—Üstadım, mutluluğum artarken bir yandan da insanlara acıyorum ve öfkeleniyorum.
— Kertenkele, ne oldu yine?
— Elime bir kitap geçti, okudukça okudum; mutlu oldum. İnsanlar niçin okumaz, vaktini orada burada hay huy ile geçirirler, diye de öfkelendim.
— Sana ben sanal senaryolara dayanan, pembe dizi olarak bilinen romanları yasaklamamış mıydım?
— Üstadım, beni güldürmeyiniz. Siz bana yine kertenkele deyiniz; ama ben artık sınıf atladım. Okuduğum kitaptan çok az insanın bildiği gerçekleri öğrendim.
— Anlat bakayım, neymiş onlar?
— Üstadım, öğrendiğime göre, İslam medeniyetinin zirvesi kabul edilen Endülüs’ün yıkılmasından sonra Gırnata’da engizisyon mahkemesi kararı ile bir milyon kitap yakılmış. Bununla ilgili olarak daha sonra Fransız fizikçi P. Cuirie: “Endülüs’ten bize otuz kitap kaldı; atomu parçalayabildik. Eğer yakılan kitabın yarısı kalsaydı çoktan uzayda galaksiler arasında geziniyor olacaktık.” demiş. O tarihlerde Avrupa’nın hiçbir ülkesinin kütüphanesinde bin yazma eser yokken Kardinal Ximenes seksen bin, Kral Ferdinand ile Kraliçe Isabella beş yüz bin eseri yaktırmış ya da yok etmiş.
— Kertenkele, sen kendi türün içinde değil, türler arası sınıf atlayacağa benziyorsun. Darwin sağ olsaydı teorilerini her halde senin üzerinden kurardı.
— Üstadım, siz yine beni hafife alıyorsunuz. Siz kabul etmeseniz de üzüm üzüme baka baka ağaracak.
— O söz, “Üzüm üzüme baka baka kararır.” değil miydi?
— Üstadım, sizden ders alan hiç kararır mı?
— Kertenkele, öğrenmenin vermiş olduğu haz, bitmeyen bir süreçtir. Yöntemi; gezmek, seyretmek, dinlemek, okumak, ne olursa olsun, öğrenme hazzı ancak öğrenenlerin hissedebileceği; fakat tanımlayamayacağı bir hazdır. Okumak ise bu yolların en kolayı ve en yararlısıdır. Beni yıllar öncesine götürdün. Biz, arkadaşlarımızla haftada bir buluşur, adına “kültür dersi” dediğimiz okuma saatleri düzenlerdik. Okuma sırasında “Ben bunları öğrenmekle ne kadar şanslıyım; ancak şu an benim yaşımda olup da sokaklarda gezenler bundan mahrum, onlara ne yazık.” diye düşünürdüm. Görüyorum ki sen de aynı şeyleri yaşıyorsun. Okuma hazzı insanı paylaşmaya zorlar. Bu, lezzetli bir meyveyi evladı ile paylaşmak isteyen, paylaşamamaktan rahatsızlık duyan annenin isteği gibidir. Paylaşıldıkça artan bir lezzet, ne yararlı bir lezzet, değil mi?
— Üstadım, size kızma hakkım yok; ama bana, az önce “Türler arası sınıf atlayacağa benziyorsunuz.” dediniz. Bu iğnelemenizle neyi kastettiniz?
— Okudukça beyninin, kalbinin bir işe yaradığını, bir değer olduğunu anlıyorsun. İşleyen bir beyin ve duyarlı bir yürekle “insan olmak” ne güzelmiş diyorsun, değil mi? Peki, okumasaydın, kendince, bu yorumları yapabilecek miydin?
— Üstadım, beni hangi canlı türü içinde gördüğünüzü artık önemsemiyorum. Okumak, bu sayede ilimde, irfanda yükselmek çok güzel. Bütün türdeşlerime okumayı ısrarla öneriyorum.
— Kertenkele, Mevlana, babasının ardından yürüyüp Nişabur’dan ayrılırken devrin bilginlerinden Attar hayretini şu sözlerle ifade ediyor: “Suphanallah! Bir deniz, bir ırmağın peşine düşmüş gidiyor.” Bir deniz de niçin sen olmayasın?
— Üstadım, ırmaklar denize akar; ama her deniz varlığını ırmağa borçludur. Sizin yanınızda damla olmak bile ayrıcalıktır.
24.09.2007
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder