27 Eylül 2007 Perşembe

Emaneti Ehline Vermek


Devlet kurumlarının çeşitli kademelerinde seçimle veya tayinle gelerek görev alan insanlar, millet adına kendisine verilen görevden sorumludur. Bir dernek, vakıf, parti vb sosyal organizasyonların yöneticileri de o organizasyonun üyeleri ve destekçileri adına sorumluluk almıştır. Bir özel şirketin yöneticisi ise önce patron ve diğer paydaşlar (çalışanlar, tedarikçiler, müşteriler) daha geniş anlamda halka karşı sorumludur. Aile reisliğini üstlenen baba veya anne de, hem ailesine ve hem de geniş manada topluma karşı mükellefiyetler üstlenmiştir.



İslam Hukukunda bu sorumluluklar “emanet” kavramı ile izah ediliyor. “Emanet, Allah Tealanın gerek kendi hukuku, gerekse yaratıklarının hukuku ile ilgili olarak insana yüklediği vazifelerin tamamına verilen bir isim olarak tarif edilmektedir.”



Kuran-ı Kerim’de : "Şüphesiz Allah, size emanetleri ehline teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor. Bununla Allah, size ne güzel öğüt veriyor!.. Doğrusu Allah, işitendir, görendir." (Nisa, 58) buyruluyor.



“Emanet, maddi değeri olan bir mal olabileceği gibi, bir görev ya da sorumluluk da olabilir.” Emaneti teslim almaya talip olanlara emanet sorumluluğunun çok ağır bir yük olduğu bildirilmiş, emanetin gereğine göre hareket etmeyenlerin Allah’ın azabına uğrayacakları ifade edilmiştir.



Buna karşılık, Müslümanlara da, aklını ve teşhis yeteneğini kullanarak kimlerin emanet ehli olduğunu, hangi emaneti kime vereceğini tespit görevi verilmiştir.



Bir defasında Peygamberimiz (s.a.s)’e soruldu: “Ey Allah’ın Peygamberi! Kıyamet ne zaman kopacak?” O, bu soruya şu cevabı vermiştir: “İş, ehli olmayan kişilere verilince kıyameti bekle, kıyametin kopması pek yakındır.” (Buharî, İlim 2)






İki kişi, Allah Resulü’ne gelip kendilerini emir tayin etmelerini rica ettiler. Allah’ın Elçisi: “Biz, işimizi isteyene ve makam düşkününe vermeyiz” (Buharî, Ahkam 1) buyurdu. Hz. Peygamber, kendisinden valilik isteyen Ebu Zerr Gıfarî’ye de şöyle demiştir: “Ebu Zerr, sen zayıfsın, o makam bir emanettir. Sonu da kıyamet gününde bir perişanlık ve pişmanlıktır. Yalnız hak ederek alan ve üzerine düşeni de yerine getiren müstesnadır.” (Müslim, İmaret 16)



Emanetin ehlinin kim olduğunu anlamak için öncelikle iki ölçü dikkati çekiyor: Birincisi liyakat sahibi olmak, ikincisi ise adaletle hükmetmek.



Yeni terminolojide emanetin verileceği ehil kişiyi karşılayan kavramın “lider” olduğu kanaatindeyim. Çünkü “lider” tariflerini yapanların mutabık kaldığı özelliklerle ifade edersek bir yöneticinin “lider” olabilmesi için güven duyulan, sorumluluk sahibi ve adil olması gereklidir.



Ayrıca “sorumluluğunu sezgi, zekâ ve bilgiye dayalı karar ve uygulamalarla taşıyan lider, çevresine danışır ancak son kararı hep kendisi verir, şüphesiz tüm sorumluluğu alarak... İnsanları dinler ve anlamak için özel çaba sarf eder. Çevresindeki herkesin en iyi yanlarını geliştirmelerine imkân sağlayacak olumlu değişim ve sürekli öğrenme ortamları sağlar. Sahip olduğu güçlü sosyal değerler sayesinde çevresinde yarattığı “karizma” (büyüleyici özellik) sahip olduğu örnek kişilik ve tutarlı davranışları, diğer insanlar için etkin bir rol modeli olmasına yol açar.” (Vikipedi’den)



Emanetin ehline verilmemesinin sonuçları ise huzursuz ve gergin bir toplum, ekonomik ve sosyal krizler.. Etkin olmayan, kitleleri heyecanlandırmayan dernekler, partiler.. Zarar eden, kapanan işyerleri.. Hepsinin sonucunda gelişmemiş bir toplum, mutsuz ve yoksul insanlar…




Zaten gelişmiş ülkelerle gelişmemiş ülkelerin, başarılı organizasyonlarla başarısızların, büyüyen şirketlerle zarar edip küçülenlerin arasındaki en önemli hatta tek fark, iyi yönetilip yönetilmediğidir.





İyi yönetilen bir ülkeye, organizasyonlara veya şirketlere sahip olmanın yolu ise, ehil ya da lider insanlara emaneti vermekten başlıyor.




26.09.2007

Hiç yorum yok: