23 Haziran 2008 Pazartesi

Türban

Ülkemizde giderek tuhaf şeyler oluyor. Son zamanlarda bu tuhaf şeylerin başında da türban denilen ve insanları lüzumsuz geren bir tartışma geliyor. Ak parti hükümetinin MHP desteği ile çıkardığı yasayı Anayasa mahkemesi esastan bozdu. İster yetkisini aşarak bozmuş olsun isterse yetkisi dahilinde bozmuş olsun. Bunu tartışmak bu günkü işim değil. Onu hukukçular yapıyor. Benim bu günkü düşüncelerim daha çok bu çekişmenin ve inatlaşmanın yaşamda ne hale geldiği ile alakalı olacaktır.

Esas itibari ile kadınlarda saçın örtünmesi ile ilgili olan türban, giderek örtünme aracı olmaktan çıkmış ve başın örtüsü olan bu renkli örtü giderek bir tarafın sembolü haline gelmeye başlamıştır. Aynı zamanda güç mücadelesi malzemesi haline dönüşmüştür.

Evinin dışında kadının baş ve vücut  hatlarını koruması ile alakalı İslami kuralları tatbik edenlere söyleyecek menfi bir sözüm olamaz. Normal standartlarda vücudun bütününü içine alan örtünme hadisesi bu söyleyeceklerimin dışındadır.

Bilhassa gençlerin bir bölümü baş örtme işine sıkı sıkıya sarılırken, başlarının dışındaki yerlerinin korunması ile alakalı aynı ciddiyette bir icraatı gerekli görmemektedirler. Daracık eteklerin altında görünen vücut hatları ile, baldırlara kadar uzanan etek yırtmaçlarının İslam’ın örtünme emri ile alakası varmı dır? Tabii ki yoktur.

Her türlü kapalı ve açık mekanlarda baştaki türbanla sergilenen İslami disiplin dışı tavırlar bu türban işinin cıvımaya başladığının göstergesidir. Türban, bazı muhafazakar ailelerin kızları tarafından hareket serbestisi taşıyan bir vasıta gibi kullanılmaya başlanmıştır. Kazanılan bu serbesti ile Türban,  kontrolden uzak yerlerde dudak uçurtacak manzaraların yaşanmasına vasıta olmaktadır. Bu bakımdan Türbanı  sadece dini bir örtü olarak kabul etmekte artık geçersizdir. Bir modadır. Muhafazakar ailelerin bazılarının genç kızlarının altında saklandığı özgürlük örtüsüdür. Bu bakımdan sapla samanı ayırmak mecburiyeti de vardır.

İslam’ın başı örtme hususundaki kuralı herhangi bir şekilde kategorize edilmemiş olup, sadece saçın örtülmesi şeklinde belirlenmişken, bu örtüyü inatla şematik hale getirip, bunda ısrarcı olmanın bir mantığı da yoktur.

Bu konuda bir siyasi simge endişesi taşıyanların şekil üzerinde değişiklik önerileri varsa, bu konuda esnek davranmanın da bir mahsuru yoktur. Israrın her halükarda endişeyi de beraberinde getireceği aşikardır.

Türbanın şekli üzerinde inatlaşma, türban üzerinden İslamı hedef alanlara da bir kapı açmaktadır. Onların mücadelesi ne örtüdür, ne de şekildir. Onların mücadelesi İslam’ın kendisi iledir.

Onlara göre Dünya da giderek ivme kazanan İslam, bir şekilde durdurulmalıdır. Çünkü İslam dışı dinlerin gelişen teknolojilerin ortaya koyduğu tespitlere cevap vermesi mümkün değildir. Buluşlar dolayısı ile İnsan aklının ulaştığı yeni bilgiler tartışmaları da beraberinde getirmektedir.

İslam dışı dinlerin bu tartışmalara müdahil olma imkanı yoktur. Böylece insanlar yetersiz kalan bu tür dinlerden uzaklaşmaktadırlar. Mabetler (bilhassa kiliseler) boşalmaktadır. Avrupa ve Amerika da yeni nesil arasında yeni din arayışı veya dinsizlik yaygınlaşmaya başlamıştır.

Bu durumda dini müntesipleri bakımından zayıf kalan din önderlerinin yeni stratejiler belirlemesi gerekmektedir. Onlarda şimdi bunu yapmaktadırlar.

Yeni stratejilerin birinci maddesi ise yükselen dine karşı mücadele vermektir. Farklı din mensuplarının İslam’a karşı takındığı tavır da budur. Bu bakımdan Avrupa insan hakları mahkemesinden fayda ummanın bir mantığı da yoktur.

Ülke içinde sabit tavırlı veya değişken tavırlı örtünme karşıtı yazarlara da malzeme olmanın lüzumu yoktur. Hele hele Ahmet Hakan gibi zikzaklar içinde kendine yer arayan ve “ne İsa’ya ne Musa’ya yaranamamak” tabirine tıpa tıp uyan bir yazara “…bende diyorum ki: Artık bütün türbanlılar aynı değildir. demenin bir anlamı kalmamıştır. Her türbanlıyı aynı sayanlar maalesef haklı çıkmıştır”. Dedirtmenin bir mantığı ise hiç yoktur.

AK parti hükümeti muhafazakar tabanın baskısı ve MHP’nin gazı ile türban konusunda aceleci davranmıştır. Satranç oyununda taşlarınızı yerleştirip oyunu iyi kurmadan hamle yaparsanız başarılı olamazsınız. Siyaset satranç oyunu gibidir. Aceleye gelmez.

Bir partinin muktedir olabilmesi için oy çoğunluğu ile iktidar olması yetmemektedir. Atanmışların çoğu ile fikir birliği içinde olunması gerekmektedir.

Atanmışların gücü seçilmişlerin gücünden fazla ise orada muktedirlikten bahsetmek saflık olur. O halde güçlü olunmayan bir  konuda uzlaşmak önemlidir.

Konu İslam’ın prensibi olunca daha dikkatli ve sabırlı olunması, bu vesile ile samimi insanların rahatsız ve mağdur edilmemesi icap ettiği aşikardır.

Her seferinde kafayı duvara vurmak alışkanlığından da vazgeçmek zarureti vardır.

Haftaya başka bir konuda görüşmek üzere Hoşçakalın…

Hiç yorum yok: