16 Ekim 2008 Perşembe

Kişinin Kendi Cehaletiyle Övünmesi

Siz, hiç bilgi sahibi olmanız gereken konuda yeterince bilgi sahibi olmamakla övündünüz mü ya da bu bilgisizliğinizi başkalarına göre bir üstünlük sebebi saydınız mı? Siz, yine cehaleti ile gururlanan bir insana rastladınız mı?

Yıllardır Milli Eğitim’de müfettişlik yapan birinin ağzından çıkan şu dehşetengiz cümlelere bakın: “Ben kitap okumam. Yapılacak işler bellidir. Akıl var mantık var. Mantığım neyi emrediyorsa onu yaparım. Sonra kitaplarda yazılanlar gerçek hayata uymaz. Siz kitap okuyarak büyüdüğünüz için hayatta başarılı olamazsınız. Sizin, benim gibi bir danışmana ihtiyacınız var.”

Kullandığı cep telefonunun özelliklerini bilmeyen, öğrenmek için gayret sarf etmeyen; bilgisayar öğrenmenin gereksizliğini iddia eden, “Nasıl olsa başkaları benim için bunu yapıyor.” deyip bilgisayar öğrenmeyi zaman israf kabul eden, şimdiye kadar tamamını okuduğu bir kitabı hatırlamayan insanlara da rastlarız çevremizde. Onların bu psikolojileri aslında bir ezikliğin, utancın dışa ters yansımasından başka bir şey değil. Bu tip insanlar, ayrıca bütün megalomanlıklarıyla gündemde kalmak, tecessüs sahibi olmak, kişilerin gizli taraflarını bilme arzusu duymak, ileride kullanabilecekleri sırlarına sahip olmak gibi ahlaka sahiptirler.

Parazittir bu tip insanlar. Asalak olduklarını bilmezler. Kitap okumadıkları için başka doğruları tanımazlar. Gerçek doğru, kendi doğrularıdır. Siz, kendi doğrunuzu onlara anlatamazsınız. İletişim yolları da kapalıdır. Siz, onların ölçülerine ne denli yakınsanız o kadar değerlisinizdir. Kendi yanlışlarının esiri olduklarının farkında değillerdir, sizi de aynı yanlışa esir etmek isterler.

İnsan boğazıyla irileşir, aklıyla büyür, kalbiyle yücelir. Nice iri insan geçti bu topraklardan, fosil oldu hepsi. O büyük ve yüce insanlar, bir ışık gibi hala parlıyor çağların gerisinden. Onların alın terinin ıslaklığıyla bereketleniyor medeniyet toprağı. “Tanrım senden kitap dolu bir ev ile çiçek dolu bir bahçe istiyorum.” diyen ve ampulü bulmak için yaptığı yedi yüzüncü deneyden sonra denemekten vazgeçmesini öneren asistanına “Hayır henüz yeni başladık, şimdi yapmamamız gereken yedi yüz hataya öğrendik.” diyerek gelecek kuşaklara azmin elinden hiçbir şeyin kurtulamayacağı mesajını veren bilgeler olmasaydı, onlar da okumamakla, öğrenmemekle övünseydi insanlık bu noktaya gelir miydi?  İnsan, bilgiyle büyür, tefekkürle yücelir.

Öğrenmek, sormakla başlar. “Soru” sözcüğünün eski dilimizdeki karşılığı “sual”dir. Sual, kişiyi mesul kılar. Mesul olmaktan kaçınan insanın suali olmaz. Sual olmayınca öğrenme olmaz. Öğrenme yoksa cehalet vardır. Cehalet de bilgi düşmanlığı doğurur. Ebu Cehil’in, “Hz. Muhammet’in yanlış dediklerine de yanlış diyelim, doğru dediklerine de yanlış diyelim.” yaklaşımı tam bir cehalet algılamasıdır. Öğrenmek, kendini kapatmakla başlamaz, açmakla başlar. Dünyanın neresinde olursa olsun bilginin alınması, dini ne olursa olsun o kişiden ilim öğrenilmesi tavsiyesi, bizi yaşatan ve var eden kültürümüzün cehalete açtığı düşmanlığın, ilme verdiği önemin veciz ifadeleridir.

Bazen, bir güzel söz okuduğumda, bir yorum dinlediğimde, bir bilgi edindiğimde “Ben bunu niçin düşünmemişim, bugüne kadar niçin okumamışım, nasıl da yorumlayamamışım?” diye hayıflandığım olur. Bir şeyi geç elde etmenin üzüntüsüyle yeni keşfetmenin sevincini bir arada yaşarım. Aynı bilgiyi başkalarıyla paylaşmak isterim bu mutluluğu devam ettirmek için. Çocuk gibi sevindiğimi, kuş gibi hafiflediğimi hissederim bilmediğimi öğrendiğimde. Fıtratımızın sağladığı bir doğallık olduğuna inanıyorum bu duygunun. Cehaleti ile övünen bu insanların da kendilerini fıtratlarının akışına bırakırlarsa aynı mutluluğu yaşayacaklarından kuşku duymuyorum.

Karanlık kalıcı bir değer olsaydı, evrenin yaratılışında güneşe gerek duyulmazdı.

Hiç yorum yok: