14 Haziran 2007 Perşembe

Bilgi ve İnanç


Bir belgesel filmde bütün ömrü bir saat olan bir böcek türünden bahsedilmişti. Bu bilgi üzerine düşündüm ki bu canlıların dünyayı algılaması ve yeni nesillere bilgi aktarımı acaba nasıl olur?


Gündüz gün ışığının bol olduğu bir yerde sabah saat 09 da doğan ve yaşadığı bir saatlik ömür dolunca ölen bu böcek dünya hakkında nasıl bir bilgiye sahiptir?


Büyük ihtimalle dünyayı sürekli aydınlık içinde olan yeşili, mavisi, kahverengisi ve diğer renkleri ile algılanmış bir mekândır dünya. Belki birkaç nesil önceden bilgi aktarımı söz konusu olabilir. Atalarının çok uzun zaman önce karanlık çağ diye adlandırılabilecek bir tarih yaşamış olduklarını nesilden nesile aktarmış olabilirler.



Saat 09-10 arası yaşayan böceğin yavrularına aktaracağı bilgi, dünyanın kendi algıladığı aydınlık ve renkli hali olsa gerektir. Oysa aynı böcek türünün gece 22-23 saatleri arasında yaşayanın dünya algılaması ise karanlık, tek renkli, görünmeyen engebelerle dolu bir mekan olduğudur.


İnsan nesli olarak bütün yaratılmışlar içinde en seçkini olduğumuza inanıyoruz. Dünya veya kainatın ömrü yanında ortalama 70-80 yıllık bir ömür de, böceğin bizim ömrümüze kıyaslandığı gibi, çok kısa bir ömür değil midir? Bizim de bir ömür boyunca edindiğimiz bilgilerin -hele hele sadece beş duyumuzla elde edilenden ibaretse- çok kısıtlı ve kâinatı bırakın dünyayı bile bütünüyle algılamaktan çok uzak olduğu anlamına gelmiş olamaz mı?


İnsanoğlunun diğer yaratıklardan farklı olarak yazı sayesinde nesiller arası bilgi aktarımı yapabilmekte. Bu bakımdan sadece sözlü aktarım yapan yaratıklardan daha şanslı olduğu muhakkaktır. Ancak yine de dünyayı algılama araçlarımız ve ömrümüz çok kısıtlıdır.


Din kaynaklarında yaratılış, ruh, ahiret, melek, şeytan, cin vb konularda verilen bilgileri gözlemleme ve doğruluğunu denetleme yeteneğimiz bulunmamakta. Bu bakımdan bazı insanlar algılayamadığı bu kavramları topyekûn reddetmekte ve yok olduğunu iddia edebilmektedir.


Oysa yine din kaynaklarında Allah, cennet, melek gibi kavramların var olduğu ancak bu varlıkların insanoğlu tarafından tasavvurunun dahi mümkün olmadığı bildiriliyor.


Ben bu durumu bilgisayar programları ile mantığı ile kavramaya çalışıyorum.


Diyelim ki bilgisayarınızda sadece word programı yüklü ise o programla yazı yazıp, okuyabilir fakat resimlerinizi göremez, film seyredemez, müzik dinleyemezsiniz. Bu eylemleri yapabilmek için bilgisayarınızda uygun programların (Picture manager, media player gibi) yüklü olması gerekir.


İnsanoğlunun programında olmadığı için Allah, cennet, melek vd kavramları algılayamıyor. Ancak öyle anlaşılıyor ki, programcı (yaratıcı) bizim bu kavramların varlığı hakkında kısıtlı da olsa bir bilgiye sahip olmamızı istiyor.


Bunun için diyelim ki bilgisayarına bu belgeleri açabilecek uygun programları yüklediği bazı seçtiği kişilere (peygamberlere) bu kavramları öğrenme imkânı veriyor. Onların vasıtasıyla bizim bilgisayarlarımızın açabileceği (word) program formatına çevirterek bize bu bilgilerin bir kısmını gönderiyor.


Yani peygamberler kendilerine gösterilen melek, cennet vb. varlıklar ve diğer kavramları kendilerine bahşedilen özellikleri taşımayan bizlere göstermek imkânına sahip değillerdi. Bu bilgileri sadece sözlü olarak veya bizlere aktarmak üzere kendilerine verilen yazılı metinler halinde bilgi aktarıyorlardı.

Ben böyle açıklayabiliyorum. Teşbihte hata olduysa affola…


Hiç yorum yok: