artı ve eksileriyle ele alınmasında fayda var. Ancak, artı veya olumlu yanların her ülke tarafından serbestçe kullanılabileceği ve bunlardan faydalanılabileceği anlamı taşımadığı fark edilemiyor.
Dünyayı paylaşan çokuluslu şirketlerin ideolojisi küreselleşmedir. Dünya küreselleştirildikçe bunların gücü artmaktadır. Küreselleşmenin ideolojisi ise; çokkültürlülük dayatmalarıdır. Milli devletler ufalandıkça, üniter yapı dağıldıkça, küreselleştirme amacına ulaşabilmektedir. Milli direnç zayıflamaktadır.
Küreselleşme yoluyla önü açılmış milli devletleri kuşatabilmek için; bazı çevrelerce küreselleşmenin vahşi kapitalizme bir alternatif gibi takdim edildiğini görüyoruz. Bu, çok önemli bir yanılmadır. Kitle haberleşme araçlarının da etkisiyle bizler, işletilmeye zorlanan Dünya iktisadi sistemine o kadar teslim olmuşuz ki; küresel kapitalizmin taleplerini neredeyse ilahi bir emir gibi görerek her şeyimizi, ekonomiden eğitim sistemine, ders programlarına varıncaya kadar ona uysalca uydurmaya çalışıyoruz. Milli kimliklerin yerine Dünya ve Avrupa kimliğinin geçeceğini zannediyoruz. Küreselleştirme için fedakârlık yapılması gerektiği anlayışı bir baskı unsuru olarak üzerimizde kullanılıyor. Oysa küreselleştirme, bütün ekonomilerin, ülkelerin, hatta dinlerin belirli bir eşgüdüm merkezine bağlanmasını gerekli kılmaktadır. Küreselleşmenin klâsik tanımları doğrusu ilgi çekicidir ve oldukça da sempatiktir. Ülke ekonomilerinin birbirini tamamlamaları, bilginin, sermayenin ve emeğin serbest dolaşımı güzel şeylerdir.
Ancak, gerçekler böyle değildir. Küresel güç daha da palazlanmak için siyasi ve iktisadi istikrarı, huzuru ortadan kaldırmakta, belirsizlikler doğurmakta, siyasi sınırları tartıştırmakta, etnik ve mezhep çatıştırmalarını alevlendirmektedir. Kuzey ile Güney arasındaki gelir eşitsizliklerinin arttığı, ülkelerin toprak bütünlüklerine ve egemenliklerine saygı gösterilmediği, milli menfaatlerin dondurulduğu, Gazze'de, Afganistan'da, Irak'ta olduğu gibi insanların kitleler halinde katledildiği ve bunu yapanların desteklendiği bir ortamda küreselleşme romantizmi geçerli olabilir mi?
Küreselleşmenin teorik iddialarının aksine; eğer yükselen milliyetçilik hareketleri görülüyor, kendini kaybetmemiş milli devletler daha çok güçleniyorsa, bunun sebepleri iyi düşünülmelidir. Önemli olan küreselleşmenin nasıl işletildiğidir. Bu süreçten kimin daha fazla faydalandığı, kimlerin ise lafla oyalandığı, fark edilmeden sömürgeleştirildiğidir. Gerçekleri düşünmek ve ona göre davranmak Dünyaya kapanmak mıdır? Bir başka ifadeyle Dünyaya açılmak, teslim olmak mıdır? Bu soruların cevapları verilmeden ve bu konularda fikir jimnastiği yapılmadan 2000'li yıllara uygun siyaset yapılamaz; bunları fark etmeyen siyasetçi ülke çıkarlarını koruyamaz ve bilim adamı da ülke gerçeklerine göre bilim üretemez. Küreselleşmenin uyutucu, uyuşturucu, gerçekleri gizleyici, aşırı iyimserlik yayıcı etkileri fark edilmeden ülke çıkarları korunamaz.
Önü açılan ülkelerin kuşatıldığı, ideal demokrasi yerine küresel güce hizmet eden emperyal demokrasinin dayatıldığı bir ortamda; milli varlıkların tehlikede olduğunu söylemek her halde bir çeşit paranoya değildir.
Böyle tehlikeli siyasi virajların olduğu bir dönemde, nefislerin terbiye edilmesine, ben duygularının biz olma şuuruyla takviyesine ihtiyaç vardır. Milli devletler için tehlikeleri fark edenler, izinle bağımsızlığa kavuşmamış olanlar, bedel ödeyenler, eğer milli mücadele ile kovdukları güçleri tekrar davet etmek niyetinde değillerse; hukuk devletini zedelememeli, yürütme, yargı ve yasamanın yerini almamalı, fikir ve düşünce hürriyeti korunmalı, basın ve yayın kuruluşları yürütmenin emrine girmemelidir. Ülkenin çözülmesi, bütünleşme ve demokratikleşme zannedilmemelidir. Milli bağımsızlık hassasiyetle korunmalı, milli egemenliği içeride ve dışarıda paylaştıracak unsurlar aranmamalıdır. Aynı fikre sahip olanlar birbirini ancak tamamlar; rakip olamaz. Makamlar geçicidir. Aslolan adam olmaktır. Grup ve cemaat dayanışması, menfaat beklentileri, hemşehricilik oyunları, etnik ve mezhep taassubu aşılarak ufkumuzu genişletmek ve ülkemize sahip çıkmak durumundayız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder