Can Dündar, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün hayat hikâyesini anlatırken, AKP milletvekili İrfan Gündüz’den dinlediği bir anıyı da aktardı:
«Bir gün Üstad Necip Fazıl, Abdullah Gül, ben ve bir kaç arkadaş ikindi namazı için Sultanahmet Camii'ne gittik. Üstad dışında hepimizin üstünde tiril tiril gömlekler, İspanyol paça pantolonlarımız. Üstad namazdan sonra ellerini havaya kaldırarak, "Şükürler olsun. Bu kubbelerin altı böyle züppelerle dolmadıkça Türkiye'nin kurtuluşu yoktur" dedi.»
Bilemiyorum, Necip Fazıl sağ olsaydı, o zaman “kubbelerin altında” görmekten mutlu olduğu gençlerden birinin, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olmasını nasıl karşılardı?
Ancak biliyoruz ki, “Üstad” sağlığında kişileri ve olayları, unvan ve makamlardan etkilenmeden, sadece belirli değerleri esas alan ve çoklarına da aykırı gelen farklı bir zaviyeden değerlendirirdi.
Muhtemeldir ki, üzerinde emeğinin geçtiği bir kişinin Cumhurbaşkanı olmasından mutlu olur, ancak O’nun ve arkadaşlarının iyi ve doğru işlerine tam destek verirken, yapacakları hatalara, milli menfaatlere ve yüce değerlere aykırı gördüğü icraata karşı en sert muhalefeti yapardı. Bir dönem destek verdiği Erbakan’ın ve partisinin tavır ve politikalarına karşı en ağır eleştirileri yapmaktan geri kalmadığı hatırlardadır.
*************************************
Necip Fazıl, meşhur “Çile” şiirinde, “fikir çilesinin” şiddetini anlatırken bu çileyi çekenleri “beyninde zehirli kıymık taşıyan” kişi olarak tarif ediyor.
Gördüm ki, ateşte, cımbızda yokmuş,
Fikir çilesinden büyük işkence.
…….
Camdan keskin, kıldan ince kılıcın,
Bir zehirli kıymık gibi, beynimde.
Bilmiyorum, “aydın” olmanın tarifini bu kadar veciz anlatan başka bir söz var mı? Çünkü aydın gerçekten fikir çilesine talip olan, kimsenin dert etmediği konuları dert edinen, milyonlar içinde tek farklı fikre sahip olsa bile bu fikrini savunabilen kişidir.
Aydın, kendisinin kuş sütü eksik olmayan sofralarda doyma imkânı varken dahi, açlar ve yoksullar için fikir çilesi çekendir. Eğitimde fırsat eşitsizliğine kahrolan, en temel sağlık hizmetlerinden yararlanamayan insanlarımızın bu halinden dertlenendir. Dünyanın en berbat şehircilik uygulamalarını yaşamamızın ıstırabını, işsiz gençlerimizin dramını yaşayan ve bütün bu olumsuzluklara çare arayandır.
Oysaki bu kadar geniş “ilgi alanında” gezinen, bu zekâ dolu beyinler, küçücük “etki alanlarının” çaresizliğinde kıvranırlar:
Söyleyin, söyleyin, ben miyim yoksa,
Arzı boynuzunda taşıyan öküz?
Belâ mimarının seçtiği arsa;
Hayattan muhacir, eşyadan öksüz?
Ben ki, toz kanatlı bir kelebeğim,
Minicik gövdeme yüklü Kafdağı,
Gerçek aydının gözü yazar, şair, profesör gibi unvanlar veya çeşitli idari ve siyasi payelerde değildir. O’nun gözü ve gönlü daha ötelerde ve daha yücelerdedir:
Ver cüceye, onun olsun şairlik,
Şimdi gözüm, büyük sanatkârlıkta.
************************************
Halkımızın önemli bir kesimi, “kubbelerin altını dolduran” dünün gençlerinin, bugün iktidarda olmasından mutludur. Bu mutluluğun yapılan her icraatı körü körüne desteklemeye sevk eden bir duygu olmamasını diliyorum. Kubbelerin altına gelmeyenlerin de, sadece bu özellikleri sebebiyle, her icraata karşı çıkmaması gerektiğini de vurgulamak istiyorum.
Özellikle aydınlarımızın olumlu icraatı desteklemek ve cesaretlendirmek; ancak olumsuz icraata karşı, “bize yakındır” gerekçesine sığınmadan, gerekli muhalefeti yapmak görevi vardır. Çünkü aydın, kişilerin ve grupların taraftarı değil, fikirlerin ve değerlerin savunucusudur.
Aydınların görevini hakkıyla yapılması, hem milletimizin ve hem de iktidarda olanların yararına olacaktır.
18.09.2007
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder