9 Eylül 2007 Pazar

Kapitalizmin Dayattığı Kavram: “Ilımlı İslam”

a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEisQkOkqLjrbnqCbLbRdxLWlUTpeXlq6S3KOmOPB-703KFdt6nyhIG9lXfXyQuS6crvL0al1B0WIaqkn13s57EGkdxbwV1vvhK9m8Y6npspLyCiEPXe3sttfQhgThPWpATiOCupAkoY3Dex/s1600-h/banugurer.jpg">

Tarih süreci içerisinde din ile siyasetin ilişkisi farklı boyutlarda da olsa daima mevcut olmuştur. Bu ilişki siyasi otoritenin dini otorite tarafından meşruiyet kazanmasının sağlanması, dini otoritelerin siyaseti yönlendirmesi veya her ikisinin de alanlarını ayırması gibi farklı boyutlarda ortaya çıkabilmiştir.


Günümüz itibariyle bakıldığında genel anlamda pek çok devlet tarafından bu ilişkide alanların ayrılması esas alınsa da, bu ayrımın mahiyetini doğru anlamak gerekir. Zira din insanların dolayısıyla toplumun hayatında hep var olmuş ve ister inanma ister inkar noktasında olsun var olmaya da devam edecek olan sosyal bir olgudur.


Sosyal bir olgu olduğu için dinin hayattaki rolünü küçümsemeden dikkate almak gerekir ki toplum mühendisliği kapsamında projeler söz konusu olduğunda uygulanmaya çalışılan projelere karşı doğru stratejiler geliştirebilelim.


Konuya dair maksadımızı açmak için örneklendirelim:


Hıristiyan Avrupa’ya bakıldığında, çok genel bir ifadeyle kapitalizmin Protestanlığı doğurduğu söylenebilir. Yani diğer bir ifadeyle kapitalizmin Hıristiyanlıktan aldığı cevap Protestanlığın doğuşu olmuştur. Dolayısıyla sosyal bir olgu olarak ekonomi ve siyasi yapılanma yine sosyal bir olgu olan dine tesir ederek dinde “reform”a yol açabilmiştir.



Kapitalist sistemin gereklerinin yerine getirilmesine (ulus devlet sisteminin yanı sıra) Hıristiyanlıkta Katolik mezhebinin ve İslamiyet’in mahiyetlerinin mani olduğu ve “ılımlı İslam” gibi sonradan “türetilen” kavramların arka planının burada aranması gerektiğine dair yorumlar da dikkate alındığında Türkiye’nin gündemini daha farklı bir açıdan okumak mümkün gözüküyor.


Öyle ki, bugün gerek Türkiye’de gerekse dünyada ciddi olayların cereyan ettiği bir dönemde bulunmamıza rağmen, muhafazakar olarak tabir edilen bazı basın – yayın organlarında, “İslamcı” olarak nitelendirilen bazı yazarların gündemini “muhafazakar kadınların ahlaki yapılarını”, İslam dini açısından kesinlikle uygun görülemeyecek bir mecrada tartışmaya açmak oluşturmaktadır.


Dini nereden öğrendikleri ve neye göre yorumladıkları belli olmayan böylesi yazarların ahlak gibi ciddi bir konuyu kadınlar üzerinden hem de mahremiyet içeren bir hususu esas alarak tartışmaya çalışmaları, ılımlı İslam kavramı ile yapılmak istenenler içinde, kamu önünde tartışılamayacak konuları dahi normale indirgemenin bulunduğunu akla getiriyor. Böylece tartışılacak daha önemli konuların gündemden uzak tutulması söz konusu olduğu için bu durumun kime yarayacağı da ayrı bir tartışma konusudur.


Dolayısıyla, İslam dini gibi hayatın her yönünü ciddiye alan ve her yönüne dair prensipler koyan bir dinin yaklaşımını esas alarak bakıldığında hoş görülemeyecek siyasi ve sosyal gelişmeler, “ılımlı İslam” gibi sonradan türetilmeye çalışılan yanlış bir yaklaşım vasıtasıyla kamunun gündeminden düşürülmektedir. Yani siyasi yapı sosyal bir olgu olan dini alanın gündemini kendi açısından belirleyip kullanabilmektedir.


Peki, bunun ekonomik sistemle ne ilgisi var?


Pazarlamada meşhur bir söz vardır: “Reklamın iyisi, kötüsü olmaz.” Bu tartışmalar esnasında “bir ürünün” de polemik unsuru olarak ortaya çıkarılması, bahsedilen sözün haklılığını ortaya koymaktadır. Zira olumlu ya da olumsuz bakılsın, bir ürünün, hatta aynı zamanda o ürünün alternatifi olan diğer ürünlerin, reklamına da katkıda bulunulmaktadır. Özellikle tartışmanın ilk sahipleri tarafından. Dolayısıyla ekonomik sistem de bir ürünün kullanımını temin açısından dini hassasiyetleri vasıta olarak kullanabilmektedir.


Kısacası, görüşlerimiz ne olursa olsun, din olgusunu ve hayata etkisini göz ardı etmek, din üzerinden topluma aşılanmak istenenleri idrak etmekte sıkıntı yaşamamıza sebep olacaktır. Bu sebeple dinin kaynağından ve doğru biçimde öğrenilmesi, bu alan üzerinden yapılacak polemiklere alet olmamayı, ayağımızın sağlam basmasını ve “kırmızı çizgilerimiz” hususunda dik durabilmemizi sağlayacaktır. Aksi halde alet olacağımız projelerden yakınmaya hakkımız kalmayacaktır…




03.09.2007

Hiç yorum yok: