Gerek şahıs olarak diğer insanlarla ilişkilerimizde yaşadığımız sıkıntılar ve gerekse kurumların, diğer kurumlar ve halkla yaşadığı sorunların temelinde iletişim problemleri yatar. İletişim ise tek taraflı değil, iki taraflı gerçekleştirilebilen bir olaydır.
İnsanlar genellikle anlaşılmak isterler. Anlaşılmak için hiçbir çaba göstermediği halde anlaşılma beklentisi içinde olanlar olduğu gibi; anlaşılmak, kendini ifade etmek için ciddi gayret gösterenler de az değildir. Muhatabımızı dinlemek ve anlamak konusunda gayret gösterenimiz ise çok çok azdır.
Oysaki iletişimsizlik daha ziyade karşımızdaki insanı dinleme ve anlama becerimiz olmamasından kaynaklanır. Genellikle karşımızdaki insanı, kendi yargılarımızdan, geçmiş yaşantılarımızdan, tecrübelerimizden veya dış etki ve telkinlerden yola çıkarak anlamaya çalışırız ve onun daha kendisini tam olarak ifade etmesini beklemeden yargılar veririz. Böylece kurulması muhtemel bir iletişimi ya kurulmadan sona erdirir ya da gelişmeden kopartırız.
Karşımızdaki insanı anlamak için, öncelikle iyi niyet ve arkasından da onun hislerini ve duygularını paylaşmak gibi özel bir insani çaba göstermek icap eder.
Muhatabımızı anlamak konusunda iyi niyetli isek, yani maksadımız üzüm yemek olup, bağcıyı dövmek değilse, önce karşımızdaki insana saygı gösterip onun kendisini tam olarak ifade etmesine imkân vermeli ve kendimizi onun yerine koyarak, yani empati (duygudaşlık) kurarak onu anlamaya çalışmalıyız.
Kutsal kitaplardan sonra dünyada en çok okunan kitaplar arasında yer alan “Etkili İnsanların Yedi Alışkanlığı” kitabının yazarı Stephen Covey, yukarıda özetlemeye çalıştığım anlayışı “önce anlamaya, sonra anlaşılmaya çalışın” şeklinde formülleştirmiş.
Bu anlayış çerçevesinde Cumhurbaşkanlığı seçiminde Sn. R. Tayip Erdoğan’ın muhtemel adaylığı (ve seçilmesi) ile 14 Nisanda Ankara’da gerçekleşen “Cumhuriyet Mitingi”ni yorumlamaya çalışalım.
Sn. Başbakanı anlamaya çalışmak için empati kurarsak, muhtemelen O demokratik seçimler sonucu (tek başına iktidar olmaya ve Cumhurbaşkanı seçmeye yeter Meclis çoğunluğunu elde etmiş) iktidar partisinin başkanı olarak, Cumhurbaşkanlığı makamının kendisinin en tabii hakkı olduğunu düşünmektedir. Fani olan insan hayatında bir defa gelecek böyle bir fırsatı kaçırmak istemeyecektir. O’na göre Ankara’daki miting neticede birkaç yüz bin kişinin görüşünü aksettirmekte, anayasanın ve yasaların kendisine verdiği haktan vazgeçmesi için bir gerekçe teşkil etmemektedir.
Bu mitingden sonra Sn. Erdoğan aday olmaktan vazgeçerse “yapılan baskılara dayanamadığı için”, Cumhurbaşkanı olamadığı ile kalmayıp, bu tercih sonucu seçmen kitlesi nezdinde itibarının sarsılacağını, partisinin de yapılacak genel seçimlerde ciddi oy kaybına uğrayacağını düşünecektir. Artık geri dönüş pek mümkün değildir.
Öte yandan yedi yıl süreyle bu milletin Cumhurbaşkanı olmaya niyetlenen birisinin, mitinge katılanlar ve katılamayıp aynı görüşü destekleyenlerin duygularını anlamaya ve endişelerini gidermeye çalışması gereklidir. Anlaşılan odur ki, sayıları milyonlarla ifade edilebilecek vatandaşımızın “vatanın satılması”, “rejimin değişmesi” gibi ciddi kaygıları vardır. Bu kitleler Cumhurbaşkanı olması muhtemel kişinin “vatan haini” olduğuna, anayasada belirtilen “devletin temel değerlerini” yıkmaya çalışacağına inanmaktadırlar.
Miting göstermiştir ki, birbirini anlamaktan çok uzak kitleler mevcuttur ve bu durum gerilim ve çatışma potansiyeli yaratmaktadır. Herkesin sağduyu ile hareket etmesi gereken bir döneme giriyoruz.
Sorumluluğun büyük bölümü Sn. R.Tayyip Erdoğan’a düşmekte olup, kendisine karşıt kitlelerin endişelerini giderecek, ortak milli ve manevi değerlerimizi sahiplenen bir devlet adamı görüntüsü çizmesi şarttır. Aksi taktirde korkarız ki yeni dönem milletimiz için de, kendisi için de çok zor geçecektir.
15.04.2007
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder