14 Haziran 2007 Perşembe

Toplumsal Refleks


Pek çok yazımızda, dinin hayatımızı şekillendirici özelliklerine temas ettik. Söz konusu şekillendirmenin çeşitli boyutlarına değindik.


Bilhassa İslam söz konusu olduğunda, şekillendirme dediğimiz zaman hem bireysel hem de toplumsal açıdan pek çok hususun bulunduğunu göz önüne almamız gerektiğine de çeşitli vesilelerle temas ettik.


Bugün bu boyutlardan birini daha ele almak istiyorum ki kanaatimce toplumsal refleks tabirinin bizim için ne anlama geldiğini ifade etmede önemli bir prensip olması hasebiyle dikkatle vurgulanması gereken bir husustur: İyiyi emretmek, tavsiye etmek, kötüden sakındırmak.


Bireysel olduğu kadar toplumsal anlamda da pek çok hadise ile karşı karşıya kaldığımız muhakkaktır ki bugün gündemimizi oluşturan pek çok olay bunu ortaya koymaktadır.


Toplumsal anlamda karşı karşıya kaldığımız hadiselere karşı geliştireceğimiz tutum da haliyle toplumsal bir nitelik taşıyacak ve hadiseleri doğru değerlendirip değerlendiremeyişimizi, toplumsal yapımızın sağlıklı bir biçimde devam edip edemeyeceğini belirleyecektir.


Öyle ki, hem bireysel hem de toplumsal anlamda kötü olana karşı gereken tepkiyi göstermek, toplumsal dokumuzun hem ahlaki hem de fiziki manada çözülmesine mani olacağı gibi, bahsettiğimiz anlamlarda iyinin vurgulanması, teşvik edilmesi de bu dokuyu yine hem ahlaki hem de fiziki anlamda güçlendirecektir.


İşte bu noktada yukarıda bahsettiğimiz prensip önem kazanmaktadır.


Zira İslam dini açısından müslüman bir toplumun niteliği “iyiliği emir ve tavsiye etmeleri, kötülükten sakındırmaları” prensibiyle formüle edilmiştir: “Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allah’a inanırsınız. Ehl-i kitap da inansaydı elbette bu, kendileri için çok iyi olurdu. (Gerçi) içlerinde iman edenler var; (fakat) çoğu yoldan çıkmışlardır.” (Al-i İmran, 110)


Yani müslüman bir toplum, hem kendi içindeki problemlere hem de dünya problemlerine kulaklarını tıkayıp, “bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” deme lüksüne sahip değildir. Kötü olana karşı hem düşünce hem de fiil alanında aktif olmak zorundadır.


Bahsettiğimiz hususun, Türkiye’de yaşanan şiddet, hakların ihlali, ahlaki zaafiyet gibi sıkıntılar gözönüne alındığında neden önemli olduğu daha da açık ortaya çıkmaktadır. Zira bu prensip vesilesiyle geliştirilecek toplumsal refleksler, tıpkı vücudun dışarıdan gelen tehlikelere karşı gösterdiği tepkiler ve hamleler gibi, topluma yönelik tehlikelere karşı da otokontrol mekanizması oluşturacaktır.


Nitekim bugün hayati önem taşıyan konularda dahi toplumsal reflekslerimizin nasıl kırılmaya, bunu gerçekleştirmek yolunda, kültürümüzü şekillendirmede önemli bir yeri olan dinimize ait kavramların içinin nasıl boşaltılmaya çalışıldığı gözönüne alınırsa, toplumsal otokontrol mekanizmasının oluşmasına vesile olacak unsurların neler olduğunu doğru anlayıp yaşamanın ve doğru aktarmanın önemi de anlaşılacaktır.


Bu sebeple, bireyselliğin yüksek oranda vurgulandığı günümüzde, birlikte yaşama problemlerinin hızla artmasına binaen ortaya çıkan çeşitli sorunların hallinde, kültürümüz içinde bulunan bu ve benzeri prensiplerin hatırlanması, yaşanması ve doğru aktarılmasının, geleceğimizin doğru şekillenmesi açısından elzem olduğu unutulmamalıdır.


Bu doğrultuda gerek bireysel gerek toplumsal manada gereken tedbirler alınmalı, özellikle eğitim vesilesiyle eksiklikler hızla giderilmelidir ki geleceğe güvenle bakabilmek mümkün olsun...

Hiç yorum yok: