2007 Ocak ayından bu yana haftada bir köşe yazısı yazıyorum. Bildiğiniz gibi, zaman zaman Türkiye ekonomisi hakkında da düşüncelerimi sizlerle paylaşıyorum.
Bu konuda yazdığım yazılarda, izlenen ekonomik politikaların sürdürülebilir nitelikte olmadığını anlatmaya çalıştım.
Mevcut dengelerin devamını sağlayan ana faktörün uygun dış ekonomik ve siyasi şartlar olduğu tezi ile bu dış şartlarda kısmi bir bozulmanın bile Türkiye’yi bir ekonomik krize sürükleyebileceğine dikkat çekmek istedim.
Dünyada yüksek ham petrol fiyatlarının beslediği para bolluğu ve bütün dünya ekonomisinin beş yıl boyunca sürekli bir yüksek büyüme sağladığı dönem olması uygun ekonomik şartları sağlıyordu.
Bölgemizde ABD’nin Irak’ı işgali ve İran ile sertleşmiş ilişkileri siyasi olarak bölgede Türkiye’nin önemini artırmış, ABD’nin “Büyük Ortadoğu” ve “Ilımlı İslam” projeleri Türkiye’nin her geçen gün artan cari açığının finanse edilmesini kolaylaştırmıştı. (Soros’un “Türkiye’nin en büyük sermayesi ordusudur” sözünü de hatırlayınız.)
Oysaki bu bahar havasının, “el parası ile safa sürme” döneminin sonsuza kadar sürdürülmesi akla uygun değildi.
Türkiye gelirinden çok harcayan bir ülke olmuştu. Yüksek reel faiz ve hiçbir sınırı olmayan özelleştirme politikası ile fakirden zengine, Türkiye’den kredi veren yabancılara servet transferini sağlayan bir düzeni sürdürmeye çalışıyordu.
Bugüne kadar yayınlanmış ekonomi konulu yazılarımın başlık sıralaması bile, gelişimi göstermeye yeterli olur sanıyorum.
Ekonomik Durum (01.03.2007),
Bankacılıkta Neler Oluyor? (08.03.2007)
İşsizlik En Büyük Problem (15.03.2007),
Ekonomide Çıkmaz Sokak (09.07.2007),
Ekonomik Kriz İhtimali (27.08.2007),
Ekonomide Mevcut Dengeler Sürdürülemez (09.10.2007),
Ekonomide Tehlikeli Sinyaller (11.03.2008),
Ekonomik Kriz Başladı mı? (16.06.2008)
Kriz Döneminde Ne Yapmalı? (27.07.2008)
Global Kriz (08.10.2008),
Terörün ve Ekonomik Krizin Kıskacında Türkiye (15.10.2008)
Dünyada yayılan “küresel kriz” bu bahar döneminin bittiğini göstermekte. Çünkü artık cari açığı finanse edecek dış kaynak bulmak neredeyse imkânsız denecek kadar zor. Bulunan kaynak ise çok pahalı olacak. İhracat yapmak da zorlaşacağı için cari açığın kapanması iyice zorlaşacak. Tek olumlu gelişme olan Petrol ve doğalgazın fiyatının düşmesi, ithalata ödediğimiz parayı azaltacak.
Bugüne kadar kriz ihtimaline karşı, izlenen politikaların değiştirilmesi için yöneticileri ve kendilerini zarardan kurtaracak bireysel tedbirleri almaları için vatandaşları uyaran kişilerin, belli bir sorumluluk duygusuyla davrandıklarını kabul etmek gerekir.
Ancak bugünkü ortamda “ben demiştim” tarzı ifadelerin bir faydası olmadığı gibi, krizin psikolojik unsurlarını besleyen panik artırıcı ifadeler de sorumlu bir davranış biçimi olamaz.
Dünyayı kasıp kavurmaya başlayan “global/küresel kriz”in Türkiye’ye yansıyacağını söylemek doğrudur. Türkiye’nin ekonomik dengelerinin kırılgan olduğu da bir gerçektir. Krizin Türkiye’nin büyümesini durduracağı, birçok şirketin kapanacağı veya küçüleceği, zaten yüksek olan işsizliğin daha da artacağı bir dönem yaşayacağımız da kesin gibidir.
Ancak Türkiye bu kriz dönemini en az zararla atlatabilecek bazı imkân ve kabiliyetlere de sahiptir. Yeter ki ortak aklı işletebilecek bir toplumsal mutabakatı sağlayabilelim. Lüzumsuz iç çekişmelerle enerjimizi boşa harcamayıp, iktidarı ve muhalefeti ile birlikte bu belayı atlatmak için gerekli tedbirleri alacak basireti gösterebilelim.
Bundan sonraki dönemde vatandaş olarak ne yapabileceğimize dair zihinsel bir çaba göstermeyi düşünüyorum. Düşüncelerimizi paylaşmaya devam edeceğiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder