Olaylara, kişilere ve davranışlara çoğu zaman alışkanlıklarımız ve ön yargılarımızla yaklaşmakta ve hüküm vermekteyiz.
Prof. Üstün Dökmen’ in verdiği örnekleri kullanalım. Hepimiz eşeğin inatçı bir hayvan olduğuna, Arnavutların ciğer ve pırasayı çok sevdiğine inanırız. Oysa konuyu araştıranlar bu inanışların birer efsaneden ibaret olduğunu görmüşler.
Meğer eşeğin gözleri çok uzakları görebilmekte imiş ve daha önce yaşadığı kötü tecrübeleri hiç unutmayan güçlü bir hafızası varmış. Bizim inatçılıktan dolayı zınk diye durduğunu sandığımızda hayvancağız, ya yeni bir tehlikeyi görür veya geçmişte aynı yerde tökezlemesine yol açan eski bir tecrübesini hatırlarmış. Arnavutlar da ciğeri hiç sevmezmiş, çok sevdikleri yiyecek ise aslında pırasa değil, baklavanın Arnavutçası olan “bırasa” imiş.
Bunun gibi çok sayıda dış etkilerle oluşmuş, verilere dayanmayan önyargımız var. Özellikle sosyal konularda veri toplamak ve onları değerlendirmek belli bir bilgi birikimi ve değerlendirme yeteneğinin olmasını gerektirir. Bir kısım unvanı bilim adamı olanların da dâhil olduğu çok sayıda insan, işin kolayına kaçar ve önyargıları ile hüküm verirler.
Mesela günümüzün konusu, cumhurbaşkanlığı seçimi konusunda kanaat belirten farklı tarafların görüşlerini inceleyelim:
Birinci görüşe göre, Başbakan Recep Tayip Erdoğan, İslamcı bir çizgiden gelmektedir. Her ne kadar değiştiğini ifade etse de, AB ve ABD ile ilişkilerinde eski görüşlerinden çok uzak bir görüntü ortaya koysa da zihninin arka planında rejim değişikliği yatmaktadır. Eşinin başı kapalı olmasının yanında, beyinleri de ortaçağda kalmış bu zihniyetin temsilcisi olan Başbakan, Atatürk’ün oturduğu Cumhurbaşkanlığı makamına çıkmamalıdır, hatta çıkmasına engel olunmalıdır.
İkinci görüş, Başbakanlık icraatı içinde Sn.Erdoğan kötü bir sınav vermiştir. AB ve ABD ile ilişkilerde milli haysiyetimizi rencide edecek kadar fazla tavizler verilmiş, ekonomide uluslar arası sermayenin istediği her türlü düzenleme yapılarak, ekonomimizin bütün kritik noktaları yabancı sermayenin kontrolüne girmiştir. Ülkenin bütün mal varlıkları, arsaları, telekomünikasyon ve bankacılık dâhil kritik şirketleri yabancılara verilmiş, artan iç ve dış borçlarla buyruk alma süreci artarak devam ettirilmiştir. Bu dönemde yolsuzluk ve yoksulluk artmış, Ali Dibo vakaları çoğalmıştır. Ayrıca Başbakan fakirlerin temsilcisi olarak ortaya çıkmasına rağmen fakiri daha fakir, zengini daha zengin yapan politikaları ile tam bir zengin dostu olmuştur.
Genel Kurmay Başkanı ve MİT Müsteşarının da dile getirdiği gibi ülke milli varlık ve bütünlüğümüzün korunması açısından Cumhuriyet tarihinin en tehlikeli dönemini yaşamaktadır. Bu süreçte “milli görüş gömleğini çıkarıp”, uluslar arası güçlerin her dediğini yapan Başbakan asla Cumhurbaşkanı olmamalıdır.
Üçüncü görüş ise genelde AKP yi destekleyenlerden gelmektedir. Bunlara göre Başbakanlık döneminde çok parlak icraat sergileyen Başbakan, enflasyonu tek haneye indirmiş, dört yıl boyunca yüksek oranlı kalkınma hızlarını sağlamış, Türkiye’yi AB ülkesi yapma yolunda ciddi adımlar attırmış, yolsuzluk yapan büyük patronların üstüne gitmiş, büyük bir kalkınma hamlesini başarmış bir liderdir. Eğer kendisi isterse elbette ki cumhurbaşkanı olabilir ve hatta olmalıdır. Bu makam en çok O’na yakışır.
Bu görüşlerin hepsinde de görüşü destekleyecek veya çürütecek bir miktar veri bulmak mümkün. Ancak kanaatlerin çoğunlukla yoruma dayalı olduğunu söyleyebiliriz. Benzer verilerden çok farklı sonuçlara varılması genellikle verilerin sıhhatli okunamaması veya önyargılarımızla ilişkili olsa gerektir.
Bu durumda değerlendirmemize yeni bir ölçüt ilave etmemiz yararlı olacaktır. Belirtilen endişeleri destekleyecek veya bu endişeyi giderecek verilerin değerlendirmesini yapmanın yanında, Sn. Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı makamında neler yapıp yapmayacağının/ yapamayacağının da üzerinde durulması ve bu tahmini yaparken kişilik özelliklerinin dikkate alınması bakış açımızı genişletebilir.
Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Sn. Demirel başbakanlık dönemlerinde dayandığı kitlelerin değil, eski muhaliflerinin daha çok beğendiği bir politika izlemişti. Özellikle 28 Şubat sürecinin yönetiminde sol ve laikçi kesimlerden takdir alan icraatı, geçmişte savunduğu fikirlerle çelişir bulunmuştu.
Sayın Başbakan değişime çok açık bir kişilik sergiliyor. Değişimi gelişme biçiminde de, gerileme, başkalaşma biçiminde de sergilemek mümkündür. Sayın Başbakan Cumhurbaşkanı olunca da değişecektir. Ancak bu değişimin şeklini, onun kişiliğinin bir dava adamı olup olmadığı, bir başka ifadeyle şahsi menfaatini yüce değerlerin üstünde tutan bir kişiliğe sahip olup olmadığı belirleyecektir.
Başbakanın kişiliği ile ilgili bildiğiniz verileri alt alta sıralayınız. Bu verilerin ışığında tahmin etmeye çalışınız. Sn.Erdoğan cumhurbaşkanı olursa rejimi değiştirme gayreti içinde olması ihtimali yüzde kaç; mevcut güç odakları ile tam bir uyum sağlayıp, içinden geldiği siyasi geleneği dışlama ihtimali yüzde kaçtır?
09.04.2007
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder