9 Eylül 2007 Pazar

Anayasa ve İstikrar

17 senedir sembol haline gelen Edirnekapı Şehitliği’nde Şehitleri Anma Toplantıları düzenliyoruz. İlgi büyük olmakla beraber, bazılarında artan duyarsızlık dikkat çekiyor. Yaşayanların şehitlerin değerini bilmesi ve ona göre davranması gerekir. Bölücü terörle mücadelede iç ihanet odaklarına karşı mücadele veren bu aziz varlıkların Çanakkale’de, Kıbrıs’da, Milli Mücadelede, Balkan ve Kafkas cephelerinde ve diğer yerlerde şehit düşenlerden hiçbir farkı yoktur.



Bu aziz varlıklar, Diyarbakır Belediye Başkanına Devlete savaş açma ortamı sağlansın diye şehit olmadılar.



Bu aziz varlıklar, yakınları, akrabaları ve onlara son görev için cami avlularını dolduran vatandaşlar horlansın, itilsin, kakılsın ve tahrikçi muamelesi görsün diye şehit olmadılar.



Bunlar “Ne mutlu Türküm diyene” ifadesini içlerine sindiremeyenlere, Türkiye ile hesaplaşma, rövanş alma peşinde olanlara destek vermek için ölümü seçmediler. Milli gurur ve haysiyetimiz zedelensin, buna fırsat verilsin ve yabancılara hayır diyemeyen bir Türkiye için şehit olmadılar.



Dıştan kumandalı, tavizci, teslimiyetçi politikalar için ölmediler.



Türkiye, Brüksel veya Washington’dan yönetilsin diye şehit düşmediler. Bankaların, sanayi kuruluşlarının, sermaye piyasasının yabancılara peşkeş çekilmesi ve Türkiye’nin açık arttırmaya çıkarılması için şehit düşmediler.



Zinanın serbest bırakılması, Cuma Hutbelerinden bazı ayetlerin çıkarılması, Müslümanların devşirilerek tanınmaz hale getirilmesi için ölmediler.



Sözde Ermeni soykırımı iddialarına çanak tutulması, bu iddiada olanlara dolaylı destek verilmesi için şehit düşmediler. Başbakanlığa, Bakanlıklara, Dolmabahçe Sarayı’na terör örgütü uzantılarının kabul edilmesi ve ağırlanması için ölmediler.



Türkiye’nin ekonomik kaynaklarının özelleştirme adı altında yabancılaştırılması için şehit düşmediler.



Dışarıdan dayatılan, ısmarlama, Atatürksüz ve Türksüz bir anayasa hazırlanması için canlarını vermediler.


Anayasa, temel yasadır. Ona göre diğer kanunlar şekillenir. Anayasasız ülkeler anayasa yapar. Yapılan anayasalar basit birer kitapçık değildir. Bir milletin belirli tarihi birikiminin, özelliklerinin, kuruluş amacının, milli hassasiyetlerinin ortaya çıkmasıdır. Anayasalara tabii ki evrensel değerlerden atıflarda bulunulabilir. Ancak, bir anayasa belirli bir toplumun ihtiyaçlarına cevap vermek, o toplumda fonksiyon yerine getirmek durumundadır. Bu bakımdan milli özellikler ve milli hukuk dışlanarak sadece evrensel hukuka göre anayasa yapmak sosyal gerçeklerle ve ihtiyaçlarla çelişir. Küresel güç veya AB istedi diye anayasa yapılmaz. Bu, bu kadar basit bir iş değildir. Kimse kendini tarih önünde basitleştirmesin.



Aslında, 1982 Anayasası o kadar değişikliğe uğradı ki; artık onu 1982 tarihiyle yorumlamak bile yanlış olur. Ancak, Türkiye’de bir metod yanlışı yapılmaktadır. Silbaştancılık hem zaman, hem de kaynak israfına yol açmaktadır. Bu defa işin içine bir de art niyet girmiştir. Türkiye’ye yeni yön vermek isteyenler, milli ve üniter devlet düşmanları, Türke karşı ırkçılık yapanlar yeni Anayasaya sığınmışlardır. Onlara göre, anayasa sivil ve renksiz olmalıdır. Sanki Türkiye, 22 Temmuz 2007 Genel Seçimleriyle demokrasiye geçebilmiştir. Yanlış buradadır. Silbaştancılık yerine ihtiyaçlara göre Anayasaya şekil vermek, onu anlaşılır ve uygulanabilir kılmak bizi bazı metod yanlışlarından uzaklaştırabilir. Bu bakımdan, anayasa hazırlama işi sadece hukukçuların işi değildir. Konunun sosyal ve kültürel arka plânı inkâr edilebilir mi? Ancak, bizde meslek taassubu olduğu için yıllardır yasa ve Anayasa konuşulunca hep hukukçular akla gelir. Sosyal bilimciler arasındaki işbirliği göz ardı edilir. Bu yanlış bizi devamlı tepki anayasalarına götürmüştür. Bugün 1982 Anayasası hedef tahtası haline geldiği için 1961 Anayasası öne çıkarılmaktadır.



Gerekli düzenlemelere evet; maksatlı, Cumhuriyet, milli devlet ve Türk düşmanlığından kaynaklanan art niyetli tezgâhlara da hayır diyoruz! Sık sık istikrardan bahsedenleri de uyarıyoruz!





09.09.2007

Hiç yorum yok: