Öğrencilerim, bugünlerde serseri mayın gibiler. Sınav öncesi ruh haliyle ne dediklerini bilmiyorlar. Söylediklerinin çoğunu onaylamasam da normal karşılıyorum. Geçen gün konuştuğum öğrencimin ağzından şu cümleler çıktı: “Hocam, hayat çok anlamsız!” Teselli edebilmek adına, öğrencime bir şeyler söyledim. İnşallah ikna olmuş, motivasyonu artmıştır. Şimdi soruyorum: Gerçekten hayat anlamsız mı? Nasıl bir yaşantıyla hayat, anlamlı olur?
Yaşlı bilge, kendisine hayatın anlamını sorana: “Bunun cevabını verebilmem için önce seni sınavdan geçirmeliyim.” der. Adam, sınav olmayı kabul eder. Bilge kişi, adamdan, silme zeytinyağı doldurduğu kaşıktan bir damla yağ dökmemesi kaydıyla bütün bahçeyi dolaşmasını, yoksa sorusuna cevap vermeyeceğini söyler.
Yıllar önce tanıştığım, toptancılık yapan ve bütün gün kasanın başında oturan biri, prostat şüphesiyle hekime gittiğinde doktor kendisine, kumar oynayıp oynamadığını sorar. Kumarla hiç ilgisi olmayan o kişi doktora tepki verir. Doktor: “Ancak kumarbazlar kumar başından kalkamadıkları için uzun süre tuvalete gitmezler ve kendilerini bu kadar sıkıştırırlar.” der. Bu insanın hayatı yarı hücre, loş ortamda tükenmiştir. Masa ve kasayla doldurulmuş bir hayat! Sizce hayat mı?
Hayatı anlamlandırmak için, kendimizdeki, diğer insanlardaki, doğadaki güzellikleri fark etmeliyiz. Bu güzellikleri ne için kullanacağımızı bilmeliyiz. Kendimizdeki güzelliklerin esiri olmak da övüncünü duymak da mümkün. Yunan mitolojisindeki Nars, kendine hayrandır, güzelliği başına bela olur. Bunun için kendini beğenenlere “narsist” denir. Kişinin kendine ibret gözüyle bakması da bir yöntemdir. Her bakışta olağanüstü ahengi görerek şükretmek, kişinin kendi değerini bilmesi sonucuna götürür. Kişinin kendisiyle övünmesi, kendi değerini bilmesi amacına yönelikse bir ibadettir. Kişi, kendine bulunmayan; ancak kendisine zenginlik veren güzellikleri fark ederek de hayatını zenginleştirebilir. Bunları fark etmek için, haset, fesatlık, bencillik, cimrilik, megalomanlık gibi aşağılık duygulardan sıyrılmak gerekir. Bu duygular, bizim için birer at gözlüğüdür. At, kendisine takılan gözlükler yüzünden sadece adım atacağı birkaç metrelik mesafeyi görür.
Tesadüfler üzerine yaşam sürenler, ömürlerini heba etmişlerdir. Ancak hedef koyan kişi gideceği yeri ve ayrıldığı noktayı görür. Onun hayatının anlamı; yaptığı iş, yürüdüğü yol, ortaya koyduğu eser, keşfettiği sır, kavrayabildiği hakikat, idrak edip uygulamaya koyduğu eylem kadardır. Hedef varsa, yürürken düştüğümüz çukurun bile bir anlamı olur. Hedefsiz bir hayat, gerçekten pek bayat.
Büyük hedeflerimizin yanında yıllık, aylık, haftalık, günlük hedeflerimiz olmalı. Karnımızı doyururken yediğimiz ekmeği parçalamak gibi. Küçük hedefleri gerçekleştirmek, bize mutluluk, haz verir. Aldığımız her haz, büyük hedefe ulaşmak için hızımızı artırır. Bir öğrenci için, saygın kişi, ayrıcalıklı veya popüler mesleğe sahip olmak nihai hedefse, bunu sağlayan iyi bir üniversite bir alt hedeftir. Bu üniversiteye girmek için seçilecek alan, bu alanda başarılı olmak için alınacak dersler, işlenecek konular, çözülecek soru sayısı birer basamaktır. Bu basamakları tempolu şekilde aşmak, bizi hem hedefe ulaştırır hem hayata bağlar. Hayat, bu yolun yolcusu için artık anlamsız değildir.
Ömür, bir emanettir. Onu, kokuşturmaya, anlamsız kılmaya hakkımız yok. “Ben doğmadan ölmüşüm.” felsefesi, insan zihnindeki korkunç virüs. Bu virüsü besleyen her türlü gerçek ya da sanal ortamdan, kişilerden, düşüncelerden uzak durmalıyız. Her gün soralım kendimize: “Bugün, kendin ve başkaları için ne yaptın, hedefine ne kadar yaklaştın?”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder