Cumhuriyetin 85. yıl dönümünde O’nu bize emanet edenleri, başta milli mücadelenin muzaffer komutanı, Cumhuriyet’in kurucusu Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere saygı ve rahmetle anıyoruz.
Cumhuriyet; kanla, canla verilen ve mazlum milletlere ışık tutan bir milli mücadelenin tacıdır. Bu milli mücadele, Batılı emperyalistleri kovarken yüzünü doğuya çevirip Sovyet modeli bir devlet kurmayacak kadar da şuurlu ve köklü bir birikime sahipti.
Cumhuriyeti kuranlar demokrasi fikrinden hareket etmişlerdir. Nitekim, milli mücadeleyi TBMM yürütmüştür. Bu bakımdan, günümüzde tartışılan cumhuriyetçi miyiz, demokrat mıyız ayrımları yanlıştır. Çünkü bunlar birbirini tamamlar ve birbirine rakip değildir. Cumhuriyeti numaralamak da yanlıştır.
Soğuk Savaş, her ne kadar bitmiş gözükse de; örnek ve hedef bir ülke olması bakımından Türkiye üzerinde sürmektedir. Bundan dolayı günümüzde bir takım iktisadi, siyasi ve sosyal sorunlarla karşılaşmaktayız. Türkiye’nin bu sorunları aşacak gücü olduğu bilinmektedir. Yeter ki kararsızlık, basiretsizlik ve vurdumduymazlık gösterilmesin. Dün Balkanlar’da Osmanlıyı çözülmeye götüren süreç, bugün Orta Doğu’da işletilmeye çalışılmaktadır. Soğuk Harp sonrası işimiz kolay olmamıştır. Küreselleştirme sürecinin artan tesirleri, önü açılmış milli devletlerle küresel güç ve blokların mücadelesine sahne olmaktadır. Bu milli devletler milletleşmeden kalabalıklaşmaya, coğrafyalar milli kimliksizleştirilmeye, önü açılmış milli devletler siyasi ve iktisadi bakımdan ufalanmaya, milli direnç kırılmaya, sosyal ve etnik yapılar üzerinde tuzaklar kurulmaya çalışılmaktadır.
Osmanlı bizim milli tarihimizin önemli bir parçasıdır. Farklı dönemleriyle farklı değerlendirilmelidir. Dünün Osmanlı beşeri coğrafyasının unsurları ile ilgilenmek, onların demokrasi ve insan hakları sorunlarına eğilmek bir insanlık görevidir. 28 Mayıs 2008 tarihinde Fatih Sultan Mehmet tarafından Bosna’da Fransiskeler isimli dini azınlığa verilen Ahitname’nin yıldönümünde de gördük ki; 1463 Avrupası, Osmanlı sayesinde bugünün 2000’li yıllarının Avrupası’ndan çok çok ileridedir. İnsan hakları, din ve vicdan hürriyeti, yaşama hakkı ve hoşgörü konusunda halâ Osmanlı’dan alınacak çok dersler vardır. Batının Osmanlı ile teması toprak düzeninin değişmesine, vakıf sisteminin gelmesine ve bir ölçüde feodalitenin dağılmasına sebep olmuştur. Bu anlamlı törene katılmaktan büyük bir mutluluk duyduk.
Osmanlı Batı’daki krallık ve monarşilerden çok farklı bir yapıdır. Padişah, hakan ve halife olmasına rağmen, yetkileri sınırlıdır. Yargı ve yasama hakkı yoktur. Şeyhülislamlık dini iktidarı, sadrazamlık siyasi-dünyevi iktidarı şekillendirmiştir. Osmanlı tabiî ki bir demokrasi ve Batı tipi bir monarşi değildi. Ama kendine özgü değişik bir kuvvetler ayrılığına sahipti.
Günümüzde Osmanlı ismi kullanılarak “Yeni Osmanlıcılık” isimli bir akım yaratılmak istenmektedir. Bu anlayış, milli devleti ve üniter yapıyı hedef almaktadır; kulağa hoş gelse de… Tarihe çok saygı duyarız; ama tarihi geri çeviremeyiz. Bir nehir çıktığı kaynağa geri dönmemiştir. Denize akan bir akarsu dağa tırmanamaz. Dün milli tarihe Türkiye’de saygılı olmayanların; bugün küresel güçler adına Osmanlıcı kesilmeleri dikkat çekicidir.
Demokrasiler milli devlete ihtiyaç duyurur. Milletleşme ile demokrasi arasında çok yakın bir ilişki vardır. Demokrasi basit kalabalıkların değil; milletleşmiş, mutabakatları gelişmiş toplumların rejimidir. Milletleşme de etnik taassubdan (etnosantrizm), etnik ırkçılıktan ve ilkel etniklikten uzaklaşmadır. Anlamlı bir mensubiyet duygusudur. Milli devletsiz, milli güvenliksiz, milli bağımsızlık ve milli ordu olmadan demokrasi yaşatılamaz ve konuşulamaz. Çok sesli olan demokrasiler, farklı görüşlere yasalar içinde kalmaları şartı ile hoşgörü ile bakarlar. Demokrasiler özgürlüklerle güvenlik arasında anlamlı bir denge kurmak zorundadırlar. Biri diğerine feda edilemez. Demokrasiler, milli menfaatlerden vazgeçme, istikrarsızlık ve karmaşa olarak da anlaşılmamalıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder