14 Haziran 2007 Perşembe

Hz. Mevlana’dan Hareketle


Zannediyorum pek çoğunuzun malumudur: Unesco 2007 yılını Mevlana yılı olarak kabul etti. Bu çerçevede pek çok etkinlik düzenlenmektedir.


Mevlana Celaleddin-i Rumi, hiç şüphesiz Türk-İslam aleminin gönül ve akıl birlikteliğini içeren dünya görüşünü temsil eden en önemli isimlerin belki de başında gelmektedir.


Mevlana’nın genellikle gönüllerimize işleyen ve orayı harekete geçiren yönü, hem bizim tarafımızdan hem de onu anlamaya çalışan başka milletlerin mensupları tarafından, ön plana çıkarılmıştır. Tabii bu tutumda haksız sayılmayız.


Ancak Mevlana’nın hayatından yola çıkarak hem dini hem de din ile dünya bütünlüğünü doğru anlamamıza vesile olacak önemli noktaları idrak etmemiz mümkündür.


Öncelikle belirtmek gerekir ki dini doğru anlamak ve derinlemesine kavramak, derin bir bilgi birikimi gerektirir. Yani din sadece gönül işi değildir. Zira “neye, nasıl” gönül vereceğinizi doğru idrak edemezseniz, dinin size gösterdiği yolu da doğru anlayamazsınız. Dolayısıyla doğru bilgi sahibi olmak hem zihnimizin hem de kalbimizin doğru yönü bulması için temel şartlardan biridir.


Nitekim Hz. Mevlana’nın hayatına baktığınızda, annesi Mü’mine Hatun’un lakabının “mader-i sultan”, babası Bahaeddin Veled’in lakabının ise “alimlerin sultanı” olduğu görülür ki bunun anlamı kendisinin daha doğumundan itibaren kültür dolu bir ortamda yetiştiğidir. Bir de döneminin en iyi tahsilini aldığını göz önünde bulundurduğumuzda, zihin ve kalp bütünlüğünü nasıl sağlayıp ürettiği fikirlerle bugün bile hem aklımıza hem kalbimize nasıl nüfuz edebildiğini anlamak zor olmamaktadır.


Bu anlamda Hz. Mevlana, dinimizin de hedefi olan bu bütüncül eğitimin insanoğlunu nerelere yüceltebileceğini görmemiz açısında önemli bir örnektir. (Tabii burada sadece edinilen tahsilin yeterli olmadığını, kişisel yetenek ve gayretin de Hz. Mevlana’yı ulaştığı noktaya gelmede destekleyici unsur olduklarını belirtmek gerekir.)


Bütün bu hususların önemi nedir?


Bugün tarikat adı altında faaliyet gösteren yapılanmaların birçoğunun insanları neden yanlış etkileyip, dinle alakası olmayan durumlara düşürdüğünü anlamamızda Hz. Mevlana’nın şahsında temas ettiğimiz hususlar yardımcı olacaktır.


Öyle ki, cehalet dinin insana kazandırmaya çalıştığı olgunluk ve kemale ulaşmada önemli bir engeldir. Dolayısıyla siz hayatı ve insanı doğru anlamanıza vesile olacak bilgiye sahip olmadan ne dinin maksadını ne de ondaki hikmetleri anlayabilirsiniz. (Oysa bu yapılanmaların birçoğunda hem başındakilerin hem de onlara tabii olanların böyle bir eğitimden, birikimden ve derinlikten uzak olduklarını görüyorsunuz.)


Hal böyle olunca da kemale ulaşmak ve kurtuluşa ermek için ne kendine ne de başkalarına hayrı dokunacak kişilere adeta kul olmaktan kendinizi kurtaramaz, “eşref-i mahlukata” uygun olmayacak hareketler sergilemekten kurtulamazsınız.


Üstelik bunu yaparken olmayan kerametlere inanıp bu şahısları neredeyse Hz. Peygamber’den (S.A.V.) yüksekte (haşa!) tutmak gaflet ve delaletinden de kendinizi kurtaramayabilirsiniz!


İşte bahsettiğimiz tüm bu yanlışların yol açacağı sıkıntılardan uzak kalmak, dinimizin bize vermeye çalıştığı bütüncül hayat anlayışını idrak ederek kendimizi geliştirmek için gerek pozitif bilimler dediğimiz sahalara gerekse dini alana dair “doğru bilgi” edinmek zorundayız.


Unutulmamalıdır ki İslam açısından söz konusu iki bilgi dalından birini diğerine tercih etmek gibi bir anlayış söz konusu değildir. Zira her ikisi de Allah’ın, insanın ve hayatın doğru anlaşılması için yine Allah’ın koyduğu temel kılavuzdur ve birbirlerini desteklemektedir.


Dolayısıyla kılavuzsuz yola çıkmak nasıl yolumuzu kaybetmemize sebep olacaksa, bu iki temel kılavuzun bütüncül yaklaşımla ele alınarak hayatımıza rehber edilmemesi de hem bireysel hem de sosyal anlamda yanlış tercih ve tespitlerle kendimizi kaybetmemize yol açacaktır. Yani fikir ve gönül insanı Hz. Mevlana’nın öz bir biçimde ifade ettiği gibi: “Ayar olmadıkça, kalp ile halis altını seçmeye kalkışma”!... (Mesnevi II, çev. Veled İzbudak, İstanbul 1957, s. 57)

Hiç yorum yok: