14 Haziran 2007 Perşembe

Bir Seçim Analizi


Geçmişten bu yana Türkiye’de dört siyasi eğilim var ve ana çizgileri ile bu eğilimler devam etmekte. Bu siyasi eğilimleri temsil eden partilerin bugünkü en güçlü temsilcileri ve en yakın ikinci temsilcileri ise şöyle: AKP (SP) , CHP (DSP), DP (DYP+ANAP), MHP (BBP). Bu eğilimlere ilaveten belirli bir oy potansiyeline ulaşmış iki parti GP ve DTP.


22 Temmuz seçimlerine DYP ve ANAP birleşerek tek parti haline gelmiş olarak Demokrat Parti adı ile giriyor. CHP ile DSP de seçim işbirliği yaparak CHP çatısı altında giriyor. DTP ise ülke barajını aşamayacağı için seçime girmiyor. Bu parti, %10’luk ülke barajından dolaylı olarak kurtulabilmek için -oylarının belli bölgelerde kümelenmiş olmasını değerlendirerek- bağımsız adaylarla seçimlere girecek ve seçimlerden sonra TBMM’de grup kurmaya çalışacak.


Seçimlerde vatandaşın oyunu en çok etkileyen faktörlerin, geleneksel partililerin mensubiyet duygusu ve daha sonra parti başkanlarının liderlik vasıfları ve karakterleri ve en son da adayların nitelikleri olduğu kanaatindeyim. Bunların dışında içeride veya dışarıda olan büyük olayların etkisini de dikkate almak gerekir. (Öcalan’ın yakalanması, ekonomik kriz veya bir savaş ihtimali gibi.)


Dört siyasi eğilimin her birinin sadece kendi geleneksel oy tabanına dayanması durumunda alabilecekleri en yüksek oy oranları %15–20 mertebesini geçmeyecektir. Sadece geleneksel oy tabanına dayanan partiler, tabanlarını tam olarak kendilerine çekmeyi başarsa bile tek başına iktidar olmaya yetecek oy oranına ulaşamayacaklarının farkında olmalıdır.


2001 seçimlerinde, yaşanmış olan ekonomik krizlerin de etkisiyle, AKP geleneksel milli görüş tabanı dışında diğer üç eğilimden oy alabilmişti. Hiç hesaplanmamış Genç Parti oyları da bu üç eğilimden kopartılmıştı.


Bu bakımdan partilerin, diğer eğilimlerdeki vatandaşlarımızın oylarında gözü olmak zorunda. Partiler geleneksel oy tabanlarında yer alan vatandaşlarımızın tamamının oylarını almaya çalışırken kendilerine en yakın eğilimlerden de oy almanın çalışmasını yapacaklardır. Ancak bunun yolu herhalde parti vitrinlerine konan artistler ve sporculardan ibaret olmasa gerektir.


Seçimlerin sonucunu tahmin etmeye çalışırken ilk olarak AKP’nin diğer eğilimlerden almış olduğu ödünç oyları ne kadar içselleştirebildi, kalıcı bir mensubiyet duygusu aşılayabildi mi sorusuna cevap vermemiz gerekiyor. Son gelişmeler milliyetçi ve sosyal demokrat kitlelerden alınan ödünç oyların AKP’de kalması ihtimalini çok azaltmıştır. Orta sağdan alınan ödünç oyların AKP’de kalıp kalmaması ise Demokrat Parti ve Milliyetçi Hareket Partisi’nin bir cazibe merkezi oluşturma kabiliyetine bağlıdır.


AKP’nin asli tabanının çok fazla Saadet Partisi’ne kayması beklenmiyor. Çünkü Türk seçmeni genel olarak aynı eğilimdeki büyük partiyi tercih etmektedir. Ancak “milli görüş gömleğini çıkardığını” söyleyen AKP’nin politikalarının gerçekten “milli görüş”e inanan kitlelerden bir kısmını rencide ettiği, onların SP’ye tekrar dönebileceği söylenebilir.


Genç Parti’ye kaymış olan oyların tekrar eski eğilimlerine ne ölçüde döneceği ise bu seçimlerin belki de cevaplanması en zor sorusu. Çünkü çoğunlukla varoşlardan, ümitleri tükenmiş kitlelerden alınan bu oyların, AKP’ye kayması pek söz konusu olmayacak gibi görünmesine rağmen, DP ve MHP’nin de bu kitleler için yeni bir ümit yaratabilmiş olduğunu söylemek zor.


Bu aşamada “parti liderlerinin” seçim sonucuna etkisini incelemek gerekir. Önce gerçek anlamda bir lider tarifini hatırlayalım: “Yöneticilik işleri doğru yapmaktır. Liderlik ise doğru işi yapmaktır.” (Peter Druker)


Bu tanıma göre İstanbul’dan Ankara’ya gitmeyi hedefleyen ve bu hedefe altı saatte ulaşmayı planlayan bir ekibi, İzmir’e beş saatte götüren kişi, daha uzun mesafeye daha kısa zamanda ulaştırdığı için iyi bir yönetici olarak tanımlanabilir. Fakat gidilecek yere değil, başka bir şehre götürdüğü için kötü bir lider örneği olarak gösterebiliriz.


Bu durumda özelleştirmelerin süratle bitirilmesini başarılı bir yöneticilik olarak değerlendirmek mümkündür. Ancak bütün kritik şirketlerin yabancıların kontrolüne geçmesi başarılı bir liderlik olarak kabul edilmeyebilir. Ekonominin her yıl yüzde beş ile yedi arası büyümesi de başarılı bir yöneticiliktir. Ancak bu büyümenin nimetini geniş halk kitlelerinin değil, çoğunluğunu yabancıların teşkil ettiği büyük sermayenin faydalanması kötü bir liderlik sayılabilir.


Mevcut parti başkanlarının gerçekten liderlik vasfı taşıyıp taşımadığı kanaati ve şahsi menfaatini milli menfaatlerin üstünde tutup tutmadığına dair karakter algılaması, yüzergezer oy olarak nitelendirilebilecek %40 civarındaki seçmen kitlesinin dörtte üçünün oyunu belirleyecektir. Bir başka deyişle AKP’nin ödünç oylarını teşkil eden kitle Sn. Erdoğan’ı başarılı bir yönetici olarak görse bile, yapılması gerekenleri değil, yanlış işleri yapan kötü bir lider olarak değerlendirirse bu partiyi terk edebilir.


Toplam oyun geride kalan %10’u kadarının ise adayların özelliklerinden etkileneceğini düşünüyorum.





27.05.2007

Hiç yorum yok: