Anna Masala: 1934 yılında İtalyan-İspanyol bir aileden dünyaya geldi. Roma La Sapıenza Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nden Türkolog Profesör Ettore Rossı'nin son öğrencisi olarak mezun oldu.
Roma Şarkiyat Enstitüsü'nde 1968–72 yılları arasında Türk dili öğretti. 1972 yılında Roma Üniversitesi'nde Türk dili ve edebiyatı profesörü oldu ve 1980 yılında “Ordinaryüs Profesör” unvanı aldı. Sayısız kitap ve makale yayınlamış olan Masala'nın eserlerinden bazıları "Yunus Emre", "Oğuz Kaan Destanı", "Feyzi Halıcı Şiirlerinden Seçmeler", “Poesıa Turca Moderna”, Canto Ela Spada” dir.
Bir ülkeyi ve o ülkenin insanlarını tam anlamıyla tanımak, değerlendirmek için kitapların yazdıkları veya başkalarından dinlenenler çok zaman yeterli olmayabilir. Tarafsız bir gözle kaleme alınmayan pek çok kitap, insanları yanlış yönlendirerek birbirine düşman edebiliyor. Bu yanıltıcı ve yanıltıcı olduğu kadarda dünya barışını olumsuz etkileyici görüşlerden kurtulmanın en doğru yolu ülkeleri ve insanlarını bizzat tanımaktır.
Yukarıda ifade etmeye çalıştığımız bu düşünceye verebileceğimiz en güzel örnek; Anna Masala’dır…
İtalya’nın yetiştirdiği değerli insanlardan biri olan Ord.Prof.Dr. Anna Masala, isteksiz bir şekilde geldiği ülkemizden, Türkiye sevdalısı ve gerçek bir Türk dostu olarak ayrılan bir isim…
Kendi ifadesiyle “ Ben manevi bir Türk’üm” diyen bir insan…
Anna Masala’nın Türkiye ve Türk insanına karşı olan duygularını anlayabilmek için, onun anılarını okumak gerek. Masala bu anılarını “Türkiye’ye Aşk Mektuplarım” adı ile kitaplaştırmıştır. Şimdi, bu mektuplardan seçtiğimiz bazı bölümleri -Anna Masala duygularını- sizlerle paylaşmak istiyoruz.
“Türk dilinin sesini ilk defa Roma Üniversitesi Şarkiyat Enstitüsü’nde 10 Ocak 1954 tarihinde duydum. Arapça hocam Prof. Francesco Gabrieeli, büyük Türkolog Prof. Ettore Rossi ile Farsça okumamı söylemişlerdi. O yıl Prof. Rossi’nin Türkçe dili için öğrencisi yoktu. “ Mezuniyetten sonra ne iş yapmayı düşünüyorsun ?” diye sordu. “İslam tarihi üzerine çalışmak istiyorum.” dedim. Bunun üzerine “Peki, ama unutmayın ki Akdeniz’de İslam tarihi yüzyıllar boyunca Türkçe konuştu” dedi. O zaman 19 yaşındaydım ve Türk tarihini sadece lisedeki tarih kitaplarından biliyordum. Bizans’ın Fethi, Otranto, Barbaros Hayreddin, İnebahtı Savaşı, Viyana Kuşatması ve Osmanlı İmparatorluğu’nun düşüşü. Türkleri tanımıyordum ve sevmiyordum. Prof. Rossi’ye şöyle bir cevap verdim; ” Türk tarihinin bu kadar önemli olduğunu sanmıyorum, ayrıca Türkçe konuşmakta istemiyorum”. “Peki” . Prof. Rossi’ne “Siz bu günden sonra Türkçe okuyacaksınız! dedi. “Böylece derslere başladım. Ev, evler, evlerim, evlerinizde…”. “Göktürkler, Uygurlar, Karahanlılar, Selçuklular, Devlet-i Ali Osmaniye, Türkiye Cumhuriyeti…”.
“Tarihinizi ve çok güzel dilinizi önce sevgisiz, ilgisiz sonra ise saygıyla, en sonunda ise büyük sevgiyle okurken seneler geçti.”
“Türkiye’ye ilk seyahatimi 8 Ağustos 1964 tarihinde babamla birlikte yaptım. O günlerde bir Türk Pilot Kıbrıs’ta şehit olmuştu. İstanbul bayraklarla donanmıştı. Acı ve heyecan havada hissediliyor, dalga dalga yayılıyordu. Oraya varışımdan birkaç saat sonra kalabalığa karıştım. Sultan Ahmed Camii’nin önünde binlerce kişi vardı. Bir insan seli Galata Köprüsü’ne kadar yayılıyordu. Nur-u Osmaniye’nin çevresinde Kurtuluş Savaşı madalyalarıyla yaşlı bir gazi şiirler okuyordu. Etrafındaki kalabalık, coşku ile ağlıyordu. O gün sevmeye başladım. Otuz yıl sonra, Kıbrıs’a gittiğimde bu olayı hatırladım ve Girne’de dalgalanan Türk bayrağını görünce aynı heyecanı yaşadım…”
Türkiye'de büyük bir misafirperverlik gördüğünü anlatan Masala, aynı günde kendisini davet eden dostlarını darıltmamak için üç kere üst üste akşam yemeği yediğini belirten Prof. Masala, "Sadece Türkiye'de böyle bir misafirperverlik vardır. Anadolu'da en fakir köyün en fakir insanı tek tavuğunu alır ve misafiri için keser... Türk'ün misafiri olunca misafir olduktan başka birçok da hediye alınır. Mesela bana, boncuklar, bilezikler, yemeniler, kıymetli kitaplar, el işçiliği tabaklar, gümüş bir ayna ve daha birçok güzel hediyeler verildi..." diye Türk misafirperverliğinden bahsetmektedir.
“Mevlana Celaleddin-i Rumi, Yunus Emre, Hacı Bektaşi Veli kırk yıldan beri benim manevi hocalarımdır. Ama belkide ben bilmeden önce, dünyaya geldiğim günden beri bana eşlik ettiler. Bir tasavvuf adamının da dediği gibi; “alnımın yazısı, kaderim bu…”
“Mevlana’ya yenidünya görüşümü, insanlık ruhumu, Yunus Emre’ye tevazuumu, tasavvuf şiirine sevgimi borçluyum. Fakat manevi dünyamda başka evliyalar, başka hocalar, başka şairlerde yaşar. Türkiye’den uzak olduğum zaman, gurbet illerine düştüğüm zaman hiç yalnız değilim; hatta Hacı Bayram Veli’nin, Eşrefoğlu Rumi’nin, Hasan Dede’nin, Abdal Musa’nın ve hepsinden öncede Ahmet Yesevi’nin İstanbul’un bütün evliyalarının ve Anadolu’daki dedelerin aydınlık yüzlerini görüyor, kalbimde hissediyorum…”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder