Lütfen bana kızmayın. Hepimiz engelliyiz, özürlüyüz. Bu satırların yazarı da bu satırları okuyan kadar engelli. Engelli olmak, insan olmakla başlıyor. Geçen hafta Engelliler Haftası’ydı. Engelsizler engellileri teselli ettiler, onlara nutuk attılar. Engelsizler, vicdan borçlarını ödediler; ama sözde engelsizlerin, engellilerden daha engelli olduğu gözlerden kaçırıldı.
Bir tarihte bedensel engellilerin katıldığı yüz metre koşusu yapılır. Koşu başlatılır, birkaç saniye sonra engellilerden biri düşer, ağlamaya başlar. Onun ağlamasına dayanamayan diğer engelli geri döner, onu teselli eder. O da ağlar. Diğerleri bu tabloya dayanamaz, hep birden geri dönerler ve ağlayan arkadaşlarını önce teskin ederler, sonra omuzlarına alarak birkaç dakika sonra varış çizgisine grup halinde ulaşırlar. Yarışı seyredenler, bu hareketinden dolayı engellileri dakikalarca alkışlarlar.
Engelsiz biri olarak, siz olsaydınız böyle bir yarışta ne yapardınız. Düşüne bir tekme de siz vururdunuz, demeyeceğim; ama onu görmezden geleceğinize, yarışı birincilikle bitirmek isteyeceğinize eminim. Ben böyle yapardım. Şimdi kim engelli? Onlar bedensel engelli. Benim engelim ya da sizin engeliniz nerede? Engel, kafalarda, yüreklerde olmasın. Kafasında ve yüreğinde engel olanlar için de özel bir hafta, belki de yıl lazım.
Öğretmenliğimin ikinci yılında bir öğrencim oldu. Adı: Osman. Gözleri görmüyordu. Edebiyat notu, onluk not sisteminde ya dokuz ya on olurdu. Lise derslerinin dışında ek ders almadı, üniversite sınavlarına ilk girişte hukuk fakültesini kazandı. Engeli olmayan öğrencilerin çoğu o yıl üniversiteye giremediler. Osman, eminim, şimdi başarılı bir hukukçu olarak bir yerlerde görev yapıyordur.
Yüreğinde engel olanların, bedensel engelliler üzerindeki tahakkümünün bir haksızlık, adaletsizlik olduğunu düşünüyorum. Siyasal, sosyal olayları nedense hep onlar biçimlendiriyorlar. Vicdan freninden yoksun bu özürlüler, sadist duygularını acımasızca tatmin ediyorlar. Bitmeyen bir iştiha, kişiyi kör, sağır eden ideolojik takıntılar, megalomanlığın verdiği bencillik, onların kendi engellerini görmelerini de engelliyor. Yok, sayılan bir engel de tedaviyi reddediyor. Gerçek anlamda tedavisi gereken engel grubu hangisi?
Bedensel açıdan baktığımızda, görmeye, işitmeye, konuşmaya, yürümeye dayalı pek çok engelli türümüz var. Bunlar için hayatı kolaylaştırıcı tedbirler almalıyız. Bunlara uygun protezler geliştirmeli, işler üretmeli, yollar yapmalıyız. Buna bir itiraz yok. Bunları yapmak hem kişilerin hem devletin görevi olmalı. Buna bağlı sosyal politikalar uygulanmalı. Peki, komşusu açken tok yatanların, gördüğü ideolojik temelli halüsinasyonları gerçek zannederek kendinden farklı düşünen ve yaşayanların düşünce ve yaşam tarzına müdahale edenlerin, hiç ölmeyecekmiş gibi sürekli biriktirenlerin, “Her şey benim varlığımla değerlidir.” diyerek jakoben gözlüğü takanların, dünya görüşünü doğru ve güzelden nefret etmeye endeksleyenlerin engelini nasıl kaldıracağız? Bu özürleri ve özürlüleri nasıl tedavi edeceğiz, bunlara hangi protezleri kullanacağız?
Bedenimiz, ruh sağlığımız, sorumlu olduğumuz çocuklarımız, işimiz, birlikte yaşadığımız sosyal çevremiz bize birer emanet. Bu değerleri hem yaşatmak hem korumak hem de onlara gelecek zararlara karşı tedbir almak zorundayız. Bizde bu hassasiyet yoksa biz özürlüyüz, engelliyiz. Yapılacak iş, dürüstçe davranıp teşhisimizi koymak. Doğru tedavi için, doğru teşhis, şart. Teşhisten utanmamak, dürüstlükten ayrılmamak gerek. Niyet iyi olursa bütün engeller düz olur, iş kolaylaşır. Bu tedavi, şüphesiz, eğitimle olur. Eğitim de evin en küçüğünden değil, en büyüğünden başlamalı. Yoksa beyhude bir uğraş olur.
Önce kendimi, sonra bedensel engellilere bir hafta ayıranları, gelecek güzel günler için “Sürekli Engelliler Yılı” ilan etmeye davet ediyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder