Hareketli bir gündemin içinde olduğumuz bu günlerde, siyasi tabloda gördüklerimiz bizler tarafından pek çok açıdan yoruma tabi tutulmaktadır.
Bu yorumların bir kısmı “siyasetçi profillerine” dair olmaktadır. Öyle ki, gördüğümüz tablo karşısında “Türkiye’nin en büyük problemi, çok uzun bir süredir kifayetsiz yöneticiler tarafından yönetilmek!” şeklindeki tahlillerin ve bir nevi şikayetlerin arttığı dikkati çekmektedir.
Bu noktada bir eğitimci ve özellikle din eğitimcisi olarak kendime şu soruyu sormadan edemiyorum: Beğenmediğimiz bu insanlar nerede yetişiyor? Bizlerin hem eğitimciler hem de halk olarak beğenmediğimiz bu durumda hiç mi sorumluluğumuz yok?
Soruların akabinde hatırıma şu çarpıcı ayet-i kerime geliyor: “Bu da, bir millet kendilerinde bulunanı (güzel ahlak ve meziyetleri) değiştirinceye kadar Allah’ın onlara verdiği nimeti değiştirmeyeceğinden dolayıdır. Gerçekten Allah işitendir, bilendir.” (Enfal, 53)
Bir de “hakettiğimiz şekilde yönetileceğimizi” vurgulayan hadis-i şerif-i düşününce...
Peki biz bu durumu hak ediyor muyuz?
Cevap için toplum olarak hangi kriterlere dayanmak suretiyle oy kullandığımızı (veya kızıp kullanmayarak vatandaşlık görevimizi getirmediğimizi ve başımıza geleceklere razı olduğumuzu) düşününce çıkan sonuç haliyle iç açıcı değil.
Zira söyledikleri ile yaptıkları birbirini tutmadığı halde hala bazıları bu halk tarafından seçilebiliyorsa, hatta seçerken “nasılsa hepsi çalıyor” diyerek (medeni bir biçimde) hesap sorulması gereken icraatlere mazeret bulunuyorsa, milletçe değerlerimizi neredeyse hiçe saydıkları halde sırf sahip çıkıyor göründükleri için bazıları hala halktan destek bulabiliyorsa... hakettiğimiz yöneticilerin daha nasıl olmasını bekliyoruz?
Kur’an-ı Kerim insanın olduğu kadar toplumların da şahsiyetli olmalarını, şahsiyetlerini muhafaza etmelerini ister. Nitekim, Bakara 104. ayette müslümanlara vurgulanan hususlardan biri Hz. Peygamber’e (S.A.V.) dahi “sürü” psikolojisi içinde yaklaşılmamasıdır: “Ey iman edenler! Peygamber’e “raina” (“bizi güt”) demeyin, “bize bak!” deyin. Ve onu dinleyin. İnanmayanlara acıklı bir azap vardır.” (Bkz. Bayraktar Bayraklı, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, C. II, İstanbul 2001, s. 111-113)
Halbuki toplum olarak öyle bir hale geldik ki; daima birilerinin sırtında kolayca hedeflerimize ulaşmak istiyor ve bu esnada hiç sorgulamadan kendimizi akışa bırakıyor, ortaya çıkan neticeden ise “istismar ediliyoruz!” diyerek şikayet ediyoruz.
Unutmamak gerekir ki beğenmediğimiz bu insanlar yine bu toplumun içinden yetişiyor. Yani gerek ailevi eğitimleri gerekse örgün eğitim ve öğretimleri bizler tarafından veriliyor. Biz hangi değerleri ön plana çıkarıyorsak yeni nesiller buna göre şekilleniyor. (Tıpkı eskiden tüm dünyaya örnek olan yöneticileri yetiştiren de yine bu toplumun dedeleri olduğu gibi...)
Dolayısıyla eğer biz çocuklarımızı “köşeyi dönmeleri, ne olursa olsun diploma sahibi olmaları” gibi “realist” hedeflerle yetiştirip, “hizmet aşkı” gibi “idealist” hedefleri ve manevi değerleri dikkate almaksızın “dünyayı sen mi kurtaracaksın” mantığıyla yaklaşırsak yukarıdaki neticelere da şaşırmamalıyız.
İşte söz konusu yanlışı düzeltmek için ilk etapta eğitim sistemimiz ve milli eğitim politikamız (varlığı hususunda ciddi endişeler söz konusu olsa da) ele alınarak “nasıl insanlar yetiştireceğimiz” doğru temeller üzerine oturtulmalıdır.
Halk bazında da özellikle aile içi eğitimin yine doğru temeller üzerinde yürümesi sağlanmalıdır.
Bu noktada toplumsal denetim mekanizmalarının doğru ve yerinde tepkiler verecek biçimde işlemesinin önemini de göz ardı etmemek gerekir. Tabii bunun için yine halkımızın doğru bilgi edinme ve bilinçlenmesi şarttır.
Netice itibariyle ortaya çıkmaktadır ki günübirlik kararlarla eğitim yapılamayacağı gibi “hedefsiz” bir eğitim de söz konusu olamaz! Aksi halde bilgiyi kullanamayan, şahsiyeti oturmamış insan tiplerini sıkça görmek kaçınılmaz olacaktır.
6 Mayıs 2007
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder