Yakın tarihimizle ilgili hafıza kayıpları oldukça dikkat çekiyor. Dün yaşananları bugün unutmak son derece tehlikeli bir yoldur. 1960 Sonrası başlayan güdümlü öğrenci hareketleri 1960’ların ortalarından sonra daha da hızlanmış ve yönünü açık bir şekilde ortaya koymuştur.
27 Mayıs 1960 devrimini tamamlamak ana gaye olmuştur. Burada kastedilen 27 Mayıs’taki çizginin değiştirilmesidir. Aslında bu çizgi rahmetli Alpaslan Türkeş’in de içinde bulunduğu 14’lerin yurtdışına sürülmeleri ile değiştirilmiştir.
Ankara’da Amerikan askerlerinin kaçırılması, banka soygunları, İsrail Konsolosuna suikast, Dolmabahçe’de ABD askerlerini denize dökme ve çeşitli kaçırma eylemleri, halkı sosyalist devrim için bilinçlendirme çabaları, Filistin’de El-Fetih’de silahlı eğitim görmüş militanlarca yapılıyordu. Bu militanlardan üçü 12 Mart sonrası idam edilmiştir. Bu idam edilen gençleri kışkırtanlar, yönlendirenler ve 9 Mart’ta sosyalist müdahale yapılacağına inandıranlar bu gençlerin iplerini çekmişlerdir. Tabi onları fakülte odalarında veya evlerinde saklayıp koruyan, kollayan bazı imtiyazlı elitler de buna dahildir. Bu eylemler anayasal düzene karşı silahlı başkaldırma ile rejimi değiştirme amacı taşımaktadırlar. Bunları basitleştirerek bazı gençlerin demokratik taleplerini ortaya koymaları şeklinde hafife almak konuyu saptırmaktır. Yapılan yasa dışı kanlı eylemler, dağa çıkma ve askerle çatışma, fikir ve düşünce hürriyeti için yapılmamıştır. Bunlar halkı tanımıyorlardı; ama halktan geldiklerini ve halk için bazı şeyler yaptıklarını zannediyorlardı. Bu kimselerin beyinlerine romantik bir halkçılık sokulmuştu. Bu yanlış onları gerilla savaşına yöneltti. Malatya’nın Nurhak Dağlarında öldürülenlerin katilleri onları oraya çıkaranlardı. 1970’lerin aşırı soluna göre; Türk askeri Kıbrıs’tan çekilmeliydi. Halklara özgürlük, askersizleştirilmiş ve üslerden arındırılmış bir Kıbrıs ile mümkün olabilirdi. Bu çizgide mücadele eden aşırı sol çevrelerin Atatürkçülük ile ve hele bugünkü anlamda ulusalcılıkla hiçbir ilgileri yoktur. Bunlar zaman zaman Türk bayrağını taşımak konusunda bile ihtilafa düştüler. Milliliği, milliyetçiliği reddeden beynelmilelci bir ideolojinin paralı askeri gibi kullanılan 68 kuşağı acaba iyi kullanıldığı için mi iftihar etmelidir? Bunları kullanan bazı devrimci ağabeyler bugün liboş oldu, dünü unuttu. Bazıları yurtdışına kaçtı, bazıları da sosyalist devrim yolunda kullandıkları çocukları güzelce ispiyonladı. Bazıları ise olup biteni fark ederek insanlık tarihinin milli menfaat çatışmaları olduğunu kavrayıp, Türkiye’ye yönelmiş ihanetlere karşı saf tuttular. Türkiye için asıl tehlikenin emperyalizme alan açan, bizi içeride çatıştıran sınıf çatışması tezi olduğunu anladılar. Zaten Cumhuriyeti kuranlar da böyle bir anlayıştan hareket etmediler. Bundan dolayı Anadolu’daki milli harekete yardım eder gibi gözüken 13 Eylül 1919 Sivas Kongresi sırasında bizzat Hariciye Komiseri Çiçerin Türk köylüsünün komünist olmayan yöneticilere karşı isyanını istiyordu. (Giritli, İ., “Atatürk ve Halkçılık”, Atatürkçü Düşünce, Atatürk Kültür Merkezi, Ankara 1992, sh.450) Bunlar emperyalizme karşıydılar ama bu emperyalizm sadece Amerikan emperyalizmiydi. Sovyet emperyalizmi ve devrimci ağabeye laf ettirmiyorlardı. Emperyalizme tek gözle bakan bir yaklaşım dün de yanlıştı; bugün de yanlıştır.
Bir devrimci ağabeyinin yazdığı şu satırlar çok dikkat çekicidir: “Mustafa Kemal hareketi Marksist-Leninist doğrulara dayanan bir devrim amaçlamasına dayanmamıştır ki; o devrimi tamamlamak devrimci bir nitelik taşısın… Anti-emperyalist mücadelenin sahip olması zorunlu nitelikleri karşısında Atatürkçü tezleri tekrarlamak bizi gerçekten devrimci, sorunlara çözüm bulucu bir noktaya getirmeyecektir. Aksine halkın kesintisiz devrim sürecinde bir güç olarak yer almasını engelleyici, devrimci halk iktidarlarının kurulmasını önleyici, sosyalist devrime karşı çıkıcı bir nitelik taşıyacaktır. (Özek, Ç., Faşizm ve Devrimci Halk Cephesi”, İstanbul 1970, sh. 511-512)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder